Bölüm 29

2.5K 227 130
                                    

LUKE

Dakikalarca kurşun kalemi parmaklarımın arasında çevirip durdum. Kupanın dibinde kahvemin son yudumları kalmıştı ve aslına bakarsanız dakikalardır onu içmiyordum. Buz gibi olmuş olmalıydı. Yine de, kalemi tutmaya devam ederken diğer elimle kupayı kavrayıp buz gibi olmuş kahvemin son yudumlarını da içtim.

Kupayı yeniden mutfak masasının üstüne bıraktım. Saat gecenin bir yarısıydı. Jack'e bu akşam Pubquila'ya gelmeyeceğimi söylediğimde nedenini sormadan, yalnızca keyfime bakmamı söyleyip gitmişti. Nedenini sormamış olması canımın feci derecede sıkkın olduğunu fark etmediği anlamına gelmiyor olmasına rağmen, Jack yapabileceği en iyi şeyi yapıp beni yalnız bırakmıştı.

Buna bozulup bozulmadığımdan emin değildim. Rory ile kavga etmemizin üstünden tam üç gün geçmişti ve dördüncü günün içine birazdan girmek üzereydik. Çocukları da atlatıp duruyordum. Çoğunlukla Calum'da ya da müzik evinde toplanıyorlardı, aramalarının bazılarına çıkmıyordum veya gelmeyeceğimi söylüyordum.

Demek istediğim... insanları bu tip dönemlerde kendimden uzaklaştıran kişi bendim. Benim huysuzluğumdan, somurtup durmamdan ve konuşmamamdan şikayet etmiyorlardı. Abim eğer onu geçiştirmeyeceğimi bilse neyim olduğunu sorardı ama geçiştireceğimi çok iyi bildiğinden bana zaman ve sessiz bir alan tanımayı tercih etmişti. Muhtemelen çocukların da bakış açıları Jack'in bakış açısına yakın bir şeydi.

Kalemi parmaklarımın arasında çevirmeye devam ettim. Bir şeyler yazmam gerekiyormuş gibi hissettiğim için yaklaşık iki saat önce dolaptan birkaç parça A4 ve büyükbabamın ziyaretinden kalma saman kağıdı bularak kendimi mutfak masasına atmıştım. Aklımda bir şeyler vardı. Şarkı sözü gibi. Zihnimin içinde serbest bir şekilde dolaşırlarken tamamiyle toplanmayı talep eden bir kargaşayı andırıyorlardı. Onları toplamamın tek yolunun dağınık bir biçimde bile olsa kağıda dökmek olduğunu biliyordum. Ben de masaya bu amaç için oturmuştum zaten.

Ama gözlerimi mutfak masasının üstündeki buruşturulmuş A4 ve saman kağıtlarında dolaştırdığımda pek de başarılı olamadığım gözler önüne serilmişti. Anlamlı olabileceğini düşündüğüm sözler aklımdan uçup gitmesin diye kağıda yazıyordum fakat sonra nasıl olduysa, her birinin saçma olduğunu düşünüp kağıtları buruşturuyor, masanın bir köşesine ya da mutfak zeminine fırlatıyordum.

Kalemi bıraktım. Dirseklerimi masanın yüzeyine yaslarken başımı ellerimin arasına aldım. Parmaklarım saçlarımın arasına kaydı ve orada öylece durdular. Hiçbir şey yapamıyordum. İki duvarın arasında ezilmek üzere sıkıştırılmış zavallı bir böcek gibi hissediyordum kendimi.

Rory'i özlüyordum.

Üç gündür konuşmuyorduk. Ama ben ne bekliyordum ki? Ona sinirim geçene kadar birbirimizi bir süre görmememiz gerektiğini söylediğimde, ne olmasını umuyordum? İlk kesici, kırıcı adımı atan bendim. İpleri kopartmak üzere bıçağı eline alan kişi bendim. Ve Rory de asla altta kalabilecek türden bir kız değildi. Bu kadar sinirlenip, kırılacağını beklememiş olmama rağmen benim attığım adımın üstüne Rory'nin benzer bir yıkıcılıkla karşılık vermesi beni daha da öfkelendirmişti. Elime aldığım bıçağı kullanmam için bana yön vererek ipi kopartmıştı.

Gözlerim masanın üzerindeki cep telefonuma kaydı. Gelen onlarca mesaj bildiriminin ya da aramaların içinden Rory'e ait olanını bekliyordum. Fakat burada Rory'den bahsediyorduk. Böyle bir şey yaptığım için asla ilk arayan kişi o olmayacaktı. Onu arasam bile cevap vereceğinden emin değildim. Hatta konuşmayalım dedikten sonra bir de dönüp ona telefon ettiğim için dengesizliğim yüzünden öfkelenip beni mahvederdi.

Terrible Love || hemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin