"Neden iç çamaşırlarıyla ilgili bir şarkı yapma gereksinimi duydunuz?"
Luke utançla başını iki yana salladı. Bir yandan gülümsüyor, diğer yandan da kucağına eğdiği başını iki yana sallayarak alaylamalarımı kabul etmediğini belirtiyordu. Yanağında artık bana tanıdık gelmeye başlayan çukur yerini alarak, sokak lambasının kasabanın sonbahar konseptine uygun olması için turuncu aldıkları ampullerin ışığından yansıyan gölge çukurun içinde titriyordu.
Gamzesini seviyordum. Luke'un tebessümlerini bu şekilde pekiştiriyormuş gibi bir hali vardı.
"Kulağa eğlenceli geliyordu."
"Ya... ne demezsin, epey de nostaljik."
Luke'un gülüşleri bu kez güçlü kahkahalara dönüştü. Kulaklığın bir teki onun kulağında ve diğer teki de bendeydi. Birlikte onun 'lokal' grubunun şarkılarını dinliyorduk. Dinlettiği her şarkıyı sanki şu an dinliyormuşum gibi rol yapmaya çalıştım ve bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Luke'a neyi kanıtlamaya çalıştığımdan emin değildim. Amacım sadece... onunla konuşmaktı. Herhangi bir şey hakkında. Bu mutlaka bizimle ilgili olmak zorunda değildi.
Belki de yalnızca asıl olanı ertelemeye çalışıyordum. Yan yana olduğumuz zamanlarda çok iyi vakit geçirdiğim bir insandı. Her şeyden önce, Luke'un yanındayken kendimi duvarların arasındaymışım gibi hissetmiyordum. Yanındayken bu kadar rahat olabileceğim insanların sayısının belirli olduğunu düşünürdüm ama şimdi, bunun çok önyargılı bir tutum olduğuna karar verdim.
Evet, onunlayken kelimenin tam anlamıyla çok iyi vakit geçiriyordum. Kim olduğumu unutuyorum türünden bir şey değildi. Tam aksine, Luke'la birlikteyken ben çok daha fazla... Rory Smith gibi hissedebiliyordum. Rory olmaktan utanmıyordum. Baskın olduğumu gizlemeye çalışmak gibi bir kısıtlama getirmeme gerek kalmamıştı çünkü beni olduğum gibikabul etmişti.
Yine de... bazen onu da merak ediyordum. İçten içe, yani. Onun da benimle birlikteyken Luke Hemmings gibi hissedip hissetmediğini ve şu anda aklıma gelmeyen daha onlarca şeyi merak etmekten ölüyordum.
Doğru kelimeleri aklımın içinde yan yana getirebilmeyi başarsam soracaktım. Ama yapamıyordum. Biraz da anın içine edip, her şeyi tamamen batırmaktan da korkuyordum, aslına bakarsanız. Çünkü şu anda çok mutluydum. İkinci el kitaplar satan sahafların arka raflarında tozlanmaya bırakılmış plakların tanesini elli cent gibi ucuz bir fiyata bulduğum zamanda olduğu kadar mutluydum hem de.
Plakta müzik dinlemeye çok fazla alışkın olduğumdan değildi. Öyle bir takıntım da yoktu. Yalnızca... plaklar bende çok tuhaf -iyi anlamda- bir nostalji duygusu katıyordu. Onları biriktirmekten hoşlanıyordum. İsimlerini daha önce hiç duymadığım insanların ya da grupların şarkısını öylesine bir günde keşfedip bokunu çıkarana kadar dinlemek hoşuma giden bir olaydı.
Saatlerce sosyal ağlarımın anasayfalarını yenilemekten iyi olduğunu düşünüyordum.
Luke'la birlikte Ithaca Bakery'den taze çörek ve karton bardakta paketlenmiş sıcak kahve alıp, kaldırımın üzerine oturmuştuk. Yaklaşık kırk beş dakikadır bu şekildeydik ve açıkçası akşam soğuğunda harmanlanan sonbahar havasına rağmen ikimizin de bundan bir şikayeti yoktu.
Luke çöreğini çikolatalı almıştı. Sırf ben çikolata sevmiyorum diye bana inat yapacağını söylemişti ve ben de ona gözlerimi devirmiştim. Benim tercihimi vanilyalı ve çilekli çörekten yana kullanıyor oluşumla da bir güzel dalga geçmişti.
Oysaki bunda dalga geçilecek bir yan göremiyordum. Çikolata sevmiyordum işte. Onun tam bir sersem olduğuna dair en ufak bir şüphem yoktu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fiksi Penggemar"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."