Sessizlik hiç bu kadar korkutucu olmamıştı. Siyah gecenin bir ortasında hiçbir şey duyamamak engelli bir insanın acizliği kadar sıkıntı vericiydi. Duyamıyor, göremiyordu. Sadece hissettiği bir şey vardı. Üzerinde cansız gibi yatan bedenin ağırlığı.
Miranda gözlerini açtığında birkaç saniye olan bitene odaklanmaya çalıştı. Kazanın çok azını hatırlıyordu. Caulfield Malikanesinden çıktıklarından bir vakit sonra araç çukurlu yollara girmişti. Tekerlek bir girip çıkıyor ve içinde oturanların sarsılmalarına sebep oluyordu. Korkuyla Jason’a ne olduğunu sormuştu. Oda aracın yoldan çıktığını ve yanına gelmesini istemişti. Miranda başındaki korkunç ağrıya rağmen hatırlamaya çalıştı. Yer değiştirmek için hareket ettiğinde ayağa kalkmıştı ama sonra…
Nefesi kesildi. Araç taklalar atmıştı ve Jason ona sıkıca sarılmıştı.
“Jason!” dedi korkuyla. Kıpırdamaya çalıştı. Ellerini oynatarak üzerindeki bedene dokundu. “Jason?” dedi kısık çıkan sesiyle. Araba toprak yolda yan yatarak taklalar attığında Jason hala ona sarılıyordu. Onu korumak için kendi canını tehlikeye atmıştı. Belki de bir şey olmuştu. Hala ona yanıt vermiyor, baygın bir şekilde üzerinde yatıyordu. “Jason, ne olur cevap ver!” dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. Elleriyle omuzlarına dokundu. Onu sarsmaya başladı. Yavaşça yukarı çıkarak saçlarına ve yanaklarına dokundu. Ellerine ıslak bir şeyler geliyordu. Bir süre o sıvıya benzer akıcı şeyi parmağının ucuyla ovuşturdu. Burnuna götürüp koklamak gibi bir girişimde bulundu. İçinden bir şey bunda bir sorun olduğunu söylüyordu. Burnuna götürdüğü parmağını üzerindeki ağırlığa aldırmadan içine çekti. Bu metalik kokuyu nerede olsa tanırdı.
“Kan!” dedi dehşet içerisinde. “Jason gözlerini aç. Jason uyan! Jason başın kanıyor lütfen uyan!” Huysuz at gibi debelenip duruyordu. Jason’ın iri vücudu onu kapladığı için hareket etmesi çok zordu. En kötüsü de kırık dökük arabanın içinde oluşlarıydı. Bacaklarını oynatarak hareket alanı sağladı. İçinde çok büyük bir korku vardı. Jason’ın bedeni sanki içi boşmuş gibi üzerinde yatıyordu. Kıvrandı. Büyük bir ağırlığı yana yatırana kadar tüm gücüyle itti. Çıkabileceği kadar alan sağladığında yana kayarak çıktı.
Arabanın kapısı yukarıda kalacak şekilde yan yatmışlardı. Miranda aceleyle kendini dışarı atmalıydı. Bir yardım bulması gerekiyordu. Jason’ı arabadan tek başına çıkarabilmesine imkan yoktu. O çok ağırdı. Bunun yanında eğer ciddi yaralanması varsa cahilce bulunduğu hareketler kötü sonuçlara sebep olabilirdi. Eteğini toplayarak yanlardan tutundu. Kırılan kapıdan dışarı çıktı. Serin hava suratına vurduğunda derin bir nefes çekti. İçinde kocaman bir sıkıntı vardı. Kim bilir neden yoldan çıkmışlardı ve kim bilir Jason ne haldeydi? Korkusu içinde büyüyordu. Acil doktor bulmazsa onu kaybedebilirdi. Peki kaybederse…?
Miranda arabadan can havliyle dışarı attı kendini. Ayakları yere değdiğinde acıyla irkildi. Bileği ağrıyordu. Kaza sırasında burkmuş olmalıydı. Bunu görmezden gelerek bir şey bulma umuduyla etrafına baktı. Şansına dolunay o gece açık gökyüzünde parlıyordu. Etrafa az da olsa bir aydınlık katıyordu. Odaklanmasını kuvvetlendirdi. Seyis hangi cehennemdeydi?
“Bay Manuel?” diye bağırdı. “Bay Manuel?” Görünürde hiçbir hareket yoktu. Bakışlarını çevirdiğinde ileride yatmak da olan iki atın büyük karartılarını gördü. Koşarak yanlarına gitti. Atların boyunlarında bıçak izleri vardı. İkisi de vahşice katledilmişti. Miranda elini ağzına örttü. Midesi bu görüntüyü kaldıramayacaktı. Bakışlarını çevirdi. Arabanın yanına tekrar gitti. Bu koskoca ormanda yalnız kalmıştı. Tek başına yardım çağırması gerektiğini bilecek kadar düşünceli ama Jason’ı yalnız bırakamayacak kadar endişeliydi.
Tekrar arabanın içine girdi. Dikkat ederek Jason’ın yanına çömeldi. Karanlıkta eliyle dokunarak yüzüne ilerledi. Tutunca yumuşak hareketlerle vurdu.
“Jason lütfen kendine gel, beni duyuyor musun? Jason?”
Adamda küçük bir kıpırtı bile göremeyince ilk aklına gelmesi gereken şeyi yaptı. Kalbinin atıp atmadığını anlamak için nabzını kontrol etti. Titreyen parmakları boyun çukuruna geldiğinde derin ürkek bir nefes çekti. Göremeyen gözlerini kapatıp hissetmeye yoğunlaştı. Bir süre sonra parmağının altında atan damarın hareketini hissetti. Gözlerini açtı.
“Çok şükür Tanrım, ölmemiş, ölmemiş!” Yarım sevincini tetikleyen küçük inleme Jason’ın boğazından kopup Mirandanın kulaklarına ulaştığında genç kız hemen olduğu yerden ona eğildi.
“Jason? Jason! Oh beni duyuyorsun. Duyuyor musun?” Şaşkınlığı korkusundandı. Jason bir kere daha inledi.
“Mi..randa?”
“Evet! Evet benim…” Geril çekildi. Bir şey görmemesine karşına ona bakındı. Tekrar yüzüne eğildi. “Jason ben yardım çağırmaya gidiyorum. Seni yalnız bırakmak zorundayım.”
“Miranda…” dedi inleyerek.
“Efendim? Bir şey mi istiyorsun?”
“Altamines Malikanesi…”
“evet?”
“Oraya çok yakınız. Yol boyunca devam et.”
“Yakın mıyız? Tamam hemen gidiyorum.” Miranda ayağa kalkarken Jason boğuk bir ses çıkardı. Genç kız tekrar eğildi. “ Yorma kendini.”
“Miranda, yol ayrımı var. Soldaki yol kestirme. Oradan git. Diğerinden gitme.” Çok az çıkan sesini duyabilmek için üzerine iyice eğilmesi gerekmişti. Anladığını belirtircesine başını salladı ama görülmediği için “tamam” dedi. “Hemen dediğini yapacağım. Sen kendine dikkat et.”
Miranda tekrar arabadan atladı. Eteğini yukarı kaldırıp tabana kuvvet koşmaya başladı. Ayakkabıları davete gittiği için topukluydu. Bir süre sonra ağrı hissetti. Burktuğu diğer ayağının ise ağrısı artıyordu. Durdu. Ayakkabısını çıkartıp eline aldığı gibi koşmaya devam etti. Jason’ın dediği gibi yol ikiye ayrılıyordu. Caulfield ile Altamines Malikanelerinin komşu olduğunu duymuştu. Bu kadar mesafelerinin olabileceğini tahmin etmemişti. Çatallaşan yolda soldan koşarak hızını arttırdı. Beş dakika sonra geniş bir kapı gördü. Yanına yaklaştıkça kapalı olma endişesi koca demir kapının yarı kapalı olmasını görmesiyle rahatlığa bıraktı kendini. Arasından hızla geçerek birini görme umuduyla etrafına baka baka yürüdü. Malikanenin yan kapılarından birindeydi. Binaya giden ana yolda birilerini kesin bulabilirdi ama akşamın ilerleyen saatleri olması sebebiyle bu yolda hiç kimse yoktu.
“Kimse yok mu?” diye seslendi. Malikanenin yan kapısından birine yaklaşırken ileride elinde fenerle yürüyen bir uşağı gördü.
“Bakar mısınız?” derken sesini yükselterek o tarafa doğru koştu. Adam ona döndü. En az Miranda kadar endişeli görünüyordu. Yine de temkinli bir şekilde durdu.
“Hanımefendi burada ne yapıyorsunuz?” dedi. Kadın o kadar perişan görünüyordu ki elbisesinin bazı yerleri yırtık ve kir içindeydi. Yine de güzel bir yüzü olduğunu anlayabiliyordu.
“Yardım edin! Acele edin. Dük… Altamines Dükü kaza yaptı. Çabuk yardım edin.”
İsmi duyduğu vakit uşağın gözleri büyüdü.
“Ekselansları mı?” diye sorarken inanamaz bir halde dehşet içerisinde kalmıştı.
“Evet, acele edin. Yaralı!”
“Tamam hanımefendi. Hemen… Benimle gelin!” diyerek arkasını döndü. Hizmetlilerin giriş kapısı olan bir kapıdan içeri girdi. Önlerine geniş bir mutfak çıktı. İçeride aşçı ve hizmetçi kızları gördü.
“Bayan Bertie, hemen Bay Hunt’a ve Doktora haber verin. Ekselansları kaza yapmış!” Kadınlar telaşlı olan adamı dinledikten sonra hepsinin gözünde kocaman bir korku oluştu. Çarçabuk dağıldılar. Bu sırada Bayan Bertie gözlerini kısarak Mirandayı inceliyordu.
“Hanımefendi siz kimsiniz?” diye sordu. Bir leydiye benzemediği için saygı emarelerinden hiçbiri yoktu. Miranda başını hızla sallayarak uşağın peşinden giderken “Adım Miranda, lütfen acele edin. Dük iyi değil” diyerek kısa bir açıklama yaptı. Kadın hızla başını salladı.
Uşak ve Miranda malikanenin ana kapısına çıktığında diğer tüm uşaklar ellerinde meşaleler ile sıraya dizilmişlerdi bile. Miranda aralarındaki gözle görülmeyen haberleşmenin hızına şaşırıp kaldı. Adını bilmediği ama hala diğerlerinin başı olduğunu düşündüğü adam ona döndü.
“Hanımefendi, tam olarak nerede? Arabayla mı geldiniz?”
“Hayır koşarak geldim. Beni takip edin!” diyerek öne atıldı. İlk yavaştan başlayıp daha sonra hızını arttırarak koştu. Arkasından mini bir ordu geliyordu.
Miranda kazanın olduğu noktaya ulaştığında yavaşladı. Adamlara omuzunun üzerinden seslenerek “Dük yaralı. Araba yan yattı. Dikkat edin!” dedi. Adını bilmediği uşak ilerideki atları gördü. Gözleri irileştiği sırada Miranda ile göz göze geldi. Miranda adamın ne demeye çalıştığını anladı.
“Sanırım saldırıya uğradık!” dedi. Uşak başını salladı. Neredeyse 15’e yakın adam vardı. Beş tanesini atlara bakması için ileri yollarken diğerleriyle arabaya koştular. Bazıları meşaleleri tutuyor etrafın karanlığını aydınlatıyorlardı.
Miranda kahya diye düşündüğü adama döndü.
“İçinde yan yatıyor. Lütfen dikkatli olun!”
Adam başını salladı. İçeri girip beş dakika sonra çıktı.
“Arabayı kırmamız gerekiyor.” Diye belirtti Mirandaya. Diğer adamlara kırmaları için birkaç alet edevat getirmelerini söyledi. İki tanesi malikaneye tekrar koştu. Miranda çaresizce etrafındaki kargaşayı izliyordu. Arabaya tekrar girmek istedi. Jason’ın nasıl olduğunu merak ediyordu. Uşak arabadan dışarı atlayınca yanına gitti.
“İsminiz nedir?”
“Graham efendim,” diye cevap verdi.
“Dük nasıl?”
“Sizi korkutmak istemem ama durumu ciddi gibi. Beline giren bir tahta parçası var. Ben kuşağımı sarıp o tahtayı sabitleştirdim. Onu incitmeden dışarı çıkarmalıyız. Doktor eve varmış olabilir. Acele etmemiz gerekiyor.” Dediği sırada koşturarak gelen uşaklar ve atıyla yaklaşan bir adamı gördü. Gömleğinin etekleri pantolonundan çıkmış, saçları dağılmıştı. Yaklaştıklarında atı yavaşlatıp durmasını beklemeden aşağı atladı.
“Ne oldu?” diye kükredi. “Jason’a ne oldu?”
Muhatap olarak gördüğü biri yoktu, sorusunu ortaya sormuş ortamda farklı olan tek kişiye dönmüştü. Miranda adamın gözlerindeki öfkeyi açıkça görebiliyordu. Gözleri adeta öfkeden kapkara kesilmişti. Üzerine gelmeden önce arabaya doğru yöneldi. Atları ve yan dönen aracı gördükten sonra Mirandaya yürüdü.
“Sen kimsin?” Miranda işte o zaman soğukkanlılığının artık son raddesinde olduğunu fark etti. Jason’ın kötü haberiyle birleşen bu suçlayıcı kükreyiş sinirlerini alt üst ediyordu.
“Be..ben…” diyebildiği sadece.
“Sen ne? Burada ne olduğunu biliyor musun?”
Arka tarafta Graham ve diğer uşaklar arabayı ikiye ayırmaya çalışıyorlardı. Miranda yan gözle kaçabilecek en önemlisi ağzını açıp mantıkla bir cevap vermek için çıkış yolu arıyordu.
“Evet,” dedi kısaca. “Kaza yaptık.”
“Nasıl oldu?” Mirandadan sen gelmeyince yüzü korkutucu bir vahşiliğe büründü. “Söylesene be kadın, susup durman sinirlerimi daha çok bozuyor!” Loren Miranda’nın kolunu sertçe tutup çekti.
Miranda daha fazla dayanamadı. Loren’e karşı koyamadı. Gözlerinden süzülen yaşlar, başına gelen felaketeydi. En çok da Jason’a…
Loren ağlayan kadınlardan nefret ediyordu. Miranda’nın gözlerinden düşen yaşları gördüğünde iğrenç bir böcekmiş gibi silkeleyerek geri doğru itti. Arkasını döndü. Arabaya gidip diğerlerine yardım etti. Kalabalık kısa sürede arabayı parçalara böldü. Miranda gözlerinden sessiz akan yaşları elinin tersiyle siliyordu. Toprak olan suratı yaşlarla beraber kara bir çamur olup güzelliğini kapadı. Çaresizce bir köşede olan biteni izlerken kalbindeki sızıyı susturamıyordu. Ya çok geç olur da Jason’ı kaybederse ne yapardı? Ona hayatını borçluydu. Sarılarak korumasa belki daha kötü olabilirdi. Ama korumasa kendisi şu an daha sağlıklı olabilirdi. Bütün bunlar vicdanında büyük bir ağırlık yaratıyordu. Adamla karşılaştığından beri hiç güler yüzlü olmamıştı, hem kavga etmişti. Bir hıçkırık koptu boğazından. Elini hızla ağzına kapadı.
Loren, dikkatle kucakladığı Jason’ı arabadan tamamen dışarı çıkarttı. Diğer uşaklar Jason’ı eve yatırarak götürmeye karar verildiği için at arabasını getirmişlerdi. Arkasına dikkatlice yatırdıkları Jason baygındı. Miranda onun yanından ayrılırken kendinde olduğunu biliyordu. Bu süre içerisinde bir şey olmaması için Tanrıya dualar ediyordu. Araba giderken Miranda sendeledi. Öne atıldı. Kimse ona gelip gelmeyeceğini sormuyordu. Bunda karar vereceği bir şey yoktu. İyi haberlerini duyana kadar Jason ile kalacaktı. Eve yürüyerek gitmek için bir adım attığında koluna Loren yapıştı.
“Bana kim olduğunu söylemedin küçük hanım,” dedi. Sesi yine hiddetli çıkıyordu ama bu sefer daha sakin görünüyordu. Bir boğanın intikam için bekleyen sakinliği gibi.
“Adım Miranda,” dedi. Sanki bu tüm her şeyi açıklıyormuş gibi. Loren’in şaşırdığı her halinden belli olan ifadesi Miranda’nın biraz rahatlamasına neden oldu. En azından tanındığını düşünüyordu.
Loren ifadesini daha çok yumuşattı.
“Leydim, benim adım Loren. Bu halinizi görünce sizi bir hizmetçi sandım. Özürlerimi kabul edin.” Diyerek başını hafif öne eğdi. Miranda iki yana salladı.
“Önemi yok. Jason iyi olacak mı?”
“Ben gelmeden önce doktor çoktan gelmişti. İyi olacaktır. Fakat…” Alnı kırıştı. Gözlerini önüne çevirdi. “Durumunu iyi görmüyorum. Bana ne olduğunu anlatmanız gerekiyor.”
Miranda sıkıntıyla çektiği nefesini hızla verdi.
“Bunu eve giderken konuşabiliriz. Jason’ı merak ediyorum ve doktorun diyeceklerini de tabi ki.” Loren başını salladı. Diğer adamlara emirler yağdırıp atların gömülmesini ve arabanın yoldan çekilmesini söyledi. Daha sonra Miranda’ya eşlik ederek Altamines Malikanesine doğru yürümeye başladı.
Miranda başlarına gelen tüm felaketi ince ayrıntısına kadar anlattı. Loren onu dikkatle dinliyordu. Kaşlarını çattığı için Miranda yine onun vahşileşeceğini düşündüğünden seçtiği sözcüklerini dikkatle sarf ediyordu.
“Suikast mi?”
“Bunu sizinle konuşamam Leydim,” diyerek kestirip attı. Ama böyle bir şeyin olduğunu su götürmezdi. Miranda habersiz gözlerinden boşalan tane yaşları silip atarken Loren’in koluna yapıştı.
“Bu iş de bende varım artık. Birileri Jason’a tuzak kurarken benim canımı da tehlikeye attı ve Jason beni korurken bu hale geldi. Kısacası, benden bir şey saklama olur mu?”
“Leydim, bunu ekselansları ile konuşmadan size açıklayamam. Yetkim yok.”
“Jason ile yakın arkadaş olmalısınız?” Miranda yürüme hızını arttırdı. Jason hakkındaki düşünceleri daha yoğunlaştı. Kalbi sızlıyordu hala. Kafasını dağıtmak adına yeni bir konu açmak istedi fakat Loren sohbet adamı değildi.
“Evet, çocukluk arkadaşıyız.” Demekle yetindi.
Miranda başka soru sormadı. Loren başka cevap vermedi. Sessizlikle malikaneye ulaştıklarında kasvetli bir havayla karşılaştı. Evin içerisinde yeteri kadar ışık yoktu. Yanan birkaç mumun aydınlattığı hol boyunca aydınlık vardı.
“Burası neden bu kadar karanlık?” diye sordu Miranda merakla. Loren sanki yeni fark ediyormuş gibi gözlerini gezdirdi.
“Her zamanki hali,” dedi kısaca. Önden ilerleyip Jason’ın odasına çıkan merdivenlere yöneldiler. Binanın güneye bakan cephesine döndüler. Girdikleri holün sağdan ikinci kapısı olmalıydı. Miranda odanın yerini aklında tutuyordu. Birkaç hizmetçi kapının önünde bekliyorlardı. Biraz sonra Graham dışarı çıktı. Miranda hızla yanına koştu.
“Jason’ın durumu nasıl?”
Graham “Doktor ilgileniyor. ‘Tahta çok içeri girmiş’ dedi,” derken suratı bembeyaz kesildi. Her ne kadar korkutucu bir efendi olsa da Jason çalışanları tarafından sevilen biriydi. Ölmesi herkes açısından büyük kedere sebep olurdu.
Miranda yine gözlerine dolan yaşlara karşı dimdik durdu. Bu sefer ağlayamazdı. Birkaç dakika önce gururunu tanımadığı bir adamın karşısında ayakların altına düşürmüştü, bunu şimdi yapamazdı. Loren teklifsizce odadan içeri girdiğinde ne yapacağını bilemez bir şekilde kapının önünde bekledi. Hizmetçi kızlar her hangi bir isteğe karşı kapıda hazır beklerlerken Mirandaya garip bir şekilde bakıyorlardı. İnceler gibi bir halleri vardı. Miranda ile gözgöze geldiklerinde başlarını indiriyorlar, o başka yere bakarken onu gizlice izliyorlardı. Bu bakışlar altında rahatsız oldu. Sırtını dikleştirdiği gibi kızların yanına gitti.
“Bir şey mi soracaktınız?”
“Şey… Efendim…” İki kızdan daha çok utananı başını eğerken diğeri konuşması gerektiğini düşünerek cevap verdi. “Eğer isterseniz sizin için bir oda hazırlayabiliriz. Yüzünüzü yıkamak isteyebilirsiniz.”
Miranda kaşlarını çattı.
“Yüzümde ne var?”
“Siyahlık. Çamur gibi duruyor…” diye açıkladı. Mirandanın kaşları kalktı. Kirlenmiş olduğundan haberi yoktu. Bakışlarını aşağı indirdiğinde kaza geçiren tek Jason’ın olmadığını hatırladı. Başını salladı. Dağılan saçlarını kenara aldığında şakağındaki kan hizmetçi kızların nefesini kesti.
“Efendim,” dedi utanan kız. “Kaşınız kanıyor! Hemen doktora haber verelim,” dedi telaşla. Miranda elini kaldırıp çoktan kurumuş olan yaraya dokununca acıyla irkildi. Daha birkaç gün önce attan kayarak başına darbe almıştı, bununla ikinci kere darbe alıyordu. Kör olması işten bile değildi. Tüm kazalar neden onu buluyordu. Dokunduğu için şiddetle ağrıyan başını tutarak kızlara döndü.
“Benim için bir oda hazırlayın ve doktora haber vermeyin, en azından Jason’ın muayenesi bitene kadar,” dedi. Kızlar korkuyla birbirlerine sokuldular. Koskoca dük cenaplarına ilk adıyla seslenen pasaklı bir kadın vardı karşılarında ve eğer adıyla sesleniyorsa yüksek makamdaki bir leydi olması gerektiğini düşündüler. Miranda kızların sindiğini görünce kaşlarını çatmaya çalıştı. Fakat başına korkunç bir ağrı saplandığı için fazla kasamıyordu.
“Ne oldu yine?”
“Affedin efendim ama isminiz nedir?” diye sordu cesur hizmetçi.
Miranda kendini tanıtmadığı için sormaları normaldi. Hele bu kadar pisken tanımalarına imkan yoktu.
“Miranda Forcastell,” dedi kısaca. Unvanlara hiç gerek yoktu. Eğer kızların azıcık dedikodu yeteneği varsa isim ve soyisimde kesin tanırlardı ki Miranda tahmininde doğru çıktı. Kızların gözleri kocaman irileşti. Birbirlerine sarılmaya daha çok çalıştılar. Miranda bu görüntüden sinir olarak gözlerini devirdi.
“Hadi kızlar, başım ağrıyor yeterince. Saygınızda kusur etmediğinizi anlayabiliyorum. Şimdi, bana çarçabuk bir oda açın ve yüzümü yıkayabilmem için su getirin lütfen,” dedi. Kızlar hızla reveranslarını yerine getirdikleri gibi merdivenlerden aşağı koştular.
Miranda derin bir nefes aldı. Başındaki bu ağrı da neyin nesiydi? Bende buradayım der gibi sol ayağı da ağrısını yükseltince dişlerinin arasından tısladı.
Çok geçmeden kızlar odayı hazır etmiş, bir süreliğine dinlenmesine olanak sağlamışlardı. Miranda doktorun odadan çıkmasıyla Jason’ın durumunu öğrendi. Doktor tahtayı çıkarttığını ama Jason’ın iyi bir bakıma ihtiyacı olacağını söylediğinden itibaren her şey Miranda için daha anlaşılır oldu. İlk olarak annesine kısa bir pusula gönderip gece eve gelmeyeceğini, Dük ile Altamines Malikanesinde kalacağını söyledi. Yanına da ekledi: “Eğer benim geleceğimi düşünüyorsan, merak etmeden izin verirsin anne. Dük ile geleceğimizi konuşacağız.”
Bu koca bir yalandı. Yarın herkes gerçeği öğrenecekti. Annesine yalan söylediği ortaya çıktığında kesin kızacak bir olacaktı. Bunun babası olacağını umuyordu. Hayatındaki tek erkek.
Jason’ın odasına girerken çekincedeydi. Kapıyı açıp başını aradan uzattı. Odada kimin olabileceğini bilmiyordu. Loren’i görmek istemiyordu. Şansına uşaklardan birini gördü. Her hangi bir isteğine karşı yanında bulunuyordu. Miranda genç adama gülümsedi.
“Sen gidebilirsin. Yanında ben duracağım.”
“Peki Leydim,” diyerek reveransıyla odadan dışarı çıktı.
Miranda odaya girdiğinde etrafı inceleyecek vakti bulabildi. Odanın ortasında geniş bir yatak bulunuyordu. Dört direk ve tüllerle kapatılan krallara özgü asaletiyle baş köşedeydi. Geri kalan eşyaların soğukluğu ise Miranda’nın titremesine neden oldu. Hiçbir çekiciliği olmayan siyah örtülerle kaplı eşyalar, kasvetli ve sade bir odaydı. Burada nasıl yaşandığını anlamıyordu. İnsanın yaşarken içine ölümü yerleştiriyordu. Yatağında yatan adama döndüğünde hiçbir şeyin önemi kalmadı.
Ayakları onu geniş bedeni sargılar içerisinde yatan çekici adama doğru götürdü. Bronz bedene sahipti. Ve vücudu onu ilk gördüğünde düşündüğü gibi mini bir dev gibiydi. Geniş omuzları vardı. Çıplakken daha korkutucu duruyordu ama nedense artık Mirandaya yabancı gelmiyordu. Onu adım adım daha fazla tanımaya başlamıştı. Çok yakında o bedene sarılıp uyuyacağını tahmin ediyordu. Tabi sağlıkla o mihraba erişebilirlerse.
Yatağın kıyısına yaklaştı. Bir süre onu inceledikten sonra gözlerini yüzüne çevirdi. Arabada anladığı gibi kaşında yarılma vardı. Kendi alnına ve kaşına dokundu. Doktor onu da muayene etmişti. İkisininde sanki anlaşmışlar ve birlikte yarmışlar gibi koca bir bandaj bulunuyordu. Miranda neredeyse buna gülecekti. Evlenmeleri baya hasarlı oluyordu.
Ayakta dikilmekten dolayı bacakları ağrıyınca yatağın kenarına oturdu. Jason yatağı ortaladığı için ona değmesi mümkün değildi. Zaten küçük bedeni azıcık bir yere bile sığabilirdi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Jason’ın yüzünü inceledi. Kasları gevşemiş, rahatlayan ifadesi daha da yumuşamıştı. Aslında Jason’ın çok yakışıklı bir adam olduğunu gördü. Hele bir de o buz maviliğindeki soğuk gözleri…
Kapı yavaşça açıldı. Miranda bakışlarını kaldırıp loş ışığın vermiş olduğu izinle gelenin kim olduğuna baktı. Bu eve ilk defa geldiği için kimseyi tanımıyordu. Graham ve o adını sonradan öğrendiği Lisa, Leila adındaki iki kardeş olan hizmetçi kızlardan başka bir de Loren vardı. O öfkeli şeytan gibi bakan adama hiç ısınamamıştı.
“Kimsiniz?” diye sordu Miranda, içeri giren orta yaşlı kadını görünce hemen yerinden kalktı. Kadın elinde bir tepsi taşıyordu. Çekinerek kapıdan birkaç adım içeri geldi.
“Leydim, rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ben çalışanlardan Emily, uşak sizin burada yalnız olduğunuzu söyledi. Geç oldu biliyorum ama karnınızın aç olabileceğini düşünüp yiyecek bir şeyler getirmiştim size.” Diye açıklamada bulundu. Miranda kadına doğru ilerledi. İçerideki ışık fazla olmadığı için kadını tam olarak inceleyemiyordu ama güzel bir yüzü olduğunu görebiliyordu. Ve o gözleri… Yemyeşil parıltılarla parlıyordu.
“Başınızı kaldırır mısınız?” diye sordu Miranda. Yaşlı kadın dediğini yaptı. Gözgöze geldiler. Gözlerinde çok yakından hissettiren bir şeyler vardı. Miranda içten içe kadına karşı bir sempati duymaya başladı. Hiç de Loren gibi negatif değildi, aksine bu kadınla arkadaşlık kurmak bile istedi.
“Adınız Emily değil mi? Bende Miranda, çoktan duymuşsunuzdur ama ben yine söyleyeyim. Çok yakında Düşes olarak bu malikaneye adım atacağım. Eminim çok zor bir dönem beni bekleyecek. Bu zorluklarda benim yardımcım olabilir misiniz?” diye sordu kadına. İlk tanışmalarında insanlara karşı hep bir mesafesi olurdu fakat bu kadına kanı kaynadığı için hemen teklifini sunmuştu. Kadının parıldayan gözleri bu sefer sevinçle aydınlandı.
“Size her türlü yardımda bulunmaktan mutluluk duyarım Düşesim.” Diyerek önünde reverans yaptı. Miranda başını salladı.
“Hayır, hayır ben daha Düşes olmadım. Bunu o zaman söylersin. Şimdi bana ne getirdin bir bakalım,” diyerek acıktığını unuttuğu karnını doyurmak istedi.
Emily onun rahat etmesi açısından dışarı çıktı. Miranda da tabakların başına geçti fakat hiç de iştahı yoktu. Karnının guruldaması ile yemek isteği arasında garip bir çatışma vardı. Her ikisininde isteğini yerine getirerek sadece çorbayı içti. Geri kalanları bıraktı.
Saat ilerledi, sabaha doğru yaklaşırken yine Jason’ın yanına gitti. O iyileşene kadar bu evde kalmak istiyordu. Göz kapakları ağırlaştı. Jason’ın yaralarını tekrar inceledi. Kanaması yoktu. Nefes alış verişi de normaldi. Tek gözü uykuya yenik düştü. Başını iki yana salladı ama nafileydi. Jason’ın yanına doğru çöken bedeni sonunda yan yana yatmalarına neden oldu.
Sabahın ilk ışıklarında Jason gözlerini açtı. Başındaki korkunç ağrı karnındaki acıdan daha büyüktü. Elini kaldırıp alnına dokunmak istedi ama eline bir şey çarptı. Yumuşak bir eldi bu. Başını çok hafif bir şekilde sağa çevirdiğinde odaklanması zorlukla oldu. Karnındaki yara onun kıpırdamasına izin vermiyordu. Biraz zorlayarak ancak çevirebildi. Başı sargılı biri daha vardı.
“Miranda?” diye fısıldadı. Sesi boğazına bir şey kaçmış gibi çıkıyordu. Yutkundu. Başını önüne çevirdi. Bir gece önce neler olduğunu çok iyi hatırlıyordu ama bu yatağa ne zaman geldiğini ve Mirandanın yanına yattığını bilmiyordu.
Başını tekrar çevirdi. Başına ikinci kere darbe alıyordu, ileride sağlığı için endişelendi.
“Miranda?” dedi uyandırmaya çalışıyordu. “Miranda?” Boğazı kuruduğu için öksürmek durumunda kaldı.
Seslere uyanan genç kız gözlerini zorlukla açabiliyordu.
“Miranda?”
“Jason?” diye fısıldadı. Sonra kafasını toparladı ve gözleri kocaman açıldı. “Ah Jason? Uyandın. Nasılsın? Kendini nasıl hissediyorsun? Bir yerin ağrıyor mu? Karnın nasıl? Başın peki?”
Jason gözlerini yumdu.
“Uyurken daha güzeldin, ah şu çenem.” Dedi ağır ağır. Konuşmak nedense çok zor bir iş gibi geliyordu.
“Tamam af edersin. Tek soru nasılsın?”
Jason gözlerini açtı. Tavandaki tülleri incelerken nasıl olduğunu düşünüyordu.
“Bilmiyorum. İyiyim sanırım.”
“İyi olmak zorundasın.”
Jason ona döndü.
“Neden?”
“Çünkü hayatımı kurtardın ve ben senin tam olarak iyileşip geri ödememi yapmadan kötü olamazsın da ondan.”
Bu pazarlık Jason’ın ağrılarını unutmasına yardımcı oluyordu.
“Hayatını mı kurtardım?”
“Evet,” dedi Miranda bilgiç bir tavırla.
“Yanlış hatırlıyorsundur.”
“Hayır ekselansları doğru hatırlıyorum. Kaza da beni korumak için kucakladınız ve sizin yaralanmanıza sebep oldunuz.”
Jason hiçbir şey söylemedi. O anları çok iyi hatırlıyordu. Mirandaya bir şey olma korkusu başka hiçbir şey düşünmesine olanak sağlamıyordu. Daha fazla bu konu da konuşmak istemediği için konuyu değiştirdi.
“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu. Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu. Yanında yatacak kadar değer vermiş olabileceğine inanmadığı için gerçeği onun ağzından duymalıydı.
“Senin başını bekledim. Gece uyanırsan ben yardımcı olacaktım.”
Jason yine bir gülme dürtüsüyle daha savaş verdi.
“Uyuyakalarak mı başımda bekledin? Gerçekten çok iyi bir refakatçisin.”
“Ben yerine o soğukkanlı uşağın mı bekleseydi?” diye sordu. Biraz da alınmıştı.
“Gece boyunca bekleme konusunda daha iyi olacağını düşünüyorum.”
Miranda omuz silkti. “Bende kaza atlattım. Yorgun vücudum fazla dayanamadıysa suç benim değil.”
Jason’ın hatları tekrar gerildi. “İşte bu yüzden eve gitmeliydin.”
“Eve gidemezdim.”
“Neden?”
Miranda onu merak ettiğini söyleyemezdi. Böyle bir itiraf için kendini hazır hissetmiyordu. Henüz Jason’a değer verdiğini söyleyemezdi. Hem Tanrı aşkına ona değer falan vermiyordu sadece… sadece… Ah! Hayatını kurtardığı için beyaz atlı prens kesinlikle Jason’dı. Miranda onun için bir şeyler yapan insanlara karşı her zaman vefakar bir harekette bulunuyordu. Bir hayat Jason’a borçluydu. Bu yüzden onunla arasındaki tüm savaşlara ateşkes getirdi.
“Doktorun ne diyeceğini bekledim.” Diyerek diğer bir gerçeği söyledi.
“Hangi konuda?”
“Karnının boşluğuna bir tahta parçası girmişti. Onun çıkarılmasını bekledim. Sonra da saat çok geç olmuştu. Bende annemlere pusula yazıp gönderdim. Merak etme bizi tüm gece boyunca geleceğimiz hakkında konuşacağız sanıyorlar.”
Gülümseme Jason’ın dudaklarında küçük bir kıpırtı yaratıp hızla yok oldu.
“Tüm gece yanımda yattığını ve hiç konuşmadığımızı duysalar eminim yarın nikahımız kıyılırdı.”
Miranda bir an durdu. Bulundukları yer ve uyudukları yatağa göz attı. Gerçekten bir adamın yanında uyumuştu. Başkaları görse dedikodular anında yayılırdı.
“Eh kocam olacağın için bir sorun görmüyorum.”
“Demek bu kadar alıştın bana?”
“Başım…” dedi Miranda numaradan. Elini alnına koydu. Yüzünü düşürüp acı çekiyormuş gibi sallandırdı. “Sanırım ağır darbe aldım. Geçmişimde pek detay yok.”
“Başına darbe aldığın doğru.” Bunu hem şaka hem de gerçek anlamda söyledi. Sonra ciddileşti. “Başını doktora gösterdin değil mi? Geçen de aynı yerden darbe almıştın. Her hangi bir sorun teşkil etmesin?”
“Merak etme, senden çok daha iyiyim.”
Jason’ın gözleri parıldadı. Miranda’nın bu kadar sakin olabileceğini aklının ucuna bile getirmezdi. Oysa şu an karşısında onunla şakalaşıyordu bile. Bazen kazaların iyi sonuçları olabiliyordu. Ama unuttuğu bir gerçek kendisini gösterdi. Miranda tüm bunları hayatını kurtardığı için yapıyordu. Vefa borcunu ödedikten sonra tekrar eski haline geri dönmesi su götürmezdi. Bu düşünce sinirlerini bozdu. Tüm kadınlar çıkarları uğruna savaşıyorlardı. Ya da aldıkları kadar geri ödeme yapıyordu. Miranda’nın diğer kadınlardan farkının olmadığını görebiliyordu. Kendisine bir kere bile sıcaklık göstermemişken kazadan sonra yumuşaması kesinlikle bencilce bir hareketti. Jason gözlerini kapattı.
“Miranda, odadan çıkar mısın?”
Genç kız olduğu yerde dengesini kaybedince yatağa tekrar uzandı. “Ne?” çıktı ağzından.
“Git odadan. Çık dışarı. Uşaklardan biri senin yerine bana refakat edebilir.”
“Ama ben yanında olmak istiyorum.”
“Miranda sana dışarı dedim,” diyerek katılaştı. Miranda anlamıyordu. Şimdi de Jason da davranış bozukluğu vardı. Az önce gülerek geçen konuşmaları bir anda şekil değiştirmişti.
“Neden bir anda gitmemi istiyorsun?”
“Burada olman için bir sebep yok. Bana hayatını falan borçlu değilsin.”
“Ama sana yardımcı olmak istiyorum.”
“Senden yardım istemiyorum. Evine git.”
Miranda bu sözlerle inanılmaz yaralanıyordu. Kalbini üzüntü kapladı.
“Niye istemiyorsun anlamıyorum?”
“Henüz eşim değilsin. Nişanlım bile değilsin. Bizi birileri görürse senin adın açısından sıkıntıya gireriz. Hele evleneceğin kişi ben olmazsam…”
“Bu da ne demek? Benimle evlenmeyecek misin?”
“Miranda,” dedi Jason gözlerinin içine soğuk bir şekilde bakarak. “Dünkü kazada ölebilirdim. Yarınımızı bilmeyiz.”
“O zaman bırak senin yanında olayım. Hem anlaşmalar imzalandığına göre senin yarı eşin sayılırım. Eh bu durumda da artık bana da söz hakkı düşüyor.”
“Henüz değil!” dedi sert bir şekilde. “Şimdi bu odadan çık Miranda”
Miranda bacaklarını yataktan sarkıtarak aşağı indi. Üstünü düzeltti. Ne var ki elbisesi hala yırttık içerisindeydi.
“Gidiyorum Dük!” dedi aksi bir şekilde.
Jason hiçbir şey söylemedi. Miranda toparlandı ve tek kelime etmeden odadan dışarı çıktı. Jason’ın kaşları çatılmıştı. Bakışlarını tekrar tavana çevirdi. Onun bu kadar yakınına girmesini izin vermeyecekti. Bu kadar cana yakın bir kız değildi o. Yine kesin rol peşinde olmalıydı. Jason böyle aciz bir durumda bile tetikte olmalıydı. Mirandayla ilgili çok büyük bir güven problemi vardı. Bir süre kendi düşünceleri arasında gidip gelirken göz kapakları yorgun bedenine karşı tepki verdi ve tekrar kapandı.
“Uyuyor mu?”
“Bence uyuyor.”
“Bir şeyler yemesi lazım.”
“Ekselansları çok kuvvetlidir. Kendini toparlayacaktır.”
Jason’ın kulaklarına dolan iki kadın sesi geliyordu. Kendisi hakkında konuşuyorlardı. Gözlerini açmadan onları dinledi.
“Yemek yemeden nasıl toparlayacak? Güçlü olduğu belli ama yemek yemedende o gücüne güç katamaz ki.” Diyen bilgiç sesi tanıdığında gözleri hemen açıldı.
“Miranda?” dedi inanamayan bir sesle.
“Günaydın Lordum, şimdi nasıl hissediyorsunuz?” Miranda onun görebileceği bir noktaya geldiğinde üzerindeki elbisenin değiştiğini, alnındaki büyük sargının küçüldüğünü ve saçlarının geri doğru toplandığını gördü. Bu sefer kinde daha farklı bir şeyler vardı. Miranda ona en güzel gülümsemesi ile gülüyordu. Bu görüntü sinlerini daha çok bozdu.
“Burada ne yapıyorsun hala?” diye sordu dişlerinin arasından. Miranda arkasına bakıp göz kırptı.
“Size kahvaltı getirdim. Tabi şu an öğle yemeği vakti ama önemli olan bir şeyler yemeniz. Emily bana yardım eder misin Jason’ı birazcık hareket ettirelim…” diye başladığı cümlesini bitiremeden Jason araya girdi.
“Emily dışarı çık!” dedi neredeyse kükreyerek.
Miranda bu ani yüksek ses karşısında olduğu yerde irkildi. Kaşlarını çatarak Jason’ın onu öldürecekmiş gibi bakan gözlerine odaklandı. Bu adam saatler ilerledikçe daha fazla huysuzlaşıyordu. Emily ikiletmeden odadan dışarı çıktı.
“Sana ne dedim ben?” diye sordu Jason.
“Hangisini diyorsun? Bir araba dolusu söz söyledin de…”
“Miranda beni sinirlendiriyorsun. Bu halime karşı acıma duygusu besliyorsan lütfen git,” dedi sakinlikle ama her an ses tonu yükselebilirdi.
“Ben senin yanında olmak istiyorum. İyileşince gideceğim.”
“Miranda ben senin yanımda durmanı istemiyorum.”
“İsteklerimiz ne yazık ki her zaman gerçekleşmiyor Ekselansları.”
Miranda’nın onun otoritesine karşı inanılmaz bir baş kaldırışı vardı. Bu Jason’ın hasta yatağında kat be kat sinir küpü olmasına neden oluyordu. Sabrının sonlarına yaklaşırken Miranda dayanamadı ve bağırdı.
“Kahretsin neden gitmiyorsun?”
“Beni yollamak için bu kadar hevesli olabilirsin ama senin can sağlığını koruyorum ben!” diye karşılık verdi sesini yükselterek.
“Ne?” dedi Jason.
“Dün gece sana tuzak kurdular. Öldürmeye çalışmışlar ama ben olmasaydım sen şu an muhtemelen ölmüştün.”
“Sen neden bahsediyorsun? Dünkü bir kaza…”
“Hayır, kaza falan değil. Atların boyunları kesilmişti. Hayvanlar yara aldıktan sonra kör bir yola girdik. Seyis ortada yok! İkimizde o gece şans eseri kurtulduk. Şimdi senin yanından neden gitmek istemediğimi anlıyor musun?”
Jason dehşet içerisinde yataktan kalktı. Acıları duydukları kadar etkileyici değildi. Koca bedeni sendeleyerek ayakta duruyordu. Miranda onun düşeceğini düşünerek öne atıldı ama Jason onu kendinden uzaklaştırdı.
“Bana Loren’i çağır,” dedi Jason sakinlikle.
“Dün gece Loren seni arabadan çıkarttı. O her şeyi biliyor.”
“Bana Loren’i çağır Miranda, Lütfen.”
Miranda ona baktı. Sonra başını sallayıp zili çekti. Gelen hizmetçiye Loren’i yollamasını istedi çok geçmeden Loren geldi. İçeri girdiğinde Dük’ün hızlı iyileşme sürecine hayretle baktı.
“Ekselansları sizi sağlıklı görmek ne-“
“Dün gece ne olmuş Loren?” diye sertçe sordu Jason.
Miranda yine gözlerinde o bilindik sertliği görüyordu.
“Jason bak,” diye söze girdi Loren bir gözü Miranda’nın üzerindeydi. Hasta adama hemen her şeyi anlattığı için öfkelendi. Kendisi tüm izlerin peşindeydi. Jason’ın dinlenip eski gücüne kavuşması gerekiyordu. “Dün çok şey yaşadın. Biraz dinlen bunları konuşuruz.”
“Benim dinlenmeye ihtiyacım yok Loren ve şimdi bana ne olduğunu anlat!” diye emretti. Loren de Miranda’nın sözlerini aynı şekilde ona aktardı. Jason’ı öldürmek isteyen birileri vardı ve canına kastettikleri gece Miranda da şans eseri yanındaydı. Bakışlarının sertliği dakikalar ilerledikçe arttı.
“Jason?” dedi Loren.
“Loren, Miranda’yı evine götür ve Altamines sınırlarına ayak basmayacağından emin ol!” diyerek emrini kesin bir dille ona yöneltti. Miranda ise nefesini tutmuş bir elini göğsüne koymuştu.
“Jason?” diye inledi.
Loren Jason’a baktı. Geri adım atmayacağını iyi biliyordu fakat başka bir tepkinin gelip gelmeyeceğini bekledi. Aksi olmayınca Mirandayı kolundan tuttu. Odadan dışarı sürüklerken Miranda bağırdı.
“Jason bunu yapma! Beni gönderme! Bunu neden yapıyorsun?” Direnmesine rağmen Loren onu dışarı çıkartıp kapıyı arkasından kapattı. Jason artık ağrıdan kırılan bedenini tekrar yatağa bırakırken fısıldadı.
“Seni korumak için küçüğüm!”
