Sol tarafımda kalan balkon camımdan birkaç tıkırtı gelince, ilk başta yağmur damlası olduğunu düşünüp bakmadım. Sonra bunlar fazlalaştı ve bir yağmur damlası için fazla sert gelmeye başladılar kulağıma. Dolu gözlerimle başımı çevirip baktığımda, gördüğüm şey karşısında şok oldum. Ağzım açık kalırken, gözyaşlarımın birazını aceleyle sildim.
"Luke?"
Orada duruyordu. Balkon kapısının arkasında. Dışarıdaki soğuk havaya rağmen üstünde sadece üzerindeki koyu renk kıyafetleriyle uyumlu siyah bir kapüşonlu ceket vardı. Kapüşonunu başına takmış, orada duruyordu. Onu gördüğümde yüzümün alacağı ifadeyi önceden hayal etmiş ve bundan da oldukça emindi sanki. Şaşkınlığım karşısında sadece ufacık bir tebessüm ediyordu.
Onu orada gördüğüme hala inanamıyordum. Bunun bir rüya olduğunu sanmıştım, belki de kabus. Ama Luke, kabuslarımda hiç gülmemişti. Hep buruk, kırılmış bir yüz ifadesiyle bakardı gözlerime. Dibe doğru birlikte batıyormuşuz ya da parçalarımız bir daha birleştirilemeyecek kadar kırılmak üzereymişiz gibi bütün bu acı duyguları karanlık kabuslarımda bile hissederdim. Şimdiyse yalnızca göğüskafesimin altında heyecanlı ve her zerresine kadar özlemle doldurulmuş bir fırtına dolaşıyordu. Burada olduğuna sevindiğimi belli etmemek için kendimi gerçekten çok zor tutuyordum.
İnanabilmek için birkaç kez şortumun açıkta bıraktığı bacaklarımdaki eti kıvırıp bükmek zorunda kalmıştım. Elbette bunu, ona belli etmeden yapmaya çalıştım.
Ve etimi büktükten sonra cildimdeki acıyı hissettim. Gerçekti. Siktiğimin rüyasında ya da kabusunda falan değildim. Her şey gerçekti. Bu soğuğa rağmen dışarıda, balkon kapımın arkasında duruyor, kapıyı onun için açmamı bekliyordu.
Buradaydı, beni bekliyordu.
Siyah, polar üstümün kollarını avuç içlerime kadar neredeyse sündürmek pahasına çekiştirirken yatağımdan fırladım. Bileklerimin üstündeki marijuana yaprak desenleriyle kaplı çoraplarımı odamın parke halısıyla buluşturup yatağımdan aşağı indikten sonra, kapıma kadar yürürken kareli şortumu düzelttim.
Odamın kapısına doğru yürümeden önce omzumun üzerinden dönüp tekrardan Luke'a baktım. Dışarıda durup durmadığından emin olmaya çalışıyordum. Aslında kendime onun bir rüya olmadığını kanıtlamış olmama rağmen hala gördüklerimin zahiri olma ihtimaline olan inancımı kırıp atamıyordum üstümden. Bakışlarım, matematik sınavındaki sorulara nereden ve nasıl başlayacağım konusunda yaşadığım kararsızlığın tam olarak aynısını içeriyordu.
Ona arkamı döndükten sonra başımı iki yana salladım.
Kapıyı açıp, hafifçe aralayarak kafamı dışarıya çıkardım. Zaten en üst katta kalıyordum ve benim olduğum katta benden başka hiç kimse yoktu. Annemler, Chloe ve büyükannemler aşağıdaki katta kalıyorlardı.
Sessizliğimi korumaya özen göstererek evin içini dinledim. Luke'un buraya kadar çıktığını -artık her nasıl becerdiyse- gören biri var mı diye çok büyük bir dikkatle kulak kesildim. Eğer annem ya da büyükannemden birisi onu üst kata kadar bir şekilde tırmanırken görmüş olsalardı, tepeden tırnağa siyahlar içinde oluşundan dolayı onu hırsız zannedip çığlığı basarlardı. Ki öyle sanmaları normaldi. Onu bu kılıkta tırmanırken gören kişi ben olmuş olsaydım, elbette onun hırsız olduğunu zanneden insanların arasında olmuş olurdum.
Ama annemlerden ses çıkmamıştı, bu da, Luke'un varlığından haberdar olmadıkları anlamına geliyordu.
Zaten büyükbabamın da görmüş olma ihtimali yoktu. Birkaç saniye öncesine kadar benimle birlikte burada oturuyordu. Luke'u ben fark etmediysem, o hiç fark etmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fanfic"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."