•kırkdört•

3.8K 267 186
                                    


Medya : Çağan Şengül-Tuzak

———

Pazartesi
(08.37)

Avuçlarımın içi terliyor, nefesim ritmini bulmaya çalışırken beni boğuyor, ayaklarım olduğu yerde durmayı reddedip varabildiği en son hızla sallanıyordu. Beş dakika dediği halde  hata yapıp ondan önce gelişimin cezasını böyle çekiyordum. Ne konuşacağımızdan bile emin değilken kafamda türlü türlü konuşma taslakları oluşturmuştum. Söyleyeceği her şeye bir cevabım vardı fakat bunları o karşıma geçtiğinde söyleyebilecek miydim orası meçhuldü.

Sonunda nefesim tamamen tıkandığında kapıya sırtımı dönerek kafamı açık pencerenin pervasıza yasladım. Acilen kendime çekidüzen vermem gerekiyordu yoksa onu da kendimi de hiç olmayacak düşüncelere sevk edecektim.

Kapı usulca açılıp kapandığında kafamı hafif bir acı yaratacak şekilde pervaz vurup arkamı dönerek kendime gelmek için son bir çaba sarf ettim fakat bu canımı acıtmaktan başka bir işe yaramamıştı.

"Ne o kafanı duvarlara mı vuruyorsun artık?"

Ses tonundan yayılan alay etrafımızı sararken ona ayak uydurmakla uğraşmadım. Zaten düşünemeyecek kadar gergindim ve bu hareketlerime de yansıyordu.

"Neden çağırdın beni buraya?" Direkt konuya atlamak gibi bir niyetim olmasa da ağzımdan çıkanları durduramamıştım. Konuşamayacağımı söylüyordum fakat konuşamayacak biri için fazla aceleciydim.

"İstersen tüm okulun gözü önünde konuşalım." deyip kapıya doğru döndüğünde hızlıca atılıp kolundan yakalayarak durdurdum onu. Az öncekine göre daha sert bakan gözleri bir kolundaki elimde bir de gözlerimde salınıp duruyordu. Bu sanırım elini çek demekti. Yaptım da. İstemesem de aramızdaki mesafeyi açmadan aksine yaklaşarak elimi kolundan çektim.

"Tamam, gitme." dedim kafamı yere eğerek. Levent hissetmiyordu belki ama o gitme, söylerken titrememe sebep olacak kadar başka anlamlar içeriyordu.

Kafam çenemi tutan eli vasıtasıyla yukarı kaldırıldığında, daha da yakınlaşmış olduğumuzun farkındalığıyla panikleyip çenemi tutuşundan kurtarmaya çalıştım fakat daha da sıkı tutarak beni engelledi.

Cevabını alamadığımdan değil, yalnızca sıcaklamama neden olan yakınlıktan dolayı "Neden çağırdın?" diyerek sorumu yineledim fısıldayarak.

"Özledim."

Dudaklarının arasından dökülen tek kelimeyle dumura uğramış bir vaziyette, ona bakmaktan imtinayla kaçırdığım gözlerim gözlerini buldu ciddiliğini ölçmek için.

Ya ben Levent'i hiç tanımamıştım, ya da beni gerçekten özlemişti. Çünkü gözler yalan söylemezdi ve yüzümde gezintiye çıkmış bakışları, söylediği sözün kendisinden çok giderilmek için uygulamaya konulmuş halini işaret ediyordu.

Yanaklarımın utançtan kızardığının bilinciyle tekrar kafamı çekmek için hamle yaptığımda bu sefer izin verip benim yerime aramızdaki mesafeyi arttırarak kocaman bir sırıtma eşliğinde "Hiç değişmemişsin." deyip sınıfın ortalarına doğru ilerledi.

"Hala utandığında yanakların kızarıyor. Ve ben hala aptal gibi bunun masumluğundan kaynaklandığını düşünebiliyorum."

Sırtı bana dönükken "Sahiden." diyerek ani bir dönüş yapıp iki büyük adımla tekrar önümde bitti. "Sahiden yaptığın onca şeyden sonra nasıl bu kadar basit bir sözle kızarabiliyorsun?"

Siyah Yüzlü Çocuk [boyxboy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin