Gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu. Hatta kuşların cıvıltısından ve mahallenin içinde yankılanan insan seslerinden saatin sabahın ilerleyen saatlerinden birinde olduğunu bile rahatlıkla söyleyebilirdim. Yüzüm, dün gece ilk kez bölünen uykumun devamını getirmeden önce dönük olduğu koltuğun sırtımızı yasladığımız yerine çok yakındı. Kirpiklerimi birkaç defa ardı ardına kırpıştırdıktan sonra şakaklarıma çok sert ağrılar saplanmaya başladı. Kafatasımı koca bir kaya kadar sertleşmiş hissediyordum. Duvara çarpsam yıkmak için yeterli olabilirmiş gibi.
Karnımın üzerinde bir boşluk vardı. Sırtımın arkasında da öyle. Aslına bakarsanız başım dışında vücudumun tamamını yorgan kaplıyordu.
Birileri üzerimi örtmüştü sanki. Çünkü bilerek yorgana bu kadar sarılmamın imkanı yoktu. Uyurken mutlaka üstümü açardım, o yorgan ya da pike -mevsime göre değiştiği için- asla üzerimde nasıl yattıysam o şekilde kalmazdı.
Omzumun üzerinden yavaşça arkamı döndüğümde Melanie'nin endişe dolu bakışlarıyla göz göze geldim. Henüz uykumun ağırlığını ve mahmurluğunu terk edemediğimden dolayı kendimi sersem gibi hissediyordum. Üstelik başım çok fena ağrıyordu. Gövdemi kaldırmaya çalışmak istiyordum çünkü yanımda Luke yoktu, gidip gitmediğini öğrenmem lazımdı ama yattığım kanepeden kendimi doğrultmaya çalıştığım her seferinde ağrıyan başım ağırlık yaptığı için çabalarım hemen son buluveriyordu.
"Günaydın," diye yavaşça mırıldandı Melanie. Gözlerimin içine hala o endişe dolu bakışlarla bakıyordu. Onların benden daha önce uyanmış olduklarını yüzlerindeki sabah şişikliğinden arınmış ifadeden anladım. Sanırım hem fiziksel hem de mental olarak yorgun olduğumu düşünerek bana ne kadar ihtiyacım varsa o kadar uyumam için izin vermiş olmalıydılar.
"Çok yakın durma, ağzım kokuyor."
Melanie güldü. Aslında şu anda benim için hiçbir şeyin yolunda olmadığının farkındaydı ama işi şakayla karıştırarak yolundaymış gibi yaptığımın da farkındaydı. O sadece... Melanie beni iyi tanırdı. Doğduğum günden beri çok iyi tanışıyoruz diyebileceğim türden bir arkadaşlık değildi bizimkisi ama hayatımın azıcık da olsa belirli bir döneminden beri beni tanıyordu. Ve olaylar karşısında nasıl tepkiler verdiğimi de iyi bilirdi.
Luke'a kızıyordum ama benim de ondan geri kalır yanım yoktu. Birileri bana bir şeyler sorduğunda ve bu sorular genellikle sözde soru değil de, karşılığında gerçek bir yanıt beklenilen sorular olduğunda eğer kendimi konuşmak için hazır hissetmiyorsam konuşmazdım. Bunun hangi konu olduğunun bir önemi yoktu. Dürüst olmak gerekirse bu özelliğim beni dışarıya karşı bencil bir kız yapıyordu ama sorun değildi. Etrafımda konuşmak için hazır hissettiğimde beni kabul edecek insanlar biriktirmeye çalışıyordum çünkü. Böylelikle sorunlar üzerime daha az çullanıyordu.
Tabii şu anda bu ne kadar mümkündü, orası da tartışmaya çok açık bir konuydu.
"Uyumaya ihtiyacın olduğunu biliyorum," dedi Melanie. "Ama sabah Nathan, Luke'u aradı. Seni merak ettiğini söyledi büyük ihtimalle. Şu anda içeride mutfakta çocuklarla birlikte oturuyor."
Gözlerimi sıkıca yumdum. Ellerimle yüzümü kapatırken, içimden ona kadar sayarak derin derin nefesler alıp verdim. Bunu okuldaki seçmeli psikoloji dersimizde endişelerimizin ve korkularımızın bizi ele geçirmesini önlemek için yapmamız gereken yöntemlerde öğretmişlerdi. Ama bu zamana kadar bir boka yaradığını düşünmemiştim. Hala da yaramıyordu. Ellerimi yüzümden çektikten sonra aldığım son derin nefesi de bıraktım. Bu, öncekilere göre çok daha gürültülü ve sıkıntılı olduğunda Melanie buruk bir şekilde gülümsedi. Başımın arkasının hala yastığa yaslanmış olmasını önemsemeden başımı yavaşça salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terrible Love || hemmings
Fiksi Penggemar"İnsanlara bir bak. Çoğu sadece basit birer kelime, sen anlamlı bir şiirken."