Ellerim titremeye başlamıştı. Kalbimin hızı artarken olduğum yerde doğrulmuş, gardolabın aynasından yüzüme bakmıştım. Telefon ısrarla çalmaya devam ederken derin bir nefes verip aramayı onaylamıştım.
Ekranda bir yüz belirmesini beklerken...
Bir maske ile karşılaşmıştım.
Ekrana şaşkın şaşkın bakmaya devam ederken karşımdaki adamın yüzüne dair hiçbir şey göremiyordum. Telefon veya neyle arıyorsa işte ondan uzaktı. O bir tekli koltukta dirseklerini bacaklarına yaslamış bir şekilde bana bakıyordu. Arkasında ise sadece gri bir duvar vardı.
"Bana güvenmeni istiyorum."
Kalın robotik bir ses kulaklarıma ulaştığında gözlerimi kırpıştırıp olayları anlamaya çalışmıştım.
"Neden?"
Dudaklarımdan dökülen kelimeler ile alttaki küçük pencereden kendime bakmıştım. Bir balık gibi dudaklarım açık, göz bebeklerimden yuvalarından fırlayacakmış gibiydi. Ve telefon yüzüme bir hayli yakındı. Mesafeyi yeniden ayarlayıp, boğazımı temizlemiştim.
"Seni fark ettiğim günden beri... Her yerde sen varsın. Bahçede sen, kafetaryada sen, kısacası başımı nereye çevirsem çevireyim orada sen varsın..."
Kemikli parmaklarını birbirinden ayırmış, ellerini dizlerine yerleştirip geriye yaslanmıştı.
"Başta sadece rastlantı sanmıştım fakat daha sonra gözlerimin hep seni aradığını fark ettim..."
Robotik ses daha fazla gerilmeme neden oluyordu. Ne vardı da kendine bana göstermiyordu?
"Bir şekilde seni izliyordum fakat senin gözlerin birkez bile benimkilere değmiyordu..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the Mysterious Game | taelice¹
FanfictionBir gece yarısıydı, buz gibi bir aralıktı. Üstelik ruhani hisler zihnimi ele geçirmişti. Acizdim ve bir o kadar çaresiz. Kanımda saydam fırtınalar cirit atıyor ve organlarımda depremden enkaza dönmüş bir şehir alev alev yanıyordu.Bir adamın merhamet...