Ertesi günün akşam üzerinde evden dükkana, babamın yanına uğramak için çıktığımda verandamızın basamaklarını tırmanan bir Luke görmeyi beklemiyordum.
Sokak kapısını kapatırken onunla göz göze gelmiş olmanın verdiği şok etkisiyle sadece yüzüne aval aval bakmaya başlamıştım. Burada olması için hiçbir sebep yoktu. Çünkü Chloe, benden birkaç dakika önce Zelda ile New York'taki butiklerini sıraladıkları altıncı caddeye gidip alışveriş yapmak için çıkmıştı. Evde annemle tek başıma kalmanın dayanamayacağım pek çok zorluğunun olduğunu da göz önünde bulundurunca, babamın yanına uğramanın çok daha doğru bir karar olabileceğini düşünmüştüm.
Ama düşündüğüm bir diğer şey ise bu çocuğun niye verandamda durmayı sürdürerek gözlerini üzerime diktiğiydi. Flörtü evde değildi, eğer birbirlerinden haberleri yoksa burada olmasına belki mantıklı bir anlam verebilirdim.
Yine de her şeye rağmen karşımda böyle duruyorken birbirimizi en son gördüğümüz zamanda söyledikleri aklıma geliyordu. Karşımda yalı kazığı gibi dikilmese de aklımdan çıkarabildiğim pek söylenemezdi. Nedeni belki de birçok insan için mantıklı gelmiyor olabilirdi. Ama ayrılmadan önce Max'in insanları sevememekle ilgili bir problemim olduğunda dair söylediklerini daha yeni yeni atlatabilmişken üzerine de Luke'un böyle söylemesi, izlerini geçirmeye çalıştığım travmamın sadece biraz daha yükselmesine neden olmuştu.
"Hey," dedi yavaşça.
Hey mi? Ciddi misin?
Suratına dik dik baktım. Dışarıdan bakıldığında herkesin kalbini bu kadar kırabilecek bir çocuğa benzemiyordu. En az arkadaşları kadar zararsız bir tipmiş gibiydi. Özellikle son zamanlarda akşamları yemek masamızda annem ve babamın gün boyunca neler yaptın? başlıklı sohbetlerinde gündemimizde olan en büyük konu, babam ve öğrencilerinden oluşuyordu.
Chloe bütün bunları dinlerken olabildiğince keyifliydi. Ne de olsa potansiyel erkek arkadaşının müzik dalında gösterdiği iyi performansları dinliyordu.
Ben ise sadece öğürme isteğimi bastırmaya çalışıyordum.
"Chloe evde değil."
Yanından yürüyüp geçmek için veranda basamaklarına doğru adımlarken beklemediğim bir şekilde önümü kesti. Bana göre fazlasıyla uzun olan bedenini dibimde konumlandırınca olduğum yerde durmak zorunda kaldım.
"Ne bu şimdi?"
"Geri zekalının tekiyim."
"Vay canına," dedim alay eder gibi gülümseyip. "Bunu fark etmek için gerçekten de yirmi yaşını beklemek zorunda mıydın?"
"Pekala, ama sana hiçbir şey yapmadığım halde senin de bana sinir olduğunu söylemen hoş değildi."
"Ama öylesin, gerçekten de sinirimi bozuyorsun."
Derin bir şekilde nefes alıp verirken gözlerini benden kaçırdı. Sol taraftaki bahçemize çevirip, bir süre boyunca oradaki ağaçları seyretmeye başladı. Sanki gerçekten de daha önce hiç ağaç görmemiş bir uzaylı gibi davranıyordu. Bunun cevap vermekten kaçındığı şeyler yüzünden aramıza bu şekilde yansıdığının farkındaydım.
Fakat bu neyi değiştirirdi ki? Yaptığı veya yapmak üzere olduğu açıklamaların sadece birbirimizin yüzüne bakmayı her seferinden biraz daha zorlaştıracağını biliyordum. Batırıyordu çünkü. Bana açıklama yapmak zorunda değildi ve bunu gerçekten istemiyordum da. Bir yerde karşılaşıp durmasak yeterliydi. Çünkü kalabalık bir grup olarak ayarladıkları hiçbir görüşmeye zaten katılmıyordum. Annem hepsinde Chloe ile birlikte gidip onu yalnız bırakmamamı söylüyordu ama, onu bir şekilde atlatmanın bir yolunu buluyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fanfiction"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."