•yirmidört•

6K 397 181
                                    

———

Pazartesi (aynı gün)
(23.25)

Hayat bizim için planlar yapıyor, kimi zaman o planları yaptığını unutuyordu. Tüm yarım kalışlarımın, eksikliğimin başka bir açıklaması olamazdı. Kalbimde kaç umudun kuruduğunu, kaç kez aynı umuttan kırıldığımı kendim saymayı bırakmışken birilerinin bunu fark etmesini beklemiyordum. Ki fark etseler de yine yolun sonunda kırıklarımdan aşağı yuvarlanacaklardı. Öyle bir yokluktu benimkisi, fark edilişimin artması demek daha çok yok oluşum demekti.

Buğra'nın gelişini dört gözle beklerken aynı zamanda gelmemesini de beklemem belki de bu yüzdendi. Ruhum iki parçaya öyle keskin çizgilerle ayrılmıştı ki bir parça diğer parçaya karışamıyor, varlığını hissettiriyor ama bir o kadar da önemsiz görüyordu kararlarını. Git ve gitme. İki harfin bana yaşattırdığı acıyı sadece iki harf yüzünden kaybedenler anlardı.

Gözlerim birkaç dakika önce durulmuş yaşlarına, kurumasından ötürü zorunlu olarak devam edemezken duyduğum kapı yumruklama sesi bir nebze de olsa aslında var olduğumu hissettirdi. Delirmiyordum, bu evin kapısı arada çalınabiliyordu.

Buğra'nın kendine özgü çalışı çok da sağlam olmayan evimin kapısını zorlarken içeri girmemesi gibi bir ihtimali düşünemiyordum. Üstümdeki battaniyeyi bir çırpıda yatağa atıp koşa koşa kapıya koşuşum da bu yüzdendi. O girmeden karşılamayı iyi yapmalıydım.

Kapı kolunu indirip telaştan uzak, tek düze olmaya zorlanmış yüzü gördüğümde tüm acılarım birazda olsun hafiflediklerini hissettirerek selam çakmayı ihmal etmedi. Hem acıtması, hem de kulağıma derin bir nefes alarak iyi olacak diye fısıldamış gibi hisler vermesi, iki zıtlığın beynimde vuku bulmuş hali olabilirdi ya da mantıklı sebep onun kulağıma hiç yaklaşmamış olmasıydı. Kısacası, Buğra bana hiç iyi gelmiyordu.

"Niye geldin?" Dedim aksi çıkarmaya çalıştığım sesimin kulaklarıma, iyi ki geldin diye çalınacak kadar aciz geldiğinin bilincine son anda varıp.

"Bilmiyorum." diye fısıldayıp benden izin almadan yanımdaki boşluktan eve adımını attı. Yüzünü bana dönmeden yokluğumun kalesinde ilk kez geliyormuş edasıyla gözlerini gezdirerek "Ev dışarısından daha soğuk." dedi. "Kışın ortasındayız. Soba yakmıyor musun?"

Görmesemde içi benim kadar boş sobaya baktığını anlıyordum. Açlıktan bayılmak üzere olduğum günü hatırlamasını istememem,cevap vermemek için güzel bir nedendi. Onun gözünde bir daha o konuma düşmek istemiyordum. Fakat mesaj atarak bu anı da kendim yaratmıştım bir bakımdan.

"Odama gidebiliriz, sıcak orası." diyerek ondan önce asıl mabedime ilerdim. Arkamdan kısa ama net adımlar atarak benimle oraya girdi. Odanın ortasında sebepsizce dikilirken elimle yatağımı işaret ettiğimde yakaladığım o tereddüt dolu bakış, bir kez daha bağırarak isyan etmeme yol açabilirdi.

O kocaman tereddütü yanına alıp yatağa ilk adımını attığında önüne geçip ellerimi göğsüne koyarak engelledim onu. Konuşmadım o an. Başkalarını aldığım yatağıma oturmaktan iğrenen bir adama ne diyebilirdim? Sen başkasın mı? Artık o kadar da pis sayılmam mı? Hayır. Burada susması gereken her zamanki gibi bendim.

O duraksadığında arkamı dönüp bu sefer ben yatağıma ilerleyerek üzerindeki çarşafı bir hışımla çekip aldım. Yeni yıkanmış olması da üzerindeki battaniyenin ve yastığın odanın bir köşesine gitmiş olması da umrumda değildi. Artık bu yaftadan kurtulmam gerekiyordu. Bu lekenin gerçek Bera'nın önüne geçmesinden yorulmuştum.

"Oturma oraya." Elimdeki çarşafı yırtmaya çalışırken acıyan avuç içlerim yine bana bu dünyada bir şey değiştirmeyeceğimi çok güzel hatırlattı. "Pisim ben. Yatağım pis, evim pis, bedenim pis." Suçlu avuçlarımı ona göstererek "Bak bana!" diye bağırdım yüzüme bakmaya çekinen gözlerini kendime yönlendirerek. "Bu eller pis. Tutulmak için yaratılmadılar. Kimse onları öpmeyecek. Öpmek istemeyecek."

Yine gözlerini kaçırdı. Varlığının verdiği huzur kadar bakışlarını da kaybetmiştim. Soğuk evimi ısıtan, bedenimden ağır bir mayışma hissini geçirten adam şimdi ayaklarımla tutunduğum yerin, kazağımdan içeri süzülen havanın bana dikenler batırmasına neden oluyordu.

"Bak Allah'ını seversen, bak." Pis ellerimden birini yüzüne uzatıp duvara dönük başını kendime çevirdim. "Sözlerinin üzerimde yarattığı etkiyi hiç mi görmedin? Ölmüyor muyum gözünün önünde? "

Bana değmemek için çabalayan bakışları sonsuza kadar bende kilitli kalacakmış gibi değdiler gözlerime. Onun da acıda çırpındığını o an fark ettim. Benden ne aşağı kalır yanı vardı ki Buğra'nın? Acının nedeni önemli değildi önemli olan o gözlere dışarı taşarak yerleşmesiydi.

"Sen niye acı çekiyorsun?" Az önce bağırıyordum, şimdi ruhumun diğer tarafı en naif sesiyle konuşuyordu. İşte bu taraf hep daha çok canımı yakmıştı.

Geldiğinden beridir ses etmeyen adam "Allah  kahretsin." diye fısıldadı tüm kontrolü eline alıp yüzümü avuçlayarak. "Ben senin acını unuttum. Babanı unuttum, anneni unuttum, sahip olamadıklarını, hayatının alt üst olduğunu unuttum. Allah beni kahretsin."

Öyle içten söylüyordu ki "Kahretmesin." diye onlarca kez mırıldandığımın farkına o sessizleşene kadar varamamıştım.

Beni yüzümü tutmayı bırakmadan yatağa ilerleyerek yan  uzattığında, kuruduğunu sandığım göz pınarlarından süzülen yaşlar boğazımdaki yumru geçsin diye hıçkırıklar sardı etrafına. O yumru geçmiyordu, ben de daha çok bağırarak ağlıyordum. Odada yankılanan tek ses benim sesimdi. Bu sesi duymaktan sıkılmıştım. Kendi sesimden, hiçbir şeyden sıkılmadığım kadar sıkılmıştım.

"Ağlama, gözünü sevdiğim. Saatlerdir ağlamışsın zaten."

Yerde kalan bacaklarımı kendime çekerek iyice küçülüp onunda yüzümdeki ellerini çekmekten vazgeçmeyerek aynı şeyi yapışını izledim.

Hıçkırıklarımın arasından "Gözünü sevdiğim mi?" diyerek ona verdiğim önemi kanıtladığımda, yüzünde gülmek amacıyla değil de bir gerçeği fark edişin getirisi olan minik bir gülümseme oluştu.

Ona hayran olduğumu bir kez daha anladım bu gülüşle. Böyle güzel gülen bir adama güzel bakmamak ayıptı. Sadece ben böyle bakayım istesem de, o gözümde şehrin orta yerinde sergilenecek şaheserlerden biri olmaya adaydı.

Gülüşü bende iyileştirici bir etki bırakarak hıçkırıklarımın yerini arada yoklayan bir iç çekişe dönüşmesini sağladığında "Bera." diye soludu yüzüme doğru.

Çatlayan sesimi düzeltme gereği duymadan hevesle "Efendim?" dedim. Ondan sözler duymaktan çekiniyor olmam, sesini duymak için çırpınmayacağım anlamına gelmiyordu.

"Sana hayatın hakkında tek bir söz söylersem gel yüzüme tükür. Bağır, çağır, döv... aklına ne gelirse gelsin bana kızdığında yap. Hak etmiyorum diyorsun bir şeyleri. Asıl ben senin bu kadar düşünceli oluşunu hak etmiyorum."

Yüzümün biraz ötesindeki yüz, hissetmekten haz aldığım nefesini kullanarak fısıldarken sözlerini, gülümseyerek alnımı alnına yaslayıp kendime söylemekten çekindiğim kelimeyle yaklaştım kulağına.

"Sevdiğim insanlara  kızabilirdim, eğer sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi.* Sana kızmam Buğra, ama sen yine de kırıldığımı anlarsın."

———

*Orhan Veli Kanık- Mahzun durmak

Herkes acısını diğerlerine acı çektirmeye çalışarak hafifletemez. Hayat belki bunu yapmaya uğraşmayı da gerektiriyor bazen ama uğraşmak, başarmak anlamına gelmiyor.
Bera da uğraşıyor ama çoğu zaman başaramıyor.
Onun fazla kırılgan fazla ezik olduğu düşünenlere duyurulur.

Öptüm.😘

🐘🔸

Siyah Yüzlü Çocuk [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin