“Mirandaaa!”
Jason’ın sesi tüm ormanda çınladı. Miranda onun bir saniyelik boşluğuna denk gelerek arkasına baktığı anda dünya ile iletişimini kesmişti. Sola doğru kayarak atın üstündeki denge bozulmuştu. Huysuzlanan at sürekli başını sallıyordu. Jason sol koluna yüklenen ağırlığı taşımakta ve tutmakta zorlandığı için atı ilk anda durduramadı. Miranda aşağıya kayıp neredeyse atın ayaklarına denk gelecek şekilde aşağı sarktı.
Jason “Miranda!!” diye bağırsa da kız kendine gelmedi. Jason çarçabuk atı durdurup Miranda’nın o koca eteğine rağmen tutmayı başardı. Geri ata çekti ve kucağına doğru yatırdı. Gördükleri karşısında dehşete düştü.
“Miranda!” dedi korkuyla bir kez daha. Kızın sol kaşı, atın toynağına denk geldiği için darbe aldığından kanıyordu. Miranda ise hala kendinde değildi. Jason kollarında yatan ufaklığı iyice göğsüne bastırdı.
“Tanrım ne olur bir şey olmasın!” diye kendi kendine teselli etmeye çalışıyordu. Henüz yeterince fark etmiyordu ama o düştüğü zaman içinde kocaman bir boşluk oldu ve bu boşluk korkunun silsesini taşıyordu. İlk tohum kalbine düşmüş oldu.
Miranda’nın kafası aşağı sarktığından başındaki bonesi düşmüş, saçlarını tutan filketeler açılmıştı. Dalgalı toprak rengi saçları omuzlarından dökülüyordu. Birkaç teli Jason’ın koluna dolandı. Rüzgar estikçe misk kokusu burnuna doluyordu. Bu güzelliği görmezden gelmesi ve atını hızlandırması üç saniyesini alarak doğruca kontun evine gitti.
Malikanenin kapısından içeri girerken bahçıvan Jo uzaktan onları gördü. “Tanrım!” diye bağırdı. Jason adeta rüzgarın canlı kanlı temsilcisiymiş gibi adamın şapkasını uçururcasına yanından geçip arkada bir toz bulutu bıraktı.
Hemen evin kapısının önünde durdu. O sırada alışveriş yapmak için evden çıkmakta olan Marissa ve Louisa kapıda belirdi. Jason’ı gören gözleri gülümserken kucağında tuttuğu kızına kayınca bir çığlık kopardı.
“Miranda! Ah ne oldu? Kızım…” diyerek malikaneyi ayağa kaldırdı. Hizmetlilerden Oliver ve Adrian ilk anda yanlarına gelen kişilerdendi.
“Leydim!”
“Leydim!” diyerek Jason’ın yanına gittiler. Dük, kızı dikkatle tek gözü yarım açılan Adrian’a doğru uzatırken Oliver’a bakıp “Çabuk doktora haber verin!” diye kükredi adeta. Eğer ona bir şey olursa kendisine çok kızacaktı. Suçluluk duymaya başladığı için huzursuzdu. Atından atlayarak Adrian’ın kucağındaki kızı hızla kucaklayıp Louisa’nın rehberliğinde odasına çıktı.
“Ne oldu Jason?” diye sordu annesi. Alnından hala sızan kan onu korkutuyordu. Dük nazikçe yatağına bıraktı bedenini.
“Ablama ne oldu Lordum?” diye neredeyse ağlamak da olan Marissa sordu.
Jason saçları yastığına dökülmüş güzel ve solgun yüzü gördükçe içinde anlatamadığı fırtınalar kopuyordu. Gerçekten ne olmuştu? Güzelce konuşmalarına son verip atın üzerine çıkmışlardı. Yavaş yavaş geldiği için atın herhangi bir korkutucu tavrı da olmamıştı. Peki Miranda’ya ne olmuştu?
“Ben bilmiyorum.” Diyerek gerçeği dile getirdi. “Biz atın üzerinde buraya geliyorduk…” diye bir şeyler geveledi. Louisa ve Marissa birbirlerine korkuyla baktılar.
“Aman Tanrım!” dedi annesi.
Jason ikisine bakıp bir şeyler anlamaya çalıştı. Louisa ise Miranda’nın yanından kalkarak Marissa’ya fısıldadı. “Atın üzerinde…” demesi Jason’ın kulağından kaçmadı.
Kaşlarını çattı. “Evet,” dedi. “Atın üzerindeydi. Bunda sorun ne?” diye sorduğu anda odanın kapısı açıldı ve içeri doktor girdi. Jason’ın sorusu hava da asılı kaldı.
Doktor muayene bitene kadar herkesin dışarıda beklemesini söyledi. Hizmetçilerden biri yanında kalarak yarasına pansumana yardım ediyordu. Uzun süren baygınlığı kapının dışında bekleyenleri korkutuyordu. En çok korkan kişi de şüphesiz Jasondı. Gözlerinin önünde yan yatışını, neredeyse attan düşüşünü tekrar gözlerinin önüne getirdi. Eğer onu tutamasaydı, kafası atın ayaklarının arasında kalacak belki daha kötüsü vücudunda ciddi kırılmalar olacaktı. Küçük kız değil, küçük belaydı. Ve bu bela onun yakında karısı olacaktı.
Kapının açılmasıyla Marissa ve Louisa fırlayarak doktora yaklaştılar.
“Ablam nasıl?”
“Kızım nasıl?”
“Miranda! Miranda!” diye bağırarak merdivenleri çıkan James’te haberi aldıktan sonra hemen gelmişti. Neyse ki doktorun açıklamasına yetişmişti.
“Doktor, nesi var?” diye sordu Jason.
Doktor gözlüğünü burnunun kemerinden geri doğru itti.
“Leydi Miranda’nın sağlık durumu iyi. Kaşındaki patlağı sardım. Bu arada Leydim,” diyerek Louisa’ya döndü. “Sizi içeri çağırıyor.”
Louisa başını sallayıp anında içeri girdi. Marissa korktuğu için babasından destek almak istercesine sıkıca sarıldı. Oliver ve Adrian en çok sevdikleri leydisinin sağlıklı olmasına sevinip birbirlerine gözü yaşlı gülümsediler. Kenarda tek başına dikilmekte olan Jason ise içten içe rahatlamanın keyfini çıkartıyordu. Ona bir şey olsa ne yapardı bilmiyordu ama bir kaza geçirecekse bunun yanında olmasını istemiyordu. Bayanların başına herhangi bir şey gelince aklına karısı geliyordu. Merdivenden düştüğü haberini aldığı sırada ne kadar mutluydu ve sonra hayatı kararacak o haberi almıştı.
Ah! Eski karısıydı o artık. Bu aklına geldiğinde gerildi. Gözlerindeki derinlik artık eskisi kadar iyimser değildi. Burada daha fazla duramasının anlamı yoktu. İyi olduğunu duymuştu.
…..
Arkasını döndüğü sırada kapı açıldı ve Louisa’nın gülümseyen ifadesi koridora ulaştı.
Gözleri bekleyenleri sıraladı ve en sonunda Jason da durdu.
“Ekselansları,” diyerek adamın ilgisini çekti. Jason omuzunun üzerinden geri doğru baktı.
“Miranda seni görmek istiyor,” dediği anda az önce kanına nüfuz eden soğukluk yine ısınmaya başladı. Miranda’nın iyi olduğunu duymuştu, gözleriyle görmek tamamen rahatlamasına neden olacak gibiydi. İlk olarak aklındaki o eski kötü anıları atması gerekiyordu.
Jason tek baş hareketiyle içeri girdiğinde Louisa arkasından kapıyı kapattı. Yatağında başını yan çevirip yatan kız sanki daha da küçülmüşe benziyordu.
“Leydi…” diye başladığı konuşması Miranda’nın kaşlarını çatarak ona kötü kötü bakması sonucu son buldu. Ah bu kızla neden resmi konuşamıyordu. Bakışlarının altında yine bir tartışmanın tohumu saklıydı. Küçük leydiyle zaman geçirdikçe bunu daha iyi anlıyordu.
“Neden bana öyle bakıyorsun?” diye sordu. Ellerini arkasından bağlayarak bir kaşını yukarı doğru kaldırdı.
“Maskeli balo istiyorum!” dedi aksi aksi. Sol kaşının üzerindeki kocaman beyaz sargı sanki ona ait değilmiş gibi eski dinçliğiyle karşılık veriyordu. Dük bunu saçma bularak başını iki yana salladı. İşaretp parmağını ileri doğru uzatarak “Anlamak da güçlük çektiğim için beni affet.” Dedi.
“Bunda anlamayacak ne var? Maskeli Balo istiyorum!”
“Bu halde bile balo isteyecek kadar sağlıklı olduğun için beni şaşırtıyorsun leydim.” Biraz durdu. Başındaki sargıyı işaret ederek “Balo balo koşturacaksın, hem de bu halde?” dedi.
“Koşturmayacağım,” dedi duru bir sakinlikle.
“Kaşın bu haldeyken nasıl baloya katılacaksın?”
“İşte o yüzden maskeli olsun diyorum. Bu şekilde milletin karşısına çıkamam.”
“Ne balosu bu?” diye sordu Jason. Hasta yatağında olup eğlenmek için bu kadar can atacağını bilmiyordu. Miranda’nın öyle çok balolara katıldığını duymamıştı. Neden bu kadar istekli olduğunu anlamıyordu.
“Sevgili kocam olacak Dük ekselansları, haftaya yapılmasını kararlaştırdığımız nişanımıza böyle katılmamı mı istiyorsunuz? Çok üzgünüm ama bunu yapamam. Herkesin yaralı leydinin yüzüne bakarak acıma bakışları atmalarını kaldırabileceğimi sanmıyorum. Şimdi lütfen nişanın maskeli balo olacak şekilde hazırlanmasını emredin!” diyerek aslında emri veren kişinin kendisi olduğunun farkında değildi.
Jason dehşet içerisinde kaldı. Nişanlanmayı bu kadar çok mu istiyordu?
“Sen iyileştikten sonra nişanı yapabiliriz,” diye başladıysa bile sözleri yarı da kaldı.
“Ben sözümün arkasında dururum. Lütfen Lordum. Nişanımızı konuştuğumuz gibi haftaya duyuralım ve maskeli olsun.”
“Daha önce İngilterenin görmediği bir nişan olacak bu desene.”
“Sevgili Düşesinizi gecenin sonunda görecekler, eğer endişeniz buysa.”
Jason gözlerini kıstı. Miranda’nın aklında farklı düşünceler yatıyordu. Bunu elbet sonunda anlayacaktı. İlk olarak en çok merak ettiği şeyi sordu.
“Miranda atın üstünde ne oldu?”
Genç kız yutkundu. Az önce annesine tembihlediği gibi at ile olan korkusunu dile getirmeyecekti. Dükün bilmesine gerek yoktu. Hem neden bilecekti ki daha tam olarak tanımadığı biriydi. Öyle hemen kendisini ifşa edecek bilgilere erişmesini istemiyordu.
“Başım döndü,” diyerek bir diğer gerçeği dile getirmekle yetindi.
“Neden?” diye sordu Jason neden bilmiyor, sürekli cevapların altında başka nedenler arıyordu.
Miranda o anda sanki beyni yokmuş gibi saf saf adama baktı. Neden başı dönmüştü? Kafasına aldığı darbeden dolayı şu an tilkisine ulaşamadığını acı gerçekle fark etti. Jason ondan bir cevap beklerken kollarını göğüs hizasında bağlayarak bacaklarını iki yana açtı. Bu duruşu “sen ne söylersen söyle, yalanların zırhımı delemez” der gibi duruyordu.
Miranda düşündü, düşündü…
“Başımın dönmesi gayet olağan bir durum bir kere!” diyerek başını yatağının kenarındaki pencereye çevirdi.
“Olağan ne?”
Yan yan baktı. “Özel günüm lordum. Eh malum, vücuttaki kan azalıyor, baş dönmesi, mide bulanması… Ah!” Gerçekten utanmış gibi elini ağzına götürdü. “Af edersiniz dük, bu kadar özele inmemem gerekiyordu. Bağışlayın beni. Umarım sizi utandırmamışımdır?” Yan gözle buz kralı izledi.
Jason utanmak şöyle dursun, şaşkınlığından tek bir laf söyleyemiyordu. Şaşkınlığı ise bu kızın cevap vermek için sınırsız kelimelerini kullanmasınaydı.
“Özel günün?” dedi üstüne bastırarak. İçten içe güldü Miranda.
“E-evet.” Sesini hata yapan çocuk gibi kısıkarak “af edersiniz, utandırmak istememiştim” diye kurduğu cümlesini Jason gülümseyerek karşıladı ve arkasını döndü.
“Güzel. Senin çocuk olmadığını kesinleştirdik desene. Haftaya cumartesi günü nişanımız var leydim.” Kapının önünde durup omzunun üzerinden arkasına bakarak “Hazırlığınızı yapın” dedi. Kapıdan çıkarken Miranda’nın boğazından çıkardığı çığlıkları duyabiliyordu.
***
“Bu durumda bir anormallik var.”
Marissa ablasının yatağında yatıp bacaklarını duvara dayadı. Eteği başından aşağı geçse bile umursamaz tavırlarla yatışını sürdürdü. Annesi onu böyle görse o andan itibaren bir süre cezalı olarak dolaşabilirdi. Asla bir leydiye yakışmayacak hareketti. Hem de eteği kırışıyordu. Annesinin çok işi olduğunu düşünerek yatışını bozmadı.
Ne Marissa ne de Miranda böyle ufak tefek şeyleri sorun ediyorlardı. Leydiler gibi çıt kırıldım olmaktansa hiç olmamayı tercih ederlerdi. Aslında Marissa çok düzgün bir kızdı fakat ablası onu da yoldan çıkartıyordu.
“Anormal olan ne?” Miranda çalışma masasının üzerindeki kağıtlara nişanda giyeceği elbiseyi çiziyordu. Terziye bunu gösterecek ve diğerlerinden daha farklı olacaktı.
Aile de resim kabiliyeti olan tek kişi oydu. Ne babası ne annesi ne de Marissa çizimle uğraşıyordu. Söylenen bir sözü hatırladı. “Yetenek, kalpten gelir. Sever ve inanırsan olur!” Resim yapmayı da en az kitap okumak kadar seviyordu. Hele ki aşk romanları..
“Ablaaaa!”
Miranda girdiği düşüncelerden hızla çıkarak çizdiği resme baktı. Bir çift göz vardı. Kaşlar ise sertçe çatılmıştı. Bu gözlerin kime ait olduğunu çok iyi biliyordu. Yatağında ters duran kardeşine hızla bakış atıp önündeki kağıdı buruşturdu. Bu saçmalıkta neyin nesiydi?
“Ne oldu?”
“Cevap vermedin?” Miranda sanki yanlış bir şey yapmıyormuş da yakalanmış gibi şaşkın ve utangaçtı. Hızla düşündü. Marissa ne sormuştu ?
“Mari, en son ben sana sordum. Anormal olan ne?”
Marissa kafasını geri ablasına doğru çevirdi. Kaşlarını çattı. “Sen gerçekten iyisin değil mi? Dakikalardır konuşuyorum. En son ben sana sordum: Neden erkenden evlenmek istiyorsun? Sen evlenmeyi hiç istemezsin ki? Hem o Dük için bana neler söylemiştin.”
“Marissa canım, büyüdüğünde beni anlarsın.” Diyerek tipik büyük küçük diyaloguna bürünüp resmi bir set çekti.
Marissa öfkelendi. Sinirle bacaklarını yere indirip eteklerini çarçabuk düzeltti. Ablasının yanına geldi. “Bana küçük gibi davranıyorsan kesinlikle bunda ciddi bir şeyler var. Artık bana da açıklama yapmıyorsun. Evlenince değişmeyeceğini düşünmüştüm. Yanılıyorum.” Hışımla odadan dışarı çıktı. Miranda elinde kalemiyle öylece kalakaldı. Hepsi sol avucunda buruşturup atamadığı bir çift gözün sahibi yüzündendi. Hayatındaki tek önemli varlığı kardeşiydi. Onu da küstürerek gitmesine neden oldu.
“Aptalsın Miranda, hem de iki kere.”
Kendi kendisine kızarken kapı hızla açıldı. “Miranda Burnet Forcastell, küçük kardeşinize ne yaptığınızı sorabilir miyim?” diyerek odaya girdi. Arkasından kapıyı sertçe kapadı. Dimdik durduğu için göğüsleri fazlasıyla dolgun görünüyordu. Elbisesinin kusursuz görünümü ile gerçek bir leydi diyebilecek bir görünümdeydi. Ne yazık ki bu görüntünün yanında Miranda çürük elma gibi kusurlu izlenimi veriyordu.
“Abla- kardeş arasında…” diye mırıldandı. Elindeki buruş kağıt sanki avucunu yakıyordu. Neden sürekli bu adamı aklına getiriyordu.
Louisa bir süre öyle durup keskin gözlerini kızının üzerinde gezdirdi. Sonra kapının yanında duran tekli koltuğa yavaşça oturdu.
“Söyle bakalım, daha kaşının morluğu gitmeden neden hemen nişan yapılmasını istedin?”
“Ben mi istedim?” diyerek numaradan şaşırmış gibi yaptı.
“Jason ile konuştum. Senin istediğini söyledi. Nişan haberiniz gazetelerde yayınlandı. Senin bundan haberin yok mu?”
“Gerçekten yayınlandı mı? Bilmiyordum.” Hızla yerinden kalkarak annesinin arkasında saklayarak getirdiği daha sonra kucağına koyduğu gazeteyi aldı. Sayfalarının arasından nişan ilanını okudu. Tam istediği gibi nişanın maskeli balo olacağı şekilde düzenleneceğini ve haftaya cumartesi yapılacağı yazıyordu.
“İşte..” diye mırıldandı sevinçle. İlana o kadar dalmıştı ki farkında olmadan elinden düşürdüğü kağıdı annesi aldı.
“Bir çift göz!” dedi annesi imayla. Miranda haberden başını kaldırıp annesine baktı.
“Dediğini duyamadım?”
Louisa yakaladım seni der gibi imalı bakışlarını kızına dikti. Kağıdı açıp Miranda görecek şekilde ona çevirdi.
“Gözler hiç yabancı değil…”
Miranda annesinin başının etini didiklemesine çok az kaldığını düşünüp gazeteyi yüzüne kapattı. Yaptığı en büyük aptallık neden çizdiğini bilmediği o dükün gözlerinden etkilenen aklına mukayyet olamamasıydı.
***
Loren “Senin tekrar evlenecek olmana şaşırıyorum doğrusu,” dedi atını okşayarak, gergin suratıyla kendisine bakan arkadaşına döndü. Loren ile Jason çocukluk arkadaşıydılar. Seyisin oğlu olması hiçbir şeyi değiştirmemişti. Küçükken aynı dersleri almışlar, aynı eğitimden geçmişlerdi. Tek farkları unvandı. Jason Dük olduktan sonra Loren’ide kendisine vekil tayin etmişti. Sağ kolu yaparak iyi bir konumda hayat sürmesini istemişti. Bu yüzden küçüklüğünden beri Loren ile olan arkadaşlığını kesmemişti. Zaten Jason’ın gülmeyen ifadesini kim beğenebilirdi ki?
“Hangi kısma en çok şaşırıyorsun?”
“O Buz Kraliçesinden sonra yatağına ondan çok daha genç bir kız alacak olmana.” Diye açıkladı Loren, kaşlarını iki kere vurgularcasına kaldırdı. Jason, ilk zamanlarda Loren’in çok sevgili karısına Buz Kraliçesi demesine çok kızmıştı. Daha sonralarda artık bir hitap şeklinde düşünüp sadece Loren’in söylemesine izin vererek normal karşılıyordu.
“Yatağıma genç kızlar çok giriyor hatırlatırım,” diye söylendi Jason. Loren bir kahkaha attı. “Evet en genci Leydi Maxfell di değil mi? Hani şu kafasını kopartmak için uğraştığın ama karısıyla yatmış olmana rağmen sana bulaşmayan adamın çiçek kokulu 21 yaşındaki karısı?”
Jason başını salladı. Lordlar kamarasında sürekli önüne taş koyuyor ama asla açık açık kılıçları çekmiyorlardı. Jason ilk zamanlar onu görmezden gelmeye çalıştı. Adam sanki belaya bulaşmak istermiş gibi etrafında uçuşup duruyordu. Ateşe düşürüp yakmak için çok uğraştı. Sonunda çok güzel olan karısıyla tanıştı. Kendisini açıkça kozlarını paylaşmak için meydana çağırmasını bekliyordu ama eline geçen tek şey, çiçek kokusu ten kokusuymuş gibi misk gibi kokan kızıl kadınla yaşadığı o ateşli geceydi. Bunu Loren’e anlattığı andan itibaren çalışma masasının üzerinde sürekli olarak Loren’in uzattığı kokulu çiçekleri buldu. Her seferinde dalga geçmeyi ihmal etmiyordu.
“Kokuyu hatırlamıyorum. Karısıyla yattığımı duyup beni şafakta çağırmadığına hala inanamıyorum. Dedikodulardan haz etmezdim, keşke doğru olsaydı.”
Loren bir kaşını hafif çattı. “Ne doğru olsaydı?”
“Karısını sevdiği! Tanrım, fazla ateşliydi.”
“İşte yüceler yücesi Dük ekselansları ve…” Kendisini göstererek tanıtıyormuş gibi bir isim söyleyecekti fakat o an da aklına başka bir şey geldi. “Bir dakika, sen bana Küçük Düşesinin evlilikten kaçtığını söylememiş miydin? İki gün sonra yapılacak olan nişanın fazla erken olmuyor mu?”
Jason atı Gece gibi başını iki yana salladı. “Bu kızın ne yapmaya çalıştığını hala anlamıyorum.”
“Anlamayacak bir şeyin yok. Senin cazibene tutulduğu bir gerçek.”
Jason tekrar başını salladı bu sefer keskindi. “Onu tanısan böyle konuşmazsın. O fazlasıyla çocuk. Hareketleri bir leydiyle kıyaslanamaz bile. Ama an oluyor, o gördüğün kız gidiyor, yıllardır cemiyetin içinde olan her şeyin farkında ve tarzında gibi dişli bir kadın ortaya çıkıyor. Bazen küçük bir kedi yavrusu, eline oyuncak verdiğin çocuk, bazen kaplan kadar yırtıcı, baştan çıkartan bir Venüs!”
Loren şaşkınlıktan düşen ağzı bir karış açık Jason’ı dinliyordu. O kadar uzun süre sessiz kaldılar ki Jason konuşurken odaklandığı ağaç dalından gözlerini ayırdı. Loren ona şok olmuş vaziyette bakıyordu.
“Niye bakıyorsun?”
“Anlatımında fazlasıyla abartı buluyor muyum yoksa bu kız dediğin gibi biri mi? Bunu düşünüyorum. Ayrıca dostum, senin aklın Buz Kraliçesinden azar azar temizleniyor. Bu Küçük Düşesin ağlarına takılıyorsun.”
Jason eski karısının adı geçmesiyle tekrar eski sertliğine kavuştu. Atını hızlandırarak rüzgarın serinliğine bıraktı kendini. Loren ise arkasından bağırıyordu. “Dikkat et, aşık olma!”
“Ben asla aşık olmayacağım! Bir daha asla…” fısıltıları rüzgarla birlikte yok olup gitti.