14. Bölüm - Seçim

4.8K 388 61
                                    


"Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... "
Sabahattin Ali

İstanbul'un daha önce kıyısından geçmediğim Grönland'ı andıran soğuğunda İzmir'i özlediğimi fark ettim. Geleli iki gün olmamıştı ama şimdiden sömestr tatili için gün sayıyordum. Pazar gecesi geldiğimi bahane ederek bir gün daha uzattığım tatil bana hiçbir konuda yardımcı olmamıştı, omuzlarımda hala beklentinin yükünü taşıyordum, Onur'a denk gelmemek için Speedy Gonzales hızında ilerliyordum ve seslenildiğinde duymamış gibi yapabilmek için kulaklık takmıştım. Ne kadar da cesurdum öyle...

Annemin İstanbul soğuğunu hesap ederek ördüğü bereyi çekiştirip düzelttikten sonra etrafıma daha az bakınarak yürümeye devam ettim. Onur'u görmek, onunla konuşmak istemiyordum. Çekiniyordum, utanıyordum ve en kötüsü korkuyordum. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan, beni kırdığını unutmaktan... Kalbim kendini bilmezce tekleyecek, mantığımdan uzak hareket edecekti ve bunu engelleyememek beni kızdırmaktan öte üzüyordu. Aciz hissetmekti beni yoran, Onur'a kayıtsız kalamamak şimdilik belirgin sonuçlar doğurmasa da ileride daha çok acı çekecektim. Bunu biliyordum ama gidişata engel olamıyordum.

Birinin ismimi seslendiğini duyunca ses tonunu ayırt etme gereksinimi duymadan ilerlemeye başladım. Görüşmem gereken bir profesör vardı çünkü kendisi ödev verdiği hafta ben kilometrelerce uzakta küçük depresyonumu yaşamakla meşguldüm. Hatta öyle meşguldüm ki eski sevgilim tarafından sayısız defa aldatılışıma bile yeterince üzülememiştim. Tibet'in itirafı kalbimdeki yerini soldurmuştu, bir daha da canlanacağına ihtimal vermiyordum ve bu beni üzmüyordu. Ona hissettiğim vicdan azabını da iyi olan tüm duygularla birlikte gömmüştüm, artık sadece komşunun serseri oğluydu.

Kulaklığım kulağımdan aniden çekilince sinirle yanıma döndüm. Sarı saçlarını hiç olmadığı kadar kısaltmış Doğukan'a yüzümü buruşturmadan edemedim. Saçlarını fazla yadırgamıştım ve hoşuma gitmemişti.

"N'aber fıstık?" Gülümsedim.

"Ben iyiyim de sen saçlarına ne yaptın?"

Elleriyle saçlarını sıvazladığında kısa tutamlar bir anlık hareketlenmeden sonra eski halini aldı.

"Gökçe dedi bir kısaltmayı dene, olmamış mı?" İç çeksem de bir şey demeyip sadece omuz silktim. Demek çok değerli saçlarında Gökçe'nin de söz hakkı vardı.

"Deniz, nasılsın?"

Uzun süredir duymak zorunda kalmadığım ses kulaklarımı çınlattığında derin bir nefes çektim içime. Soğuktan sulanan gözlerimi kırpıştırıp sakin olmaya çalıştım. Onlar en yakın arkadaşımın arkadaşlarıydı ve onlara yaptığım her kötü hareketi Doğukan'ın üstüne alınacağından emindim. O bu tip konularda fazla duygusaldı.

"İyiyim Eren, sağ ol. Siz nasılsınız?" Gökçe gülümseyip ani bir atakla yanaklarımdan öptü.

"Bomba gibiyiz tatlım, sen iyi misin?"

Samimiyetinden şüphe ettiğim, gereksizce merhametle bezenmiş gri bakışlarını bana dikip omzuma dokunduğunda kaşlarımı çattım. Moralim hakkında bir fikri olamazdı, Doğukan'ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Kaldı ki bilse bile anlatmazdı.

"İyiyim." dedim sesimin sorar gibi çıkmasını engelleyemeden. Daha kelimenin sonuna gelmeden Gökçe konuşmaya başladı.

"Bu akşam dışarı çıkıyoruz, gelmek ister misin?"

Coşkusu beni şaşırttı. Benden bir seçim yapmamı istemişti, ben de sözlerle olmasa da hareketlerimle kimi seçtiğimi belirtmiştim. Gökçe'yi tanıdığım kadarıyla söyleyebilirdim ki bir şeyleri bir anda unutacak biri değildi. Belki haksızlık ediyordum ama plancı bir yanı olduğuna emindim. Onur'a olan sinirini arabasının lastiklerinden çıkarmış biri için daha aşağı bir tanım kurtarmazdı.

EksikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin