21. Bölüm - İddia

4K 340 45
                                    



"Ufak tefek şeyler, ama önemli olan da bu ufak tefek şeylerdir... Her zaman, her şeyi mahveden işte bu ufak tefek şeylerdir."
Dostoyevski

"Son beş dakikanız."

Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla en son ismimi ve numaramı yazdım. Bu benim kendimce yaptığım bir totemdi, bunu yaptığım hiçbir sınavdan düşük almayacağımı düşünürdüm ki pek de haksız sayılmazdım.

Matematik hem en sevdiğim hem de başarısızlıktan en çok korktuğum dersti. Azmim arttıkça beklentim de artıyordu, bu da haliyle bir korku yaratıyordu.

Kalem izleriyle dolu kağıda bakıp gülümsedim, bu dersten kesinlikle geçecektim.

Öğrenci kartımı, kalemimi, silgimi ve uç kutusunu sağ avucuma tıkıştırıp zımbalı iki kağıdı sol elime aldım, postallarımın mermerde çıkardığı gıcırtılı sesten dolayı yarı utançla kağıdımı gözetmene teslim ettim. Aynı hisle cam kenarına koymak zorunda olduğumuz çantama ulaştım. Elimdekileri çantanın ön gözüne sıkıştırıp çantanın üstünde duran montu giydim ve sade bir şekilde iyi günler dileyerek sınıftan çıktım. Aslı tam da kapının önünde beni bekliyordu.

"Nasıl geçti?" Montumun önünü iliklerken gülümsedim.

"Bence geçeceğim. Senin nasıldı?" Omuz silkti ve yan yana yürümeye başladık.

"Bilmiyorum ama en kötü bütte geçeceğime eminim. Konuları zor bitirdim, birkaç eksiğim varsa da bütünlemelere kadar tamamlarım."

"Şu Fizik de bir geçse."

Fizik hocasıyla kötü bir mazimiz vardı ve ödevimin yüzüne baktığından bile şüpheli olduğum adamın beni dersten geçirmesini beklemek hayalcilik olacaktı. Deneyecek miydim? Elbette. Edip Cansever'in aksine mavi değil, olmayacağını bildiğim şeyler hakkında gizliden umut beslemek huydu bende.

"Ben zaten onu bıraktım gitti."

Bahçeye çıktığımızda huysuzca iç çektim çünkü kar her yerdeydi. Ellerimi montumun cebinden çıkaramıyordum, beyaz tenim yüzünden soğukta geçirdiğim beş dakika bana kırmızı bir surat olarak dönüyordu.

"Eve mi gideceksin?"

"Evet, yarınki Türk Dili sınavına bile çalışmam gerek. Ben birileri gibi dersi düzgün takip etmedim," Kaşlarını çattı "Sen bir yere mi gideceksin?"

"Bak sen," dedim ders çalışmasına gönderme yaparak. "Evet, Onur'la birlikte Doğukan'a hediye bakmaya gideceğiz."

"Allah Allah," Yalancı bir hayret ifadesiyle dudaklarını büzdü. "Tek gidemezdin, sağ olsun."

"Susar mısın? Sadece yardımcı olmaya çalışıyor."

"Ben de yedim. Ders çalıştırmalar, eve bırakmalar, birlikte alışveriş yapmalar. Bu gerizekalı da artık ne yaptığını bilmiyor, ben sana söyleyeyim."

"Saçma davranıyor, değil mi?"

"Evet," Sesi bu kez tepkiliydi ama bu tepkinin adresi ben miydim yoksa Onur mu bilmiyordum.

"Deniz, ne yaptığı belli değil. Önce öpüyor sonra arkadaşız diyor. O da yetmedi şu an resmen sevgili gibisiniz. Çok saçma. Üstelik sen benden daha mantıklı bir kızsın ama sana akıl veriyorum, bu daha da saçma."

Biliyorum, demek istedim. Biliyorum ancak bir çare bulamıyorum. Ahkam kesmek o kadar kolaydı ki arkadaşlarıma akıl verirken ne kadar sinir bozucu olduğumu şu an anlıyordum. Sokaktan çevirdiğim herkes bana bir çözüm sunabilirdi ancak bu durum empatiyi aşıyordu. İçinde bulunduğum durumu yaşarken çözümü uygulamak, çözüm bulmaktan daha zordu.

EksikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin