Zaman benim için gerçekten de geçmeyi bilmiyordu.
Partinin bitiş süresi, Chloe'nin eğlenceden sıkılmasına bağlı olarak değişecekti. Yine az önceki gibi erotik bir dansı izleyenlerine sunduğu masalardan birinin üstüne çıkıp ellerini çırpacak, dikkatleri üstüne toplayacaktı ve partinin sona erdiğini söleyecekti.
Yani ben ve Melanie gibi sıkılanların tek sorunu Chloe'nin ne zaman bu işkenceye bir son vereceğiydi. Gerçi... bazı insanlar bizim kadar da şanssız sayılmazlardı aslında. Bazılarının yokluğu Chloe tarafından fark edilecek gibi değildi. Fakat benim için durum bundan çok daha farklı ve zordu. Ben Chloe'nin birinci dereceden sevgili (!) kuzeniydim, onu yalnız başına burada bırakamazdım.
Her ne kadar bunun için çıldırıyor olsam bile. Şu anda evimde, evdeki insanlardan bağımsız bir şekilde oturacağım kadar geniş olan penceremin pervazına kurulmuş, bedenimin etrafına büyükannemin kendi elleriyle ördüğü kalın örgülü battaniyemi sararak kitap kulübünden ısmarladığım Felsefeye Giriş kitabımı okuyor olabilirdim. Eminim çok daha iyi ve kendimmiş gibi hissettirirdi.
Benim neden burada bu işkenceye katlanıyor olduğum belli olsa da, Melanie'nin burada oluşunun sebebi ise belirsizdi. Az önce çarpıştığım çocuğun grubundaki bir tanesini gözüne kestirmiş de olabilirdi, Chloe'nin kendisine vereceği tepkiden çekindiği için de olabilirdi veya - bu her ne kadar gözüme fazla ütopik görünüyor olsa da - beni bu sıkıntı patlamasının ortasında tek başıma feda etmek istemiyor olabilirdi.
Ama ben oyumu birinci seçenekten yana kullanmak istiyordum. Çünkü şu anda gece kulübündeki herkes gözlerini sahnedeki enstrümanlarıyla birlikte yerlerini almaya hazırlanan bu dört kişiden ayıramıyordu.
Lavaboya gidip geldikten sonra biraz gerçek oksijene ihtiyaç duyduğumu fark ederek dışarıya çıkmıştım. Oturduğumuz masaya döndüğümde Chloe ve Zelda, erotik danslarını çoktan bitirmiş; benden önce masaya dönmüşlerdi bile. Chloe elini serinlemek için zarif bir edayla sallarken Melanie ortalığa oturduğu yerden bakınıyordu. Zelda ise ufak aynasından burnunun ucundaki pudrayı tazeliyordu.
Yanlarına vardığımda eski yerime oturmayı önemsemeden en köşeye oturdum. Ama Melanie varlığımı keşfettiği anda beni kaldırdı ve Zelda ile ortasına oturttu. Çantamı kucağıma sertçe atarken kaşlarını çatarak bana döndü. "Neredeydin İsa aşkına? Eve dönüp beni yalnız bıraktın sandım, ödüm koptu."
"Hava da aldım birazcık," dedim. Beni rahatlıkla duyabilmesi için sesimi yükseltmeme gerek yoktu çünkü sahne onlar adına hazırlanıyordu. Masalardaki ufacık uğultular dışında her şey oldukça dingin bir hal almıştı. Ki bu biraz şaşırtıcıydı. Yaklaşık yirmi dakika önceki haline göre gece kulübünün içi abartılı neon ışıklarla konseptlendirilmiş alkollü, sade bir mekana dönüşüvermişti.
"Dünyadaki oksijeni yuttun herhalde."
"Sarkastik esprilerine hayranım ama gerçekten migrenim başlıyor..."
Melanie, toprak renklerine yakın bir tonda sürdüğü mat rujlu kalın dudaklarını şakağıma sulu bir şekilde bastırdığında yüzümü buruşturdum. Birinin beni öpmesinden de, tuhaf sevgi gösterilerine bağlı kalarak sarılmasından da hoşlanmıyordum. Değişik bir düşünce tarzı olabilirdi ama elimize geçen her anda birine anlamsızca sarılmak veya onu öpmek, bazı duyguların önemini kaybettiriyormuş gibi hissettiriyordu.
"İlaç almak ister misin?"
"Alkol almamış olsaydık evet, kesinlikle."
Melanie tam bir şey söyleyecekti, mikrofondan boğuk ve kulak tırmalayıcı bir cızırtı ortalığa hakim olunca susmak zorunda kaldı. Chloe, varlığımı mikrofonun sesinin nereden geldiğine bakmak için kafasını çevirdiğinde beni gördü. Sarhoşluğunun verdiği o etkiyle tuhaf bir sevinç edasına kapılarak elini Zelda'nın üstünden bana uzattığında ne yapmam gerektiğini bilemeden uzattığı elini tuttum. Saniye geçmeden bırakırken Chloe "Benim minik tatlı kuzenim de buradaymış..." gibi bir şeyler mırıldanıp güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fanfic"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."