Jason Miranda’yı kitaplarıyla baş başa bırakması gerektiğini düşündü. Ne yaparsa ne derse mutlaka aksi bir şekilde cevap veriyor, kendisini fazlalıkmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Bir gece önce yaşadıkları doyumsuz hazzın hala etkisinde olan vücuduna karşılık karısının hiçbir tepki vermemesi çok can sıkıcıydı. İnatçılığının bu konu üzerinde geçersiz olmasını istiyordu. Aynı karşılıkla kendisine gelse, barışsalar… Hızla başını salladı. Miranda onu kolay affetmeyecekti.
Diğer yandan Miranda ise yeni hediyesiyle baş başaydı. Jason’ın gerçekten affedilmek istediğini anlıyordu. Birkaç gün önce kitaba verdiği değer için ona garip bakan adam bugün ona koskoca bir kütüphane yaptırıyordu. Elbet bir gün affedecekti ama henüz değildi. İlk önce onunla oynaması gerekiyordu.
Gözleri rafların birine takıldı. Oraya doğru ilerledi. Kitabı nazikçe raftan alırken kapağının çekiciliğine bakıyordu. Kırmızı, sert bir kapağı vardı. Adına bakmadan içeriğini merak ederek ortasından açtı. Gördükleri karşısında gözleri irileşti.
“Bu da ne? Kadınla adam ne yapı… hiii” diyerek hızla kapatıp göğsüne bastırdı. Jason kitaplığı doldurabilmek için her türden kitap almış olmalıydı. Gözleriyle istemsizce tüm odayı tarayarak birine yakalanıp yakalanmadığına baktı. Aşk romanlarını çok okuyan biriydi ama böyle şeylere…
Miranda kitap, kütüphane ile kendi arasında kalacak şekilde arkasını dönerek iyice raflara yanaştı. Kitabı son kez açıp gözünün ucuyla diğer sayfalara gelişi güzel baktı. Ardından hızlı bir kapanış yapıp aldığı rafa eskisi gibi yerleştirdi.
Oradakiler fazlasıyla uçuktu. Bazıları da bir gece önceden tanıdıktı. Bu aklına gelince ürperdi. Kitaplarının aşkı o kadar yüksek gelmişti ki ağrıyan başını ve bazı yerlerini çok çabuk unutmuştu.
Odanın geniş penceresine doğru ilerledi. Jason ile hararetli başlayan birliktelikleri ilk amacını aşmıştı. Şimdi en büyüğünü gerçekleştirmek üzereydi. Elini gelişi güzel karnına koydu. Doktor ile görüşmesi gerekiyordu. Kadınların bir gecede hamile kalabildiklerini duymuştu ama hangi zamanlarda olduğunu bilmiyordu. En kötüsü de bu gece hamile kalamazsa bir gece daha beraber olacaklarıydı. Jason ona karşı nazik davranıyordu. İstediği şekilde rahat etmesi için yönlendiriyordu ama çok büyük bir sorun vardı.
Kalbi Jason’a daha çok alışıyordu. Yataktayken ona dokunmadan edememişti. Kaslarının hareketiyle canı yanacakken sıcacık sarmasına bayılıyordu.
Onu ittiği kadar kalbi resmen ona gidiyordu. Jason hediyesini verdikten sonra öpmek için yanına gelmişti. O zaman karşı koymuştu ama onu en çok kendisi öpmek istiyordu. Bir gece önce yaşadıkları o muhteşem uyumu her an her saniye yapmak istiyordu. Teninin ona değmesini seviyordu. Jason’ın dokunuşlarını seviyordu. Görünüşe göre Jason da onu seviyordu ama kalbi…
Miranda’nın gözlerinden iki damla sessizce süzüldü. Kalbi olmayan bir adama karşı kendi kalbini veremezdi. Bunu yapamazdı. Jason aşık olmadan ona aşık olduğunu söyleyemezdi.
***
Öğle yemeğinden sonra Vivian geliniyle beraber Altamines sınırları içerisinde yürüyüş yapmak istediğini söyledi.
Her şey hazırlandıktan sonra onları eşlik eden bir hizmetçi ile yürümeye başladılar.
Vivian mavi elbisesinin eteğini havalandırıp başını yukarı kaldırdı.
“Ah Altamines’i çok seviyorum. Burası bana cennet gibi geliyor.”
Miranda kadınla aynı fikirde olduğu için mutluydu. “Daha tam olarak gezememiş olsam da bana da öyle gelmeye başladı. Yeşil insanın ömrüne ömür katıyor. Kitaplarımı böyle ortamlarda okumaya bayılıyorum.”
Vivian ona döndü. “Kitap okumayı çok seviyorsun değil mi? Bugün Jason’ın sana koskoca bir kütüphane hediye ettiğini duydum.”
Miranda’nın hafif yanakları pembeleşti. Niye bilinmez bir anda utanmıştı.
“Doğduğumdan beri bende bir farklılık olduğunu düşünüyordum. Normal kızlar bebeklerle oynarken ben hep babamın çalışma odasına gider, masasının arkasındaki büyük kitaplıkla oynardım. Boyum yukarı yetmeyince raflara basar çıkardım.” O hallerini düşündükçe gülümseme istediği geliyordu. Kendi haline kıkırdayarak devam etti. “Bir gün sırt üstü yere düştüm. Babam çok korktu. Bir daha benim o odaya girmeme asla müsaade etmedi. Tabi okuyamıyordum ama kitapların kokusunu içime çekince çok mutlu oluyordum. O yazılar benimle oynuyordu adeta. Bir bebekten daha çok heyecanlandırıyordu.”
Vivian genç kadına gülümsedi. “Miranda Jason kitapları hiç sevmez, biliyor musun?”
Miranda durdu. Kadına dönerken gülümsemesi solmuş şaşkınlıkla ona bakıyordu. “Hayır bilmiyordum. Hiç fark etmedim.”
“Evalina ay da bir tane kitap okur ve nereye giderse mutlaka yanında götürürdü. Kitaplara o kadar değer veren biri sayılmazdı. Sadece…” Başını çevirip arkalarından gelen hizmetçi kıza az uzaklaşmasını işaret etti. “Hizmetçilerin birinden duyduğum kadarıyla onu kitap okumak için kullanmazmış.”
Miranda’nın aklı karıştı. “Nasıl yani?”
“Kitapların içini belli bir şekilde keserek oraya önemli mücevherlerini koyuyormuş. Onun bu hayatta değer verdiği tek şey, -buraya dikkat et lütfen, oğlum değil- Takıları! O yüzden Jason kitaplardan nefret etti. Onları sadece kamuflaj kullanılan basit bir kutu gibi düşünüyordu.”
Miranda neredeyse gülecekti. Ama ilk hangisine güleceğini bilemiyordu. Kitapları aklına doldurmak yerine, boynunu ve parmaklarını süslemek için kullanan basit bir kadın vardı. Diğer tarafta Jason’ın kitapları basit görmesi mantıklıydı ama kendisine ters bir durumdu.
“Kitapların insan gelişimi için çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Neden oraya saklıyordu ki? Londra’nın yarısı kitap okuyor diye biliyorum. Biri kitabı incelemek istemiş olabilirdi.”
“Sanırım Evalina da bunu göstermek istiyordu. Kitap okuyan zeki bir kadın olduğunu ama aslında hiç ilgilenmediğini… Ah bu arada kendisi iyi bir yazardı. Sürekli olarak günlük tutuyordu. Maalesef o günlüklerin nerede olduğunu hiç bilmiyorum. Belki odasına girersen o günlüklerinde oğlum hakkında kötü bir yazı bulursun.” Vivian derin bir nefes aldı. “Evalina oğlumun kalbini ve aşağı taraflarını iyi doyurduğu için Jason onu çok sevdi. Belki hakkında ufak bir isyanı, sevmediği yönünü yazmıştır.”
Miranda dudaklarını ısırdı. Bu mantıklı bir fikirdi. Ama bir daha o odaya girmeyeceği üzerine kendisine söz vermişti. Jason’a ilgilenmediğini söylemişti. Eğer içerideyken yakalarsa aralarında yine büyük bir sorun olabilirdi. Bu fikri daha sonra düşünmek üzere beyninin sonra ilgilenilecek kısmına yolladı.
Miranda kayın validesinin muhabbetini çok seviyordu. Komik bir kadındı. Kendisiyle nazik ve ilgili olması ona daha çok bağlanmasına neden oluyordu. Ne yazık ki ertesi günü gideceğini haber verdiğinde Miranda çok üzüldü.
“Birkaç gün daha kalsaydınız keşke.”
Vivian ona sıcacık gülümsedi. Malikaneyi oğluna bırakınca kendisi merkezi olması amacıyla şehirdeki evine taşınmıştı. Oradaki çevresiyle iyi vakit geçiriyordu.
“Sevgili kızım, istediğin zaman ziyaretime gelebilirsin. Jason seni getirir. Biraz geçince ben de gelirim. Üzülme şimdi”
Miranda ayrılıkları sevmediği için gözleri dolduğu halde ağlamasını tuttu. Hüzünle gülümsedi. Kadına sıkıca sarıldı. Jason kapıda durmuş onların vedalaşmasını sert bir ifade ile inceliyordu. Karısının annesine sevgiyle sarıldığını görüyordu. Halbuki birkaç sene önce eski karısı Evalina annesine değil sarılmak elini bile tutmazdı. Annesini pek sevdiği söylenemezdi. Vivian sadece oğluna sarılır ve gelinine nazikçe gülümserdi. Gözlerini Miranda’ya çevirdi. Karısı neredeyse gittiği için ağlayacaktı.
Vivian onu kucaklarken kulağına fısıldadı. “Kocanı affet, sev, ilgi göster ve kalbi senin olsun. Bu kadar basit. Geçmişi sil Miranda”
Arabaya binip giderken Miranda arkasından bakıyordu. Jason onun yanına geldi. Miranda gözlerinin içine uzun uzun bakmak için ona döndü.
“Annemi bu kadar çok sevdiğini fark etmemiştim. Seni kızı gibi görüyor.”
Miranda ona bakmayı sürdürüyordu. Gün ışında o buz gözleri daha sıcak görünüyordu. Yüz hatlarının keskinliği önemli değildi. Şimdi gözlerinde yaşam görünüyordu. Vivian’ın söyledikleri doğruluğunu ispat ediyordu. Jason eğer geçmişinden arınırsa iyi bir adam olacaktı. ‘Ve de aşık!’ diye geçirdi içinden. Niye bilmiyordu ama bu adamın kalbini kimseninkini istemediği kadar istiyordu.
Ve alacaktı da!
“Bende anneni çok seviyorum Jason. Oğlu gibi değil.”
Jason’ın ifadesiz suratı yavaşça yumuşadı. Miranda ile atışmaları bazen çok eğlenceli oluyordu.
“Sana söylemedim ama ben çok kıskanç bir adamım Mira.”
Adını kısaltarak söyleyince gözlerini kıstı. Jason da bu sabah köklü bir değişim görüyordu.
“Umarım seni kıskandıracak bolca erkekle tanışırım.” Arkasını dönerek eve girdi. Biraz kütüphanesine gidip kitap okuyacaktı.
Jason onun bu atışına karşılık vermeden edemezdi. Peşinden takip ederken “bunun olabilmesi için muhtemelen bir baloya katılman gerekiyor” dedi.
Miranda ona bakmadan konuştu. “İyi ya biz de evde balo veririz.”
Jason onu kolundan kavrayıp kendisine bakacak şekilde döndürdü. Yüzü tekrar kasılmış, gözleri buzluğunu koruyordu. Bu eve girince mi bir şey oluyordu bu adama? “Bu sefer ne olarak insanların karşısına çıkacaksın? Metres Isabel’i herkes gördü. Bu sefer de Fahişe Francesca mı olacaksın?”
Miranda sakinliğini koruyarak yanıt verdi. “Hayır Jason. Düşes Miranda olarak çıkacağım.” Cennet odasına girip sertçe kapıyı kapattı. Bu adam onun sakin olmasını engelliyordu. Arkasında güçlü bir gürültü koptuğunda olduğu yerde zıplayarak geriledi. Çünkü üzerine hiddetlenen adamın yakıcılığı yaklaşıyordu. O üzerine geldikçe Miranda geri kaçıyordu.
“Sakın ama sakın yüzüme kapıyı çarpma Miranda, sakın!” Miranda pencerenin önündeki maun masaya kalçası değince durmak zorunda kaldı. Jason’ın sesli, yakıcı soluklarını teninde hissedebiliyordu.
Bir süre öyle durdular. Jason’ın sakinliği geçmiyordu, bunu hırıltılı solukları arasından duyabiliyordu. Keskin gözleri tüm yüzünde gezdi. Mirandanın gözlerinin yeşilliği onu bir vakit sonra esir etti. Bakışlarını yumuşattı. Dudakları… Kırmızı dudakları Jason’ın ilgisini çekiyordu. Akşam yataklarına geçtiklerinde Miranda tek başına yatmak istediğini, eğer diğer odaya geçmezse kendisinin gidebileceğini söylemişti. Değil öpmek sarılıp bile yatamamıştı.
Fakat şimdi yüzleri o kadar yakındı ki hiddetiyle sinen karısı kollarının arasına hapsolmuştu. Bu yakınlık daha büyük bir yakınlığı getirdi. Jason onun dudaklarına yapışarak bir gün önce alamadığı tüm özlemini tek bir öpüşe ödetti. Haşin dudakları adeta onun hırçınlığına karşı çıkıyordu. Sakin duran karısının nereye kadar tepkisiz kalacağını düşünüyordu. Çok geçmeden cevap geldi.
Jason’ın sömüren dudaklarını yanıtsız bıraktı. Adamı göğsünden iki eliyle ittirdi. Jason nefes nefese gerilerken gözlerindeki kavurucu ateş ikisini de titretti.
“Yapma Jason!” Miranda kaşlarını çattı. Aksi tavırlarıyla adamın beline dolanan kollarını ittirdi. Hışımla sıkıştığı yerden kaçarken tüm hızıyla kapıya gitti. Fakat kapıyı açamadan durduruldu. Jason onu çevirip sırtını kapıya yasladı. Bir eliyle belini kavramış, diğeriyle kapıyı açmak için uzanan elini tutuyordu.
“Sende istiyorsun. Beni öpmeyi istiyorsun.”
“İstemiyorum.” Miranda başını çevirdi. Ona karşı koymak için yeterli gücü bulamıyordu. Bu bilek kuvvetinden çok kalbinin göstermediği bir kuvvetti. Gerçekten onu öpmek isterken aksini iddia etmesi yeterince zordu. Jason’ın ısrarıyla direnci kırılıyordu.
Jason parmaklarını genç karısının boğazına, şah damarına getirip bir süre öylece durdu.
“Heyecanlandın?”
Miranda boştaki eliyle onun eline vurdu ve kıvranarak kurtulmak için çabaladı.
“Sana sinirlendiğim için yoruldum. Ondan dolayı kalbim hızlı. Yoksa…”
Jason onun yalan söylediğini bir dürtüyle hissederek tekrar onu öptü. Bu sefer ki daha nazik dokunuşları barındıran bir öpüştü. Resmen Miranda’yla oynuyordu. Ona karşılık vermesi için oyun oynuyordu.
Direnci yıkılan Miranda, artık onu ittirmek yerine çekmeye başladı. Adamın kokusu burnuna doluyordu. Bacaklarının arasındaki o muhteşem kıpraşmalar tekrar beraber olmak istediğini gösteriyordu. Odaya gidemeden kütüphanedeki koltuğa uzanacaklardı neredeyse. Miranda soluklanabilmek için dudaklarını ondan ayırdı. Kulağına fısıldarken Jason gözlerini sıktı.
“Seni affetmemi istiyorsan Jason, o odayı yok edersin!”
Genç adam ağır hareketlerle başını geri çekip karısının gözlerinin içine baktı. Orada kararlılık vardı. Asla geri dönüşü olmayan bir kadının kıskançlığını da görebiliyordu.
“Tamam. Yok edeceğim ama bana zaman ver. Bu…” Kalbindeki Evalina ağlıyordu. Burnunun direği hafif sızlar gibi olup yok olunca aklı yine karıştı. Onu ne çok seviyordu. Eşyalarını gerçekten atabilecek miydi? “Bana zaman ver. Hemen… Yapamam!”
Miranda’nın gözlerindeki bir ışık yanıp yok oldu. İlk cevabıyla büyük bir zafer duygusu elde etmişti. Kocasını yavaş yavaş kazanıyordu ama buz gözlerindeki o sıcaklık son konuşmasıyla tekrar buz tuttu. Yapacaktı ama gelecekte…
Miranda hemen kollarının arasından dışarı çıktı.
“Kitap okumak istiyorum Jason, lütfen beni yalnız bırak.”
Jason sanki tüm gücü çekilmiş gibi omuzlarını indirdi. Bakışlarını ona çevirdiğinde üzgün görünüyordu.
“Gerçekten kitap okumak mı istiyorsun?”
“Evet. Yalnız.”
“Peki Miranda.”
Başka hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti. Miranda’nın yine gözleri doluyordu. Bugünlerde yaşadığı duygu karışıklıkları yetmezmiş gibi bir de etrafı hayaletler sarmıştı. İlk başta anlayış gösterdiği karısı neden şimdi kötü biri olarak görünüyordu?
***
İki hafta sonra Marissa ziyarete geldi. Miranda onun geldiğini Emilyden haber aldı. Uçarcasına aşağıya indi. Oturma odasındaki kardeşini görmek inanılmaz mutlu etti.
“Mariiii,” diyerek küçük bir çocuk gibi koştu. Kendisinden kafa farkı kadar kısa olan kız kardeşini sıkıca kucakladı.
“Ah Mari seni çok özledim. Niye bu kadar geç geldin?”
Güzel kumral saçlarını sallarken gözlerini devirdi.
“Annem yeni evli olduğunuzu daha evinize geleli iki hafta olduğunu söyledi. Sizi yalnız bırakmam gerekiyormuş. Böyle saçmalık görmedim. Hem niye sizi yalnız bırakmamı söylüyor ki? Zaten geceleri birliktesiniz, gündüzleri de beraber olmasanız sanırım. Öyle değil mi abla?”
Miranda’nın gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Kardeşinin poposuna uzanıp küçük bir çimdik attı.
“Mariiii sen yine benim aşk romanlarımı mı okuyorsun?”
“Ah abla yapma. Çeyizini götürürken, kitaplarını bana bırakmış olabileceğini düşündüm.”
Göz devirme sırası Miranda’daydı. “Daha küçüksün, edepsizlik yapmak için biraz daha büyümen gerekiyor. Henüz annemin bir Mirandadan kurtulmuşken yeni bir Mirandayı kaldırabileceğini hiç sanmıyorum.”
“Abla biliyor musun, annem çok garipleşti. Seni evden gönderdiği için neredeyse mutluluktan havalanacak.”
Bu yorum Marissa için komik bir düşünce taşıyordu. Küçük kız bunu söylerken ablasına gülüyordu ama Miranda için hiçte eğlenceli sayılmazdı.
“Annem gerçekten benim gittiğim için mutlu mu?”
“Sanırım Dük ile evlendiğin için çok mutlu ondan. Neyse ki ben kurtardım. Ailemizde bir nüfuzlu damat var. Annem beni sevdiğim adamla evlendireceğine dair söz verdi. Üzgünüm abla ama sanırım sen benim kurtarıcı meleğim oldun!”
Miranda gittikçe dehşete düşüyordu. Annesi onu evden gönderdiği için üzgün bile değildi. Arada düşünüp evdeki hareketliliği azalttığı için özlüyordur, diye aklından geçiriyordu fakat Marissa öyle olmadığını üstüne üstlük sevdiği adamla evleneceği için izin bile verdiğini duyuyordu. Peki Mirandayı neden sevmediği bir adamla evlendirmek istemişti?
“Bu gece burada kalacaksın değil mi?” diye sordu aradan birkaç dakika geçince. Kardeşinin koluna girip güzel yaz havasında, ılık esintileri hissedilen verandaya çıktı.
“Üzgünüm abla, annem birkaç saat durup dönmemi istiyor. Ben seni çok özlediğim için geldim. Aslında yanımda Nicky olacaktı. Ben istemedim.”
Loren, bahçe düzenini kontrol edip bahçıvanın işlerini yerine layıkıyla getirip getirmediğini rapor etmek üzere teker teker çiçekliklere bakıyordu.
Çaylarını içerek gülüşüp duran kadın seslerini duyunca başını kaldırıp verandaya baktı.
“Majesteleri,” Marissaya döndü. “Leydim,” diyerek reveransını yaptı.
Miranda Loren’i görünce hafif irkilir gibi olup adama gülümsedi. Hala yıldızları barışmamıştı.
“Loren, bize katılır mısın? Seni kardeşim Marissa Forcastell ile tanıştırayım. Marissa bu beyde Loren Blake, Jason’ın değerli yardımcısıdır.”
Loren “Sizinle tanışmaktan onur duydum Leydim,” diyerek hafif bir gülümsemeyle Marissayı selamladı.
“Bende öyle Bay Blake.”
“Jason nerede Loren?”
“Ahırları kontrol ediyor majesteleri. Atlardan bir tanesinin doğumu başlamış.”
“Öyle mi?” Miranda nedense buna heyecanlandı. Oturduğu yerde ışıldayan gözleriyle kardeşine döndü. Atlara binmeyi hiç sevmese de çok cana yakın ve birazda sevimli olduklarını biliyordu. Küçük bir tay dünyaya geleceği için çok sevinçliydi.
“Ne zaman doğar acaba?”
“Akşama doğru olabilir. Seyis zor bir doğum olabileceğini söyledi.”
Bu yorumla iki kızda suratlarını sallandırıp üzgün halde birbirlerine baktılar.
Loren’in yanlarından ayrılmasıyla Marissa adamın arkasından bakakaldı. Gözden kaybolunca ablasına yanaştı.
“Loren evli mi?”
“Hayır.”
“Nişanlısı var mı?”
“Hayır.” Miranda kardeşinin ilk defa bir erkeği bu kadar sorguladığını görüyordu. Nedenini hiç sormayacaktı. Çünkü ne zaman aşk romanları okusa Mirandayıda geçip fena bir şekilde hayal kuruyordu.
“Loren ile biraz daha baş başa kalabilmem için yardım edebilir misin?”
“Marissa Forcastell!” dedi ses tonunu annesininkine benzeterek “Kibar leydiler asla bir erkekle yalnız kalamaz. Ablanız kitaplarını okumayı bırakıp gerçek dünyaya dönün.”
Marissa ona kocaman gözlerle bakıyordu ardından güçlü bir kahkaha attı. “Kesinlikle anneme benziyorsun.”
Ne yazık ki Miranda ailede kimseye benzemiyordu. Huy olarak babasına benziyordu ama dış görünüş için aynı şeyi söylemek zordu. Louisa, Marissa ve babasının gözleri maviydi. Kendisinin ki ise yeşildi. Babası, kendi annesine benzediğini söyleyerek Mirandayı büyük annesine yönlendirmişti. Tabi öldüğü için bunun kesinliğini bilememişti hiçbir zaman.
Miranda çayından bir yudum alırken bir anda yüzü değişti. İçtiği çaya baktı. Konuşmaları o kadar uzun sürmüştü ki çayı soğumuştu. Aksi halde midesi durduk yere neden böyle burulurdu ki? Kuruyan ağzını ıslatmak için bir yudum daha aldı. Midesi bulanınca tamamen içmeyi kesti.
Aradan geçen mutlu saatlerden sonra, hava kararmadan Marissa yola çıktı. Dük ile ancak veda ederken görüşebilmişlerdi.
“Leydi Marissa, üzgünüm size katılamadım. Evimize yine gelmenizi temenni ederim.”
Marissa reverans yaparak Miranda gibi kocaman gülümsedi.
“En kısa zamanda gelirim Ekselansları, lütfen ablama iyi bakın,” dedi ve Mirandayla vedalaştıktan sonra arabasına binip uzaklaştı.
“Yine hüzünle bakıyorsun,” yorumu Jason’ın dikkatli bakışları altında geldi. Annesi ve kardeşini yolcu ederken aynı düşünceli bakışları görüyordu gözlerinde.
Miranda başını ona çevirirken hafifçe gülümsedi.
“Tay doğdu mu?”
“Hayır, daha değil. Ben de birazdan yanlarına gideceğim.”
“Bende geleceğim.”
Jason onun koluna girerek içeri girmesine eşlik etti. “Doğsun, güzelleşsin o zaman görürsün. Şimdi pek de hoş olmayan bir görüntü içerisindeler.”
Miranda ona dargın bakışlar yollayacakken fikrini değiştirdi. Şu durumda en cezbedici fikir gidip kitap okumaktı. Kocasının kolundan çıkarken bir an da midesi bulandı. Elini hızla ağzına götürmesi Jason’ın gözünden kaçmadı. Öne eğildi.
“İyi misin Miranda?”
“İyi-“ tekrar midesi bulanınca alt katta acil durumlarda kullanılan lazımlığa gitti.
Jason ona biraz mahremiyet sağlarken koridor boyunca adeta kükreyerek çalışanlardan birini çağırdı.
“Çabuk bana doktoru getir! Düşesin rahatsızlandığını söyle”
Miranda girdiği küçük odadan başını çıkardı. Bembeyaz çehresinden ne kadar halsiz olduğu belli oluyordu.
“Miranda, Tanrım yüzün beyazladı. Ne oldu birden bire? Hala bulanıyor mu miden?”
“Evet,” derken fısıltıyla konuşuyordu. “Bilmiyorum, sanırım yediklerim dokundu.”
“Ne yedin ki?”
Düşündü. Öğle yemeğini Jason ile beraber yemişti. Çok güzel bir yahni yapmıştı, yetenekli aşçıları. Jason sağlam olduğuna göre yemekte sorun yoktu.
“Odaya çıkalım, biraz uzan. Doktora haber vermesi için birini yolladım. Gelince seni muayene etsin.”
“Gerek yok, iyiyim-“ derken yine midesi ayağa kalkınca çaresizce buyruklarını yerine getirdi.
Doktor geldiğinde Miranda’nın yine bir sinir krizi geçirdiğini düşünmüştü. Jason’ın öfkeyle bakan bakışlarıyla karşılaşınca düşüncelerini bir kenara bırakıp hastayı kontrol etmek üzere odaya girdi. Doktorun çıkmasını beklerken dışarıda dakikalar geçmiyordu sanki. Doktor çıkmayınca Jason içeri daldı.
“Eee doktor, ne’si var? Niye bu kadar uzun sürdü?” Gözleri bir tek adama odaklıydı. Emily’i ve Mirandayı görmüyordu.
Doktor “Şey,” dedi gözlüklerini düzeltti. Mirandaya kısa bir bakış atıp Jason’a döndü. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı.
“Endişe edecek bir durum yok.” Jason’ın gözleri iri, birer buz denizi gibiydi. Sıcaklıktan yarı eriyen bir de hala buz kalan…
“Majesteleri sanırım biraz üşütmüş. Çok ciddi değil. Midesinin bulantısı bu yüzden, korkacak bir durum yok.”
Jason’ın gerilen sırtı Miranda’nın daha canlı bakması ve doktorun endişe etmeyi gerektirmeyecek durumuyla gevşedi.
Emily doktoru yolcu etti. Karı kocayı yalnız bırakmak istedi. Jason koltuğun kenarına otururken yeni yeni yatışan siniriyle duruyordu.
“Korktun mu Jason?”
“Ben mi? Alt tarafı bir hayalet gibi görünüyordun. Pek endişelenmedim doğrusu.” Omuz silkip başını diğer tarafa çevirdi. Kapıda beklerken neredeyse ölmüştü. Aklına mantıklı sebepler sıralıyor ama hiç birini Miranda’ya yakıştıramıyordu. Aklına son olarak başka bir neden gelmişti ama onda da doktorun cevabı düşünceyi çürütmüştü.
Miranda kocasına gülümsedi. Uzanıp elini tuttu.
“Korktuğunu gözlerinde gördüm. Ne kadar ateşlendiysen buzlarını erişmişsin.”
Jason ona döndü.
“Ben mi?”
Miranda’nın gülmesi soldu.
“Eğer bir daha ben mi dersen…” Jason öne atılıp onu başının iki yanından kavrayarak dudaklarını bastırdı. Miranda’nın hasta olmasını hiç istemiyordu. Hasta olursa onu kaybedecekmiş gibi bir korku vardı içinde. Uzun, tatminkar bir öpücük alıp tamamen sakinleşti. Geri çekilirken Mirandaya gülümsedi. Buz Kral sonunda buzlarını çözdürüyordu. Miranda bu görüntü daha çok sevdi. Bu adam her gün gülmeliydi.
“Sana bir haberim var,” dedi Jason. Miranda ona beklentiyle baktı. “Güzel bir erkek tay dünyaya geldi.”
“Ayhh canım! Hemen görmeliyim!” Miranda yataktan fırlamak üzere üstündeki örtüyü tekmelerken Jason engeliyle karşılaştı. Yarın görürsün Miranda. Bu akşam yatağında yemeğini yiyip dinleneceksin. Üşüttüğün için Emily’e sana şifalı çaylar yapmasını söyleyeceğim.”
Jason çay deyince Miranda’nın tekrar midesi bulandı. Elini ağzına örttü.
“Bana çay deme,” diye homurdandı. Jason yine rahatsızlandığı için sustu. “Tamam,” dedi kısaca.
Miranda uyumak istediğini söyleyerek onun da taya bakmasını rica etti. Odadan çıkınca keyifle ve biraz da korkuyla gülümsedi. Elini karnına koydu. Amacına ulaşmıştı. Yakında bir bebeği olacaktı.
Büyük sorun ise, bunu Jason’a nasıl söyleyecekti?
***
Miranda birkaç gün sonra Jason’ın yokluğunu fırsat bilerek mutfağa Emily’nin yanına indi. Onu gören hizmetliler hemen reveranslarını getirirken Miranda nazikçe gülümsedi. Daha tam olarak herkesle tanışıyor sayılmazdı. Zamanla aralarındaki samimiyet artardı ama ondan önce halletmesi gereken ve sürekli kafasını meşgul eden konuyla ilgilenecekti.
Emily’i mutfaktaki tenha bir noktaya çekerek sordu.
“Şu eski düşesin odasının anahtarı. Jason’ın odasında mı?”
Emily’nin yeşil gözleri kocaman oldu. “Majesteleri yapmayın. Dük buna çok sinirlenecektir.”
“Küçük bir şeye bakacağım. Söz zarar vermem.”
“Majesteleri lütfen…” Emily ne dese kadını ikna edemiyordu en sonunda anahtarın yerini söyledi.
Tam o sırada kulak misafiri olan biri, onlardan önce davranarak hemen harekete geçti.
Miranda anahtarı hemen buldu. Evalina’nın odasına girdi. Tedirgin bir şekilde kalkıştığı işe hayret ediyordu. Yine aptal cesareti su üzerinde geziniyordu. Jason’a yakalanmadan aradığı şeyi bulmalıydı.
Odaya girdiğine perdelerin yine çekili olduğunu gördü. İçeride yeterli aydınlatma olmadığı için bir koşu gidip perdeyi açtı. Hemen küçük kitaplığa gitti. Basılmamış, deftere benzer kabı olan kitaplara baktı. Raftan gelişi güzel bir tanesini çekerek tozunu üfledi. Bir karış toz havalanıp onu nefessiz bırakınca küçük bir öksürdü. Kitabı açtı. Gerçekten Düşesin dediği gibi ortası oyulmuş bir sandık gibiydi.
“Bunları kesmeyi ancak senin ufacık beynin yapar Düşes Evalina!” diyerek kendine kendine konuştu. Kitaplara zarar gelmesi kendi canına gelmesi kadar önemliydi. Gözleriyle görünce Evalinadan tiksindi. Tekrar kitabı rafa koydu. Tüm katları inceledi ama hiç birinde defter yoktu. Tozlu odada gözleri dolaşırken beyaz bir parlaklık gözünü aldı. Güneş sanki özellikle oraya vuruyordu. Odaklanmasını arttırdı. Tozlu görünmüyordu. Sanki oraya bilerek yeni konulmuştu.
Ayakları onu oraya götürdü. Daha önce bıraktığı zümrüt kolyelerin yanındaki küçük kağıdı aldı. Üzerinde Miranda yazdığını okuyunca ürperdi. Acaba Evalina ona not mu göndermişti?
Kağıdın diğer tarafını çevirip yazıya odaklandı.
“Sevgili Düşes Miranda Castillo,
Ölsek bile bazı ruhlar yaşayanları asla bırakmıyor, değil mi? Yoksa ölü sandıklarımız Dük’ün kalbinde mi yaşıyor? Bu odada olma nedenini iyi biliyorum. Aradığın şey bir günlük mü? Evet kesinlikle bir günlük… Eğer onları istiyorsan sevgili düşesim, bana dükün Ay Sandığı’nı verirsin!
Sana mühlet, hatta destek… Bu gördüğü oda istediğin gibi puf olacak. Ben senin istediğini yerine getirirken sende benimkini yerine getirirsen iyi olur. Onu henüz bilmiyorsun küçük düşes fakat öğrendiğinde mutlaka benimde haberim olacaktır. Sevgilerimle… ”
Miranda’nın gözleri kocaman açıldı. Bu adam nedense onu kaçıran adamla aynıymış hissi veriyordu. O adam, bu evde miydi? Peki kimdi?