Odaya hızla dalan ikizler büyük bir tartışmanın içerisinde birbirleriyle kavga ediyorlardı.
“Senden üç dakika önce doğarak Dük unvanına varis oluyorum. Abinim senin.”
“Kabul etmiyorum. Daha ok atmayı beceremiyorsun ama benim hak ettiğim unvan senin oluyor öyle mi?”
Miranda terden ıslanan yüzüne yapışan saçları çekerken nefes nefese soluyarak yorganın altından çıktı. Hızlı solukları ağzını kapatıp solumasına zorluk çıkarıyordu. Sesli soluyunca elini ağzına örttü. Çok geçmeden bir baş daha yorganın altından çıktı. Jason ve Miranda henüz kendi tartışmalarının içinde olan oğlanların ilgi odağı olmadıkları için örtüyü çenelerine kadar çekerek kendilerine çeki düzen veriyorlardı.
Büyük oğlanlarının ismi Stephen, küçüğünün ki ise Sean’dı. En önemlisi ikizlerdi.
Miranda utancından kızardı. 8 yaşındaki oğullarının arasında kalacaktı. Jason olaya müdahale etmek için yerdeki robdöşambrına uzanmaya çalışıyor, örtünün altından çıkamadığı için alamıyordu.
O sırada kapıda bir hareketlenme oldu. Emily ellerini beline dayayarak kapıda dikildi.
“Anneeee” dedi Miranda utancından mızıldanarak. “Şunları odadan çıkarır mısın?”
Emily yan gözle kızına ve damadına bakarak bıyık altından gülüp torunlarının başında dikildi.
“Siz ne yapıyorsunuz burada?”
“Büyükanne, Sean’a benim yetkili olacağımı söyler misin? Markiyim ben!”
“Ben de Markiyim. Babam ölmeden neler konuşuyorsun? Seni unvan meraklısı…”
“Yeter, susun! Hadi dışarı. Bir daha kapı vurmadan ve izin verilmeden içeri girmeyin. Bazılarının işini bölebilirsiniz çocuklar.”
“Annemler mi?” Sean başını çevirip yatağa bakınca Miranda hemen örtünün altına saklandı. Jason ise küçük oğluna bir kaşını kaldırarak bakıyordu.
“Sean, atlar konusunu düşüneceğim.”
“Af edersin baba!”
“Hep sorunlusun Sean,” dedi Stephen bilgiç bir tavırla.
Emily çocuklarla dışarı çıkarken Miranda’nın omuzları sarsılıyordu. Jason karısının garip haline bakarak omzuna dokundu.
“gülüyor musun?”
“Tanrım, oğullarım büyüdükçe daha fazla çekilmez oluyorlar.”
Jason karısını kendine çekerek yastığa başını yasladı. Miranda onun göğsünde elini dolaştırıyordu. Karnına doğru inerken eline hafifi pütürlü bir yer geldi. Gözlerini oraya çevirdi. Bu geniş yaranın nasıl olduğunu çok iyi hatırlıyordu.
Jason karısının eski yarasına baktığını görünce elini tutarak dudaklarına getirdi. “Üzülme aşkım.”
“O günü unutamıyorum.”
“Kötü günler unutulmak üzere iyi günler vardır. Mesela şu an. Sen yanımdasın. Oğullarımız büyüdü ve sağlıklılar.”
Miranda onu duymuyormuş gibi düşüncelerini dile getiriyordu. “Loren seni nehirden çıkardığında karnından bir sürü kan geliyordu. Durmadığı için doktor bile hayatının risk dolu olduğunu söyledi. Günlerce yatağının kenarında uyudum. Ah Tanrım, öleceğinden o kadar çok korktum ki…”
“Benim sözlerim gökyüzüne dağılıyor, sevgili düşesim.” Jason gülerek karısının çenesinden kaldırdı. “Yoksa yine karımın sözlerimi dinlemediğini düşüneceğim.”
“Seni kaybetmekten çok korkuyorum.”
“Beni kaybetmeyeceksin. Yıllar boyunca yanında olacağım küçüğüm.”
“Aramızdaki yaş farkından dolayı üzüntüm büyük ama.”
Jason’ın yüzü kasılır gibi olup tekrar rahatladı. “Sen benim bunca yıllık hayatımdaki en güzel armağanımsın. Eksik geçen yıllarımıza inat bugünü doyasıya yaşayalım. Sen aşkınla beni kabul et,” onu sırt üstü iterek üzerine çıktı. Miranda ellerini onun yüzüne dayadı. Kulaklarının kenarlarında beyazlar belirginleşmişti. Yine eski yakışıklılığı ile ona bakıyordu.
“Her zaman seni kabul ederim. Son nefesime kadar.”
“Benim yaramaz, mutluluk güneşim, kitap kurdum, sevgili küçüğüm. Seni o kadar çok seviyorum ki.”
“Benim Buz Kralım, Dük bozuntum,” Ensesinden bastırıp kendi dudaklarıyla buluştu. “En büyük aşkım.”
“Dünyadaki bütün sevinci taşıyan, bu yaşam dolu yeşil gözlerinle bana bak, yaşlı kalbim yorgun düştüğünde bile ayağa kalkacaktır, küçüğüm.”