Bazen, hayatımı yaşarken onun çok gerisinde kaldığımı düşünüyorum.
Bilirsiniz. Bir saçmalık -bana göre, herkes benimle aynı düşünceye sahip olmak zorunda değil- vardır ki; herkes daha anne karnına ufacık bir döllenmiş hücreyken düşüp, hayata tutunmak istercesine bir duvara tutunduğunda kaderimiz bizim için çoktan yazılmıştır. Büyükler hep böyle söyler. Nasıl biri olacağım daha ben dünyaya gözlerimi açmadan, benden önce kararlaştırılmıştır onlara göre. Kaç yaşında öleceğim, ateist mi yoksa kilise mihraplarında sabahlara kadar tanrı için dualar eden bir dindar mı olacağım, asosyal mi yoksa sosyopat mı olacağım ve şu an aklıma gelmeyen daha pek çok şey, benden önce kaderime yazılmıştır.
Çoğu insana gerçek fikrimi söylediğimde benim manyak olduğumu falan düşündüklerinden emindim. Onlar için bu sorgulanacak bir şey değildi. Doğmuştuk. Ee, sonra? Gerisini karıştırma işte, denirdi. Doğduysak doğduk, neden sorguluyoruz bunu? Hadi gidip bira içelim ve Dört Temmuz'u kutlayalım!
Eğer daha ben ufacık, sağlıklı bir hücreyken bütün bu kader, alın yazısı saçmalıkları gerçekten yapılıyorduysa; benim nasıl bir hayata sahip olacağım önceden birileri tarafından biliniyorduysa ve tanrı acı çekeceğimin farkındaysa, neden dünyaya gelmeme izin verdi?
Bunu izlemek sadistlik değil mi? Büyükannem her zaman tanrının merhametli olduğunu söyler. Ben nedense onun merhametinden nasibimi almamıştım.
Sonra, bir şeyler oluyor. Kontrol etmesi benim elimde olmayan olaylar başıma geldiğinde tüm hayatım mahvoluyormuş gibi hissediyorum. Bu hayatın bana, yani Rory'e ait olduğunu düşünüyordu herkes ama sürekli kontrol dışında olan bir şeyler vardı ve bunların hepsi zaman kavramından habersizmiş gibi ardı arkasına gerçekleşiyordu.
Ben giderek kendi hayatımın içine hapsolan bir yabancıya dönüşüyordum. Ne için, kimin için ve hatta nasıl yaşadığımı bilmeyen biri olup çıkıyordum. Kendini çok fazla beğenmiş insanlar karşıma geçip, 'Kendin için yaşa,' dedikleri her seferinde suratlarına iki tane yumruk yapıştırmak istiyordum. Bu çok saçmaydı. Kendim için yaşamasını ben de bilirdim herhalde ama bazen bunu yapamıyorum işte!
Timmy'nin dükkanındaki mesaimin dördüncü saatindeydim. Cat yanıma gelip molaya çıkma saatimin geldiğini bana haber vermişti. Ben de mutfağa, Earl ve Lisa'nın yanına geçmiştim. Yapacak daha iyi bir işim yoktu. En azından onların neşeleri bana da moral olarak geri dönüyordu. Konuşmak istemediğimi söylediğimde beni neler olduğunu anlatmaya zorlamayacak birilerinin yanında olmaya ihtiyacım vardı.
Dükkanda artık kışlık kıyafetler giymeye başlamıştık. Kıyafetimin alt kombini hala etekten oluşuyordu ama üstü, en küçük bedeni sipariş etmiş olmama rağmen bana yine de büyük gelen yakası fermuarlı bir polardı. Sol göğsünün üst kısmında Timmy'nin hamburger dükkanının logosu vardı, bilekleri lastikliydi. Dünyanın en rahat polar üstü değildi ama çok daha kötülerini sekiz yaşımdayken gittiğim kış kampında da giymişliğim olduğundan, en kötüsü olmadığını da biliyordum.
Polarımın kollarını avuç içime kadar sündürürken, Earl'ün bir şeyler yemem için önüme bıraktığı tabağımdaki patates kızartmalarına çatalımın ucuyla işkence edip duruyordum. Vejeteryan burgerim ilk başlarda sıcacıktı ama onu öyle uzun süredir bekletiyordum ki şimdi buz gibi olmuştu. Çatalımın ucuna biraz ketçap alıp, oyun olsun diye kızartmaların üstüne boca ederken Lisa beni çatık kaşlar, şüpheci bakışlarla seyrediyordu.
"Ah, reina de belleza," dedi elindeki metal spatula ile yanıma doğru gelirken. "Niçin yemek yemiyorsun sen? Üzgün müsün yoksa?"
Başımı tabağımdan kaldırmadan Lisa'yı yanıtladım. "Hayır, sadece acıkmadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fanfiction"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."