16. bölüm

1.1K 543 64
                                    

KARAKOL

Komiser Arif, “Otuz gün içinde tam dört yüz otuz sekiz istismarcı koruma talep etti. Bu sizce normal mi?” diye sordu.

“İnsanlar seri katilden korkuyor. Bunu istemelerinden daha doğal ne olabilir ki?”

“İnsan dediğiniz kişilerin hepsi çocuk katili ve son gelen aftan yararlananların hepsinin sicilleri oldukça kabarık! Bu kişilere özgürlük verdiğimiz yetmezmiş gibi bir de koruma isteklerini kabul etmek, o masum çocuklara ihanettir!”

“Bu dosyayla ilgilenmek zorunda değilsin, istersen başka bir dosyaya bakabilirsin.”
“Bu kadar basit değil mi?”
“Arif!”
“Ne diyeceğini biliyorum abi. O yüzden gerek yok!”
“Bu konudaki hassasiyetini anlıyorum, ama tavırların yüzünden başın belaya girecek! Rengini bu kadar açık etme.”

Duyduğu ikaz karşısında sessiz kalmıştı Komiser Arif Arıkan. Aslında söyleyecek çok şey vardı, ama susmak ortamdaki laf kalabalığına sessizce yapılan gürültülü bir eylemdi. Komiserin canı fazlasıyla sıkkındı. Çünkü yüzlerce caninin koruma talebi kabul görülmüş, seri katil yakalanana kadar özel olarak korunacaklardı. Seri katil her yerde özel ekipler tarafından arandığı gibi başına konulan beş milyon liralık ödül de iki katına çıkartılmıştı. Komiser, o gece takip ettiği gence dair bazı ipuçları bulmuştu. Bu yüzden en kısa zamanda onu bulup yakalanmaması için uyaracak, hatta yardım edecekti.
***
TERK EDİLMİŞ ESKİ BİR BİNA

Gizli bölme…

Delikanlı az önce gelmiş ve uzandığı koltuğun üzerinde öylece tavana bakıyordu. Kara’nın sözleri kulaklarında çınlayıp duruyordu. “O kız bir f*hişe!” demişti Kara. “O kız bir f*hişe!” Bu sözleri aklından bir türlü çıkmıyordu. Ablasını tanımasa Kara’nın yalanlarına gerçekten inanabilirdi, çünkü kendinden öyle emin konuşuyordu ki sanki söylediği şeyin kanıtları elindeymiş gibiydi. Kara’yla iş birliğini kabul etmişti. Sebebi açıktı. Kara’nın başka birini tutup ablasının başına bela etmesini istemiyordu. Kabul etmezse para karşılığında bunu yapacak birini bulmak onun için çok kolaydı.

Kara, “Kızı kaçır ve bana getir!” demişti. Tabii ki de bunu yapmayacaktı. En azından ablasının güvenliğini sağlayana kadar Kara’yı oyalayabilirdi. Öfkeden yerinde duramazken sakinleşmek için ısındığı kum torbasına üst üste defalarca yumruk attı. Nefesi kesilene kadar aynı şeyi tekrarladı. Onu defalarca çalan telefonu durdurmuştu. Telefonun ekranına soğuk bir bakış attı ve ardından “Ne?” diye sinirli bir şekilde cevapladı. Karşıdaki kişi her ne söylediyse hızla kumandaya uzanıp televizyonu açtı. Bir şey ararcasına kanalları hızlı hızlı geçti. Ardından rastgele bir haber kanalında durdu. Gözlerini hiç kırpmadan öylece baktı ekrana. Öfkesi dinmiyor, aksine artıyordu. Zaman durmuştu sanki. Gördüğü şeyi kabullenmek istemiyordu. Eğer kabullenirse bunca zaman ki direnişi boşa gidecekti. Hayır der gibi başını iki yana salladı ve ardından, “Hepinizden nefret ediyorum! İğrenç insanlar!” diye acıyla söylendi. Gördüğü şey aftan yararlanan çocuk istismarcılarının koruma talebinin kabul edilme haberiydi. Bunu kabul etmek canını yakıyordu. Kara’dan sonra bir de bu haber onun canını fazlasıyla sıkmıştı. Sessizce gizli bölmeden çıkıp gecenin karanlığına karıştı. Şu an bir hiç olmayı ne kadar çok isterdi.

Kafasında onlarca şey vardı, ama en cazip geleni ölümdü. Fakat söz vermişti ablasına, canına kıymayacak, bunu asla yapmayacaktı. Yürürken aklındaki laf kalabalığından kurtulamıyordu. Bir yanda Kara’nın, ‘O kızı bana getir!’ sözleri, diğer yandan televizyonda duyduğu çocuk istismarcılarına devletten tam destek haberi. Bir insan aynı anda herkesten nefret edebilir miydi? Delikanlı bunu yapabilen tek kişiydi. İnsanlar midesini bulandırıyordu adeta. Yürürken yanından geçen tanımadığı herkes, sahipsiz sokak hayvanları bile farkındaydı. Yüzünde bir soğukluk vardı. Hayattan bezmiş, usanmıştı. Nefret, kin, öfke onun adıydı sanki. ‘Korku’ bile korkuyordu onun bu umursamaz ve vurdumduymaz halinden. Her şey ona hatırlamak istemediği şeyleri hatırlatıyordu. O geceyi de… Nasıl böyle bir hata yapmıştı? O adama neden güvenişti? Hayatı mahvolmuştu. Yetmemiş ablasının da hayatını da mahvetmişti. Bir de bunun vicdan azabını hissediyordu şimdi. Gecenin geceye bile ağır gelen yükünü sanki o omuzlamıştı. Yürürken duyduğu tek şey kalp atışı değildi. Yüreğinde ki vicdan azabının rahatsız eden çınlamasını da duyuyordu aynı zamanda. Hayat nasıl da acımasız, nasıl da kördüğümdü. Bazılarını görmezken, bazılarını hiç es geçmeden ezip duruyordu ve Feda bu ezilmişlik karşısında kendini yenilmiş hissediyordu. Bütün bu kafa karışıklığını ortadan kaldıran bir sesti onun dikkatini çeken şey.

FEDA-İ "DELİKANLI KIZ"  | Kitap OlduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin