———-Levent
Pazartesi
(13.01)Elimdeki hiçbir şeyin kıymetini bilememiştim. Beni seven hiç kimseye sevgimi hissettirememiştim. Duygusuz bir insan değildim fakat duygularımı nasıl göstereceğimi de bilmiyordum. Bu zamana kadar hep böyle olmuştu ama artık elimden gelenin en iyisini yapıp Beraya bir şeyleri göstermeliydim.
Belki aldatmacaydı bilmiyorum, ona sana inanıyorum dediğimde soyut şeylerden dolayı inanmayı seçmemiştim. Zaten araştırıyordum ve bazı sonuçlara ulaşmıştım. Mesela babama mesaj atan Facebook hesabının mailine ulaşmak, anlayan birinin yardımıyla o mailin son kullanıldığı cihazı ve konumunu bulmak zor olmamıştı. Yıllardır aptallık edip duyduğuma inanmış olmasaydım daha erken anlayabilirdim bazı şeyleri fakat dediğim gibi aptaldım. Kendi hatasını göremeyecek kadar egoya bulanmış bir aptaldım.
Ege'nin yaptığına ilk başta şaşırmıştım ama sonrasında taşlar bir bir oturmuştu kafamda. Tek bir şeyi bilmiyordum, o da ona kimin yardım ettiğiydi. Çünkü Ege'yi biraz olsun tanıyorsam vicdan azabıyla bana her şeyi anlatır, en azından bir yerde açık verirdi.
Şimdi önemli olan bu değildi. Bera'nın benimle gelmek istemeyişiydi önemli olan. Evde bulamadığım için çalıştığı kafeye giderken de aklımda sadece bu vardı. Benimle gelmek istememiş, Buğranın yanında da durmamıştı. O güzel kalbiyle vicdanının sesini dinliyordu fakat bir yerde kendisini de düşünmesi gerekiyordu. Bana aşıktı, ona yıllardır aşıktım. Bunu hiç kimse, hiçbir olay veya durum değiştiremezdi.
İş ve okul saati olduğundan olsa gerek sinek avlayan kafeye girdiğimde dikkat çekmem öyle uzun sürmedi. Masaları silen Bera kafasını kaldırıp beni gördüğü gibi başka bir masaya yönlenmeyi seçmişti.
"Okulda olman gerekmiyor muydu senin?"
Dalga geçer gibi konuşmuştum ama önümde kızarmış vaziyette dururken onu öpmemek için bulduğum yoldu bu da benim.
Oflayarak senin yüzünden deyip elindeki bezi masaya fırlattı. "Bir rahat bıraksan derse girecektim."
Onu öpmek istiyordum. Kollarımın arasına alıp yeterince hissedene kadar sarılmak, kokusunu içime çekmek istiyordum ama içeride birilerinin olabileceği ihtimali beni yerimde tutuyordu.
"Kimse var mı içeride?" diye sorarken gözlerimle arka tarafı işaret etmiştim.
"Akşama kadar açık değiliz. Kimse yok." Gözlerini geldiğimden beridir benden daha çok ilgilendiği beze dikmiş cevap verirken kendimi tutmam daha da zorlaşıyordu.
"İyiymiş. Peki çok tatlı olduğunu söyleyen olmuş muydu daha önce?"
Flörtöz tavrıma bana göstermemek için çırpındığı minik bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra toparlanıp "Laftan anlamıyorsun sen." dedi fırlattığı bezi geri alarak.
"Laflarının bir gerçekliği olmayınca dikkate alamıyorum pek kusura bakma." deyip yanına adımladığımda cesurca karşıma dikildi.
"Demek anladın?" Ardından beni iğneleyecek sözlerin geleceğini bilsem de kafamı sallayarak onayladım onu.
"Bu zamana kadar sana kendimi anlatırken nerdeydin onu da bir söyle."
Haklıydı. Şu an beni yerin dibine gömse yine haklıydı. Hatta haklı olmadığı zamanlarda sahi ona haklı dememi gerektiren bir durum vardı ortada. Ona inanmayarak hayatımın hatasını yapmıştım. Kendimi de onu da saçma bir hayata sürüklemiştim ve bunu düzeltmek yine benim görevimdi.
"Ben gerizekalının önde gideniyim."
Başıyla onaylayıp sinirden koyulaşmış gözleriyle aramızda çok az mesafe bırakarak biraz daha yaklaştı bana.
"Gerizekalısın."
Yakınlığımızı beni iterek bozup "Aptalsın." dedi bu kez.
"Hiçbir halttan anlamayan öküzün tekisin. Benim nasıl bir hayat yaşadığımı bilmiyorsun. Seni ne kadar çok beklediğimi, babamın yokluğuna ancak seninle katlanabileceğimi bilmiyorsun. Beni sadece senin mutlu edebileceğini bilmiyorsun."
Sesi git gide yükselirken söyledikleriyle küçülüşüm de artıyordu. Utanıyordum. Bana ihanet etmiş olsa bile yanında olmalı, onu o kötü gününde tek başına bırakmamalıydım. Ama ben de küçüktüm. Babamın işkenceleri aralıksız sürerken, hastaneden çıktığım gibi iyileştiğim için dahi dayak yerken ona yardım edemezdim. O babasını kaybeden masum bir çocuktu, ben ise babasının onu hiç sevmeyeceğini kabullenemeyen her şeyden nefret eden aptal bir çocuktum.
"Bitti mi?" Nefes alışverişine dahi yansıttığı öfkesiyle önümde dikiliyordu.
"Bitmedi amına koyayım bitmedi. Bilmediğin o kadar şey var ki saatlerce saysam yine bitmeyecek." Beni bir kez daha ittiğinde kollarını yakalayıp onu durdurdum. Onun da bilmediği şeyler vardı. Bunları ona şu saatten sonra onu toparlayacak adam olarak anlatıp kendime bile yararımın dokunmadığını göstermeyecektim ona. Babamdan korktuğumu, akşamları o gelmeden odama kapanıp varlığımı en aza indirmeye çalıştığımı bilmeyecekti. Annemin bana yapılanlara sesinin çıkmadığını da bilmeyecekti. En azından ben üniversite kazanıp onlardan kurtulana kadar benim iğrenç hayatıma dahil olmayacaktı.
"Sakin ol tamam mı?"
Kollarını ellerimden kurtarmak için çırpınıyordu.
"Bırak beni lan. Bırak beni."
Bedenini sarmalayarak onu durdurmaya çalıştım.
"Bırakmayacağım. Seni değil şimdi, hiçbir zaman bırakmayacağım. İster sevgilim ol, ister arkadaşım ol, istersen de hiçbir şeyim olma seni bırakmaya niyetim yok."
Sakinleşti; sarılmam değildi işe yarayan, sözlerimdi. Onu bırakmayacak olmam, onu sakinleştiren tek şeydi.
"Doğruyu söyle." Alnını boynuma yerleştirip derin soluklar alarak fısıldadı.
"Doğrusu bu."
Belindeki ellerimi yavaşça onu ürkütmektedir çekinerek saçlarına çıkarıp bir de öpücük kondurdum oraya.
"Nasıl güveneceğim sana? Ya bırakırsan? Ya yine tek başıma kalırsam. Buğra da Yanımda olmaz artık."
Biliyordum işte. Buğrayı masumca bir bencillikle sadece yalnızlıktan yanında tuttuğunu biliyordum. Buna sevinmem normal olmasa da onu sevmemesi hoşuma gitmişti.
"Sözüm söz. Yemin ederim bırakmam."
Daha fazla konuşmadı. Yalnızca konuşmadan da bazı şeyleri anlatarak ceketime tutunmuş ellerini boynuma sardı o kadar. O kadar diyordum ama yeterdi. Bundan fazlasında gözüm yoktu.
———
Yine saçmalamalardayım
Şu hikayeyi bitirsek de ara verdiğim için kopuk kopuk olan bir hikayeden düzgün bir hikayeye geçiş yapsak
Neyse olur böyle şeyler
Öptüm
🐘🔸
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Yüzlü Çocuk [boyxboy]
סיפור קצרDüşündükçe bir çıkar yol bulamayanlar, aşka sarılırlar.