"O benim gözlerime niye öyle, neden öyle, hangi öyle, nasıl öyle bakmıştı ki, ben sağ elimle kalbimi yoklamıştım."
Birhan KeskinBazı anlar vardır, insanı hiç bitmeyecek gibi duran bir sessizliğe esir eder. Tepkisizlik değildir bu, kelimelerin anlamını yitirdiği, bilinenlerin en cahilce sözlerle takas edildiği andır ve sarf edilen her kelime marazlıdır. Fayda etmez, değiştirmez hatta zarar verir. İşte ben, o an içinde debeleniyordum.
Sohrab'ın kimsesiz sessizliği gibi değildi. Onun sessizliğinde yalnızlık vardı. Benimkinde ise hak edilmemişe sahip olmanın verdiği vicdan azabı.
İliklerime kadar sızlatan bir hisle baş edebilmenin yolunu aradım dakikalarca. Kendimi rahatlatmak için iğne deliği kadar da olsa bir çıkış aradım ama boğuluyordum. İnsanlar tarafından övülmesine alıştığım mantığımın eli, kolu bağlıydı.
Gerçekçilik, irade, nesnellik... Ağırlığına inandığım tüm bu kavramlar söz konusu duygular olduğunda, suyun üzerinde kalıyordu. Marie Curie, Einstein, Tesla, Shakespeare, Gauss... Nesillere idol olan bu insanlar bile aşık olacağı insanı seçememişken, ben kimdim ki? Kalbimin dümeni yabancı ellere hapsedilmişti bile, nasıl karşı çıkacaktım?
Hayatıma Onur'u almadığım bir düzlemde olsaydım, Tibet'in, beni defalarca aldattığını bile bile hediyeyi alır almaz onu arar ve affederdim. Mektubunu okuduğum adam belki de hayatım boyunca alabileceğim tüm sevgiyi vadediyordu. Bundan fazlasını istemek açgözlülüktü, nankörlük ve hatta kıymet bilmezlikti ama olmuyordu. Yapamıyordum.
Onur'a aşık olmanın ötesine geçmiştim. Ben, Onur'u seviyordum. Yalnızca aşk olsa bir an düşünmeden Tibet'e geri dönerdim ve onun sevgisine sığınırdım ama değildi.
Tibet'in bana hissettiklerini ben de Onur'a hissediyordum. O kelimelerin akıttığı tüm muhtaçlığı Onur ile yan yana geldiğimizde, gözlerimle bağırıyordum.
Berbattı. Mutluluğunuzun, birinin size olan tavrıyla, hisleriyle alakası olması tek kelime ile berbattı ve ben, bu hissi diplerde yaşıyordum.
Tibet'i arayıp teşekkür edemezdim, bu, onun dilinde bir kabullenişti. Ettiğim her kelimeden kendince çıkarımlar yapacaktı çünkü Tibet'i tanıyordum. O, asla pes etmezdi. Günlerce odasına kapanıp bir matematik sorusunu çözmesinden tutun, ona, onu sevmediğimi söylememe rağmen çabalamasına kadar... Bunu anlayabilmek mümkündü.
İçim yana yana da olsa aramayacaktım. Her boş vaktimde üzülecek de olsam, geceleri uykuya normalden saatlerce geç dalacak da olsam aramayacaktım. Bu, benim vicdanımla aramdaki çetin bir savaştı. Komutama bencilliğimi de kattığım, yeni bir savaş. O, başka kızların yanından kalkıp bana geldiğinde içi rahat ettiyse, ben de bunu yapabilirdim.
İntikam almıyordum ya da kısas yapmıyordum. Tibet'i zaman içinde illa ki affederdim. Benim canımı yakan birkaç gün içinde tattığım hissi tekrar yaşamaktı. Onur için yeterli olamayışım beni yorarken Tibet'e de yetemediğimi bilmek sinirimi bozmuştu. Hırsımı ondan çıkarmam yanlıştı ama yıllarca çok güvendiğiniz birinin sizi kandırması kadar değil.
İnsan, bazen iki yanlıştan bir doğru çıkartmaya çalışacak kadar savunmasız kalıyordu.
Böyle oturup yeri izleyerek bir yere varamayacağımı anlayınca kafamı dağıtmak için harekete geçtim. Aldığım cips paketlerinden birini, bir bardak soğuk çayla birlikte orta sehpaya koydum. Köşede duran çalışma masamın üzerindeki tableti ve şarjını da yanıma aldıktan sonra koltuğa oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.