4. bölüm

2.6K 832 174
                                    

HAPİSHANE

Hicran, aylar önce Erganili ile yaptığı konuşmayı sessizce yatağında uzanmış düşünüyor, düşünürken de ağlıyordu. Gözünden sakındığı kız kardeşini bir şekilde öğrenmişlerdi. Her sabah ona bir şey olacak korkusuyla uyanıyordu. Geceler artık daha da zehir geliyordu. Bazen ölümü düşünüyordu ama sonra "Ya kardeşimin bana ihtiyacı varsa," diyerek vazgeçiyordu. Artık koğuştaki tek sıkıntısı kardeşiydi. Kardeşini öğrenmeleri dışında hiçbir sorunu yoktu. Ona işkence eden kadın, artık onu görmüyordu bile. Ama o kardeşinin bilinmesindense, işkence görmeyi tercih ederdi. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama artık rahatsız edilmiyor, hatta el üstünde tutuluyordu.

Düşünceleri başını döndürüyordu. Kardeşinden neredeyse iki senedir haber yoktu. Bir kez olsun arayıp sormamıştı bir haber yollamamıştı. Artık umudunu yitiriyordu. Bu kadar nankör olamazdı. En azından nasıl olduğunu sorabilir, iyi olduğuna dair bir haber verebilirdi. Hayır! Feda, asla nankör biri değildi. Peki, onu haber göndermekten alıkoyan neydi? Belki de başı beladaydı. Belki de Hicran'dan daha çok kötü bir durumdaydı.

Ve o adamın sözleri aklına geldi.; 'f*hişe!' demişti. Neye dayanarak böyle bir cümle kurmuştu? Feda, o olay yaşandığında daha on üç yaşındaydı. Hicran kadar güzel ve alımlı, hatta onun kadar kadınsı bile değildi. Kardeşinin nasıl biri olduğunu bilmese söylenenlere inanacaktı, ama kardeşini babası büyütmüştü. Delikanlı biri gibi yetiştirmişti, özü sözü birdi. Kimseye eyvallahı olmayan, küçük yaşına rağmen birçok şeyin farkında olan bir çocuktu. Ona güveniyordu ve gelmemesine rağmen onu çok seviyordu. Şimdi çıkıp gelse, "Şu ana kadar neden gelmedin?" diye sormazdı. Olan biten onca şeye rağmen kardeşine kırgın değildi. Sadece çok ama çok merak ediyordu.

Erganili, ısrarla Hicran'a kardeşi Feda'nın nerede olduğunu sormuştu. Hicran bu soru karşısında sadece susmuştu. Ne diyebilirdi ki? Bilmiyorum dese ne kadar inandırıcı olurdu? "Bilmiyorum, ondan ben de haber alamıyorum." Dese bu sefer de onun peşine düşmelerinden korkmuş, çaresizce susmuştu. Zaten son zamanlarda yaptığı en iyi şeydi susmak.

Mahkûmların duvarlara yazdığı hasret ve özlem dolu satırlar gözlerine takıldı. Okurken duygulanıyordu. Kim bilir, kaç hikâye daha geçmişti bu mahpusta? Kimler sevdiğini bırakıp da çaresizce beklemişti bu zindan gibi kasvetli yerde? Yazıları okudu. Bir tanesinde "Bedenimi duvarlara tutsak etse de kader, ben yüreğimi saldım gecelere sırf seni sevsin diye..." yazıyordu;

Bir başkası da şöyle diyordu. "Ben bir kader mahkûmuyum ve her gece sana doğru firar eder hayallerim. Bir kuytuda ağlaşır saatlerce yalnızlıkla, paçasından tutulup hücrelere atılır." Buna benzer yazılarla doluydu bu kasvetli yerin duvarları. Sıkılıyordu ve, ssıkıntısını bir tek okuduğu kitaplar giderebiliyordu. Hapiste geçirdiği bu iki yıl boyunca yüzlerce kitap okumuş, kendini birçok hikâyenin başrolündeki kızın yerine koymuştu. Ama ne yazık ki o hapishanedeydi ve işlemediği bir suçun bedelini ödüyordu. Onu kimseler tanımıyor, adını bile bilmiyordu. Kendini o kadar yalnız hissediyordu ki bazen okuduğu kitaplardaki kadınları kıskanıyordu. O Kadınlardan biri olmayı diliyordu. Güzel ve yaşanılabilir bir hayatı olsun istiyordu.

-"Hicran Kama, ziyaretçin var!" Sesiyle hayal dünyasından uyanmıştı. Ziyaretçisi gelmişti. Mevlüt dede dediği komşuları olmalıydı. Hapishanenin yalnızlık kokan koridorunda yürürken bir umut doğdu yüreğine ve kalpten dualar etmeye başladı. "Allah'ım ne olur gelen kardeşim olsun." Kapı gıcırdayarak açıldı. Hicran güzel gözlerini kocaman açıp, heyecanla ziyaretçi salonuna baktı. Beklediğini göremeyince de gözlerinin feri söndü, hüzün çöktü, gözlerine yaşlar doldu. İstemsizce ah çekti. Gelen ne yazık ki Feda değildi.

"Ağlama kızım, ağlama. Yüreğimi delip geçersin, yapma böyle."

"Ağlamayayım da ne yapayım Mevlüt dede, sen söyle?"

FEDA-İ "DELİKANLI KIZ"  | Kitap OlduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin