Jason en çok Miranda’nın onunla dalga geçtiğine mi yoksa yaptığı suçu affettirmek için en güzel gülümsemesi ile kendisine bakıyor oluşuna mı sinirlendiğini bilmiyordu. “Nasılsın sevgilim?” derken hiç olmadığı kadar güzelgörünüyordu. Saçları doğal bir şekilde omuzlarından salınırken, esen hafif rüzgarla dalgalanıyordu.
“Sen ne bu kıyafetlerle ne yapıyorsun?” diyerek tısladı yüzüne doğru. Miranda gözlerini kısıp başını diğer yana çevirdi. İleride Barret ahırın kapısına sinmiş, gizlice onlara bakıyordu. Düşesinin yakalanmasıyla onunda başı belaya girecekti.
Jason karısının kolunu sıkınca o tarafa döndü. Buz gözleri yeniden donuklaşıyordu.
“Kızma Jason, bunda ne var? Elbiselerden sıkılıp birazcık pantolon giymek istedim. Seninkilerin boyu çok uzun olunca kalçalarımdan…”
Jason kolunu biraz daha sıkınca susmak zorunda kaldı. Nedenini anlayamadığı bir şekilde yüzünden öfkesinin tavan yaptığını görüyordu. Yanı başlarındaki Loren’e döndü.
“Sen git,” dedi sertçe. Loren hemen başını eğip oradan uzaklaştı.
Şimdi ikisi de yalnızdı ve bu Miranda’yı içten içe korkutuyordu. Jason hala yeterli gelmeyen mahremiyetini korumak amacıyla genç kadını kolundan çekerek arka taraftaki ağaçlığa doğru sürükledi.
“Jason… Jason ne yapıyorsun? Jason…Bırak Jason, böyle yürümek istemiyorum…”demesine kalmadan Jason onu omuzunun üstüne aldığı gibi hızlı yürüyüşüne devam etti.
“Nereye gidiyoruz?” Dünyaya yürümeden tersten bakmak ilginçti. Kocasının omuzunda hafiften sallanıyordu ama o kadarı da olacaktı artık. “Niye cevap vermiyorsun ki?”
“Gidince göreceksin.”
Miranda bir süre sonra kusma kıvamına gelmişti ki Jason onu omuzundan indirip bir yere oturttu.
“Ay midem, sanırım kusacağım…”
Jason ona bir kaşı kalkık davranışlarının numara olup olmadığını inceliyordu. Yanına eğildi.
“Derin soluklar al,” dedi. Dediğini yaptıktan bir süre sonra “Şimdi iyi misin?” diyerek durumunu öğrenmeye çalıştı.
“İyiyim.” Miranda başını kaldırıp nereye geldiklerini kontrol etmek amacıyla gözlerini irice açtı. Yanlarında tek odalı bir kulübe duruyordu.
“Burası da neresi?” diye sordu.
Jason baş ucunda sırtını dikleştirince yine mini deve dönüştü. Kol kaslarını neredeyse patlatacakmış gibi şişirip göğüs hizasında bağladı.
“Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun? Demeyeceğim bu sefer Mira. Sen beni çıldırtıyorsun! Sana kaç kere gizli kapaklı işler yapma dedim.”
Miranda gözlerini kaçırdı. “Aslında tamamen gizli kapaklı olduğunu söyleyemem. Yani sana söylemediysem bu o kadarda gizli sayılmaz.”
“Arkamdan iş çevirmekle uğraşmıyor muydun?” Sorgulamayı aniden kesip gözlerini onun daracık pantolonundan gözüken dolgun kalçalarına kaydı. “Barret’in karşısına böyle çıkarken aklından ne geçiyordu? Tanrım… Ölümüme sebebiyet verecek bir kadınsın!”
“Hala yaşıyorsun?” Miranda kıkırdadı. “Yaşamın için neden de veriyorum. Bunu atlamayalım lütfen!”
“Senin bir leydi olduğunu neden sürekli düşünüyorum acaba?”
Miranda onun öfkeyle bağırmasına hiç aldırıyormuş gibi durmuyordu. Tırnaklarını incelemek için parmaklarıyla oynayamaya başladı. “Beni ilk gün gördüğünde bir leydi olmadığımı anlamış olmalıydın.”
“Evet, belki sonra değişirsin demiştim.”
“19 yıldır uğraşmasına rağmen annem değiştiremedi. Başarısız olabilirsin Jason”
Miranda tekrar etrafını incelemek için başını çevirdi.
“Burası aynı Laurell Teyzemin dağ evine benziyor. Buraya neden geldik Jason?”
Dük hiç istifini bozmamıştı ta ki o soruya kadar. Kollarını hışımla açıp Miranda’yı kolundan tutarak içeri doğru sürükledi.
“Sende bu alışkanlık yapıyor… Ah ayağım…” Tökezleyip düşeceğini sandığından Jason onun dengesini tekrar yerine getirdi. “Sürekli beni sürüklüyorsun.” Ahşap kulübenin içine girdiklerinde etrafını inceledi. Gerçekten Amerikadaki dağ evine benziyordu. Bir yatak, bir şömine…
“Hiii!” Aklına gelen düşüncelerle kocasına endişeyle baktı.
“Senin yüzünden buradayız Miranda! Tanrım o pantolonu giyerken erkeklerin senin için düşüneceği şeyler olacağını hiç aklına getirmedin mi?”
“Ne… Ne düşünürler ki?” Jason’ın şakağında atan bir damar çok net olarak Miranda’nın görüş açısındaydı.
“Senin yüzünden kaç saattir erkek çocuğunu arzuluyorum!” dedi kelimeleri ağır bir şekilde tıslarken.
“Er..erkek çocuğumu…Ni..niye?” Miranda nedense soracağı sorulardan korkuyordu. Alacağı cevapların onu uçurumun kenarına götürüyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu.
“Bu bir erkek çocuğunun pantolonu ve sende… Tanrım…” Jason Mirandayı hızla kendine çekerek daha fazla sabredemediğini ona gösterdi. Dudaklarını neredeyse hırpalayan bir öpücükle onu öpüyordu. Dudakları adeta birbirine karışmış, Miranda’yı soluksuz bırakıyordu. Karşılıksız öpücük Miranda’nın kıpırdamasıyla alev aldı. Uzun zamandır yaşadıkları acılar, uzaklıklar artık son buluyordu. Barışmalarının ardından ilk defa birlikte olurlarken mutluluğunu karartan olaylardan kurtulmak istediğini düşünüyordu Miranda. Bundan sonra hayatlarına hiçbir şeyin karışmasına izin vermeyecekti. Jason ile mutlu olmak istiyordu, bu o kadar zor muydu?
“Seni istiyorum Mira,” dedi Jason onun üzerindeki yeleği çıkartıp gömleğinin düğmelerini neredeyse kopartırcasına açarken.
Mira gülümsedi. “Beni seviyor musun Jason?”
“Seni seviyorum!” Narin boynuna öpücükler kondururken fısıldadı. “Bir daha yaşayamayacağımı bilsem de seni seviyorum. Tanrım… Beni öldürüyorsun.”
Miranda hafif geri çekilip Jason’ın yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözlerindeki buz yine erimiş, bu sefer yakıcı bir şekilde bakıyordu. “Bundan sonra Jason… Bundan sonra aramızda ölüm lafı geçmeyecek. Ve ben de…” Onun yanağını nazikçe okşarken güzel yüzünü kafasına çiziyordu. “Seni seviyorum sevgilim.”
Tekrar dudaklarına yapıştı. Bu Jason için yeterli bir afrodizyaktı. Miranda’yı yatağa yatırdı. Kendisinin ve miranda’nın üzerinde sadece pantolon kalıncaya kadar üstlerini soyundular. Jason onun dudaklarından ayrılırken gülüyordu. Miranda onun ilk defa dişlerini gösterircesine güldüğüne şahit oldu. Bu gerçekten etkileyiciydi. Daha önce olmayan bir görüntüyü gördüğü için oldukça heyecanlı hissediyordu kendini.
“Jason,” dedi. Göğüsleriyle buluşan dudakları genç kadının sözüyle ayrılmak zorunda kaldı. “Sen… Hep gül olur mu? Senin somurtmanı hiç sevmiyorum.” Dudakları genişleyerek utangaç bir şekilde yanaklarına yayıldı. “Tamam her halinle yakışıklısın ama… Gülmene daha çok aşık oldum.”
“Şu an bana aşık olduğunu mu söylüyorsun?”
“İtiraf ettim. Sana aşığım. Sen de bana söyle…”
Jason tekrar güldü. Yorgun, sürekli somurtan ifadesindeki bu gülümseme onu yaşından oldukça genç gösteriyordu. Sevgisizlik, ilgisizlik onu dört yıl boyunca ruhunun hapis kalmasına neden olmuştu. Şimdi kalbi de ruhu da Mira’nın aşkıyla kirinden arınarak onu sonsuz mutluluğa doğru götürüyordu.
“Sana aşık oldum, küçüğüm! O küçük çeneni inatla bana kaldırmana, çocuksu ruhunla koşturup durmana, her ne kadar sinir olsam da yaptığın haylazlıklara… Hepsine aşığım.”
Miranda’nın gözleri doldu. “Gerçekten huyumu seviyor musun?”
“Seni seviyorum. Bu yeterince kabul edilebilir bir cevap olur mu?”
“Ağlayacağım.”
Jason güldü. Bundan sonra daha sık yapacağı bir meziyetti. Miranda’dan gelen…
“Bundan sonra ağlamanı değil, gülmeni istiyorum.” Jason onun dudaklarına doğru eğilirken Miranda atıldı.
“Son bir şey. Kitap almama laf etmeyeceksin değil mi?” Bunu söylerken büyüğünden izin almaya çalışan küçük bir çocuğun çekingenliğiyle soruyordu. Jason’ın yüzündeki gülümseme azaldı. Bakışları ifadesizce yastığa kaydı.
“Doğrusu, kitaplar konusunu yeniden konuşmamız gerekiyor.” Miranda’nın gözünden bir damla yaş düştü. Söylediği heyecanlı kelimelerden sonra kitaplar onu daha çok etkiliyordu. Üzüldü. “Kütüphanendeki kitaplar artık sığmıyor.” Jason’ın gözleri kısıldı. Miranda’nın berrak tanelerinin süzüldüğünü görünce artık oyununa bir son vermesi gerektiğine karar vererek geniş bir gülümsemeyle ödüllendirdi onu.
“Sana daha büyük bir yer ayarlamak lazım. Kitapların ve senin için kocaman bir dünya kurulmalı.”
“Ne? Ay Jason şaka mı yaptın bana?” Miranda o kadar heyecanlandı ki aniden kalkarken başı Jason’ın çenesine çarpıp adamın canını acıttı.
Yatakta yana kaydı. Çenesini ovuşturuyordu.
“Ahhh! Evet şaka yaptım ama şiddet göstermene gerek yoktu.” Çenesine dokundu. Çene mi dağıttın sanırım?” Kaşlarını çatarak yan gözle karısına baktı. Miranda ona ışıldayan iri gözleriyle bakarken küçük sevimli bir köpek yavrusu gibi bakıyordu.
“Jason… Seni çok seviyorum!”
“Beni kitaplardan daha mı çok seviyorsun? Hadi söyle bakalım…” Bir kaşını kaldırıp tek rakibi olan kitaplarla kendini kıyasladı.
Miranda dudaklarını sıktı. “Kitapları çok seviyorum ama senin kitaplara daha fazla değer verdiğini görünce seni çok çok çok seviyorum.” Adamın üzerine doğru eğilip sıkıca sarıldı. Jason onu belinden kavradığı gibi üzerine oturttu.
“Kitaplar yüzünden sallantıda olan yerim için şu an senden bir karşılık almalıyım o halde?” Gözlerini arzuyla kısarken açıkta kalan göğüslerinin, beyaz teninin üzerinde gezdirdi. Miranda çoktan kabul etmişti. Jason’a doğru eğildi. Acemice başlayan öpüşü artık tutkulu bir hale gelince Jason onu sırt üstü çevirdi. Karısının pantolon düğmesine uzandı. Ardından erkekçe kıkırdadı.
“Karımın pantolonunu çözüyorum. Tanrım…” diye homurdandı.
Miranda kızarsa da altta kalmadı. “Eminim bu zaman kadar birçok kadının eteğini kaldırmışsındır. Bir ilk olsun.”
“Doğru, şu an karımın pantolonunu çözmek bir tek sana özel aşkım.”
“O halde karşılıksız kalmasın. Ben de seninkini çözeyim…”
Jason bu teklifi asla geri çeviremezdi.
“Memnuniyetle Düşesim!”
***
“Hem baloya gideceğiz diyorsun hem de kulübe de benle oluyorsun. Tanrım, hazırlanmam çok zor oldu. Geç kalacağız. ”
Jason karısının üç saattir işlerini bitirememesine sabırla karşılık verirken söylentilerini gülerek yanıtlıyordu.
“Hasting Dükü ve Düşesi eminim geç kalmamıza darılmazlar.” Miranda aynadaki görüntüsüne son kez bakıp kocasına dik dik baktı.
“Sen tanıyorsun diye bende karşılarında rahat olamam. Bu onlarla ilk balomuz. Doğrusu karısının dillere destan bir güzelliği olduğunu duymuştum ama kocasıyla ilk defa karşılaşacağım.”
Jason yerinden kalktı. Karısının boş kalan boynunda gözlerini gezdirdi. Ellerinden tutup tekrar aynanın önüne getirirken arkasından fısıldadı.
“Kocasıyla karşılaşman bir şeyi değiştirmez sevgilim. Onun kadar çapkın bir adamın senin güzelliğini görünce adını bile unutacağından eminim.” Cebinden çıkardığı kutuyu aynadan görüyordu Miranda. Çimen gözleri parıldadı. Hayatında ilk defa böylesine bir hediyeyi kabul edecekti. Jason kutuyu açıp onun boynuna doğru getirirken gülümsedi.
“Bana hediye mi aldın?”
“Uzun zamandır sana bir şey almadığım düşünülürse… Kabul eder misiniz Leydim?”
“Mutluluk duyarım Ekselansları!” Kolyeyi taktıktan sonra ellerini onun beline koyarak tam boyun çukuruna bir öpücük kondurdu. Miranda elmas kolyenin muhteşemliği karşısında söyleyebilecek güzel bir söz bulamadı.
“Teşekkür ederim Dük Hazretleri…” dedi.
“Böyle hediyeler sever misiniz Düşesim?”
Miranda aynadaki görüntülerine karşı gülümsedi. Jason ile gerçekten yakışıyorlardı. Aralarındaki yaş farkının dışında gözlerindeki bakış aynıydı. İki kalp bir atıyordu. Yüzündeki mutlu gülümseme yavaşça azaldı.
“Hayır,” dedi dürüstçe. “Ben altın, elmas, zümrütlerle mutlu olan bir insan değilim Jason. İlk olduğu için bu kolyeyi çok seviyorum. Ama her zaman kabul etmem. Bana kitap aldığında daha fazla mutluyum. Değer verdiğim bir şeyi bana hediye etmenden mutluyum. Çiçek versen mutlu olurum. Çay’ı hediye ettin…” Aklına onun annesinin kendisinin de bebeğinin olmadığını getirdi. Gözlerinin buğusunu Jason aynadan görüyordu. Kollarını iyice ona dolayarak bedenine yasladı. “Çay benim her şeyim oldu. Kaybettiğimiz be…”
“Şşştt… O günleri arkamızda bıraktım. İkimizde sağlıklı ve yan yanayız. Bundan sonra aramıza hiçbir kötülüğün girmesine müsaade etmeyeceğim. Sen de etme küçüğüm,” Miranda’yı kolları arasında döndürerek gözlerinin içine baktı. “Miranda seni koruyabilmem için, aşkımızı koruyabilmem için benden bir şey saklama olur mu? Sen ne zaman arkamda iş çeviriyor olsan, ben savunmasız kalıyorum. Eğer düşmanın ordusunu devirmek istersek içine casus gönderip iç çatışma çıkartıp onu zayıflatırız. Bu adamın kim olduğunu bilmiyorum. Bizi koruyabilmem için bildiğin her şeyi bana anlatman gerekiyor. Senden rica ediyorum.”
Miranda gözlerindeki makyajın akmasını umursamadan gözyaşlarını akıttı. “Ben özür dilerim, önceki yaptıklarım için…”
Jason anlayışla gülümsedi. “Geçmişi geçmişte bıraktığımı söyledim.”
“O halde bilmen gereken en önemli şeyi söylemeliyim. Gerisini sen halledersin.”
Jason bir kaşını kaldırdı. “Ne o?”
Miranda aynaya döndü. Gözlerinin altını kuruladıktan sonra makyajındaki küçük eksikleri giderdi. Jason’ın elini tuttu. “Gel benimle…”
Onunla beraber kütüphaneye indi. Kapıdan içeri girerken gözlerini rafta dolaştırdı. “Burada hafif kahverengi olan bir kitap görüyor musun?”
Jason odanın ortasında durmuş, gözlerini yüksek raflarda gezdirdi. Ardından sık yaptığı gibi gülüşmedi. “En az bin tane…” Kitapların çoğu kahverengiyle kaplandığından Miranda’nın sorusu saçma bir şekilde sönüp gitmişti. Miranda ise kendi boyunun yetişeceği bir rafta teker teker kitapları inceliyordu.
“Nerede bu günlük?”
“Kimin günlüğü?”
Miranda arkasını döndü. Bulamadığı için hafif öfkeyle bakıyordu. “Evalina’nın günlüğü Jason. Beni öldürmek isteyen adam onun günlüğünü okumamı istedi.”
Jason dehşete düştü. “Anlamadım?” derken sesi sertleştiğini belli ediyordu. Uzun zamandır aklına Evalina gelmiyordu. Ona karşı olan duyguları kaza geçiren bir gemi gibi batmıştı. Tekrar o batık gemiyi çıkartmak istediğinden emin değildi.
“Bak Jason şu an bulamıyorum. Ama bulduğumda emin ol, bir zamanlar aşık olduğun kadının aslında o kadar da iyi biri olmadığını öğreneceksin.”
“Sen bebeğimizin düştüğünü öğrendiğin gün bana o yüzden mi o sözleri sıraladın? O sözlerin gerçek miydi?”
“Gerçekti. Evalina… Senin sandığından da kötü bir insan Jason. Ama günlüğü bulamıyorum…” Neredeyse ağlayacaktı. Kaç aydır araması ve okumasıyla geçen süre de hayatına mal olacak bilgiler öğrenmişti. Şimdi onu çok sevgili kocasına anlatıyordu ama en büyük kanıtı şu an kayıptı. Günlüğü koyduğu rafta bir başka kitap vardı.
“Miranda,” dedi Jason eski otoriter havasıyla.
Miranda ona döndü.
“Günlüğü aramayı bırakıp buraya gel. Gitmemiz gereken bir balo var. Döndüğümüzde ara.”
“Ama Jason…”
“Sözümü ikiletmeyeceğim Miranda!”
Jason arkasını dönüp odadan dışarı çıktı. Miranda’nın omuzları düştü. Yine takip ediliyor olmalıydı. Aksi halde yerine bıraktığı günlüğü başka nereye gidebilirdi ki?
***
Emily günlüğü okurken en az kızı kadar duygulanmıştı. Jason gibi iyi bir adamın böylesine kandırılmayan maruz kalmış olması temiz kalpli insanların canını yakıyordu. Kütüphanenin camından Miranda’nın elindeki kitabı buraya koyduğunu görmüştü. Odasına gelen notta o günlüğü okuyup eksik parçayı yerine koymasını yazıyordu. Tabi notu gönderen kişinin kim olduğunu artık çok iyi biliyordu. Dinlendiği saatler içerisinde günlüğü baştan sona okuyup bitirdi. Odasından çıkarken Mira ve Jason’ın baloya gitmek üzere evden dışarı çıktıklarını görmüştü.
“Ay Işığı Sandığı, Jason’ın kalbinde saklı…” Bu ne demekti?
***
Genç adam karısının koluna girmiş, yanlarından geçen nüfuzlu kişilere gülümseyerek kimsenin olmadığı kuytu bir köşeye çekti.
“Beni sinirlendiriyorsunuz Düşesim!” Dük dişlerinin arasından tısladı. Miranda şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Neden peki Düküm?”
“Bresting ile bu kaçıncı dans edişin?”
Miranda mavi gözlü adamı hatırlamakta hiç zorlanmadı. Henüz 26 yaşında olan genç bir adamdı. Tabi kendisinden büyük ve yaşlarının arasında fazla bir fark yoktu. Jason’ın onu kıskançmış olabileceğini düşündü. Bundan garip bir haz aldı.
“Gözleri mavi olan adamla mı? Imm sanırım 2 oldu.”
Jason dehşetle gözlerini ona dikti. “Gözlerinin içine mi baktın?”
“Sen dans ettiğin karşındaki leydinin neresine bakıyorsun Jason?” ( xP )
“Burnuna!” dedi aksilikle. “Onunla bir daha sakın dansa kalkayım deme. Cemiyetin tüm gözleri yeni evliler olarak hala bizim üzerimizde. Bir skandalla adamın karışmasını istemiyorum.”
“Jason, seni sıkıntıya sokan konu nedir? Benim adımın bir skandala karışması mı yoksa Bresting’in çok yakışıklı olması mı?”
Jason olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Dudaklarını sıktığı için Miranda az sonra gülecekti. Yine onun kabına sığmayan siniriyle baş başa bırakmıştı.
“İkisi de!”
“Ama en çok hangisi.”
“Ooo Castillo!” Hararetle tartışan çift arkalarından gelen sesle konuşmalarına ara verdiler. Jason sesin sahibine döndü.
Brandon Bresting’in dedesi Sufflok Dük’ü George Bresting elinde bastonuyla yanlarına yaklaşıyordu. Tabi arkasından Brandon’da geliyordu. Jason olduğu yerde kaskatı kesildi. Karısını yanından ayırmaması gerekiyordu. Yana kayıp Miranda’nın arkasından kolunu sahiplenircesine beline doladı.
“Uzun zaman oldu karşılaşmayalı. Evlenmişsin,”
“Lord Bresting, hasta olduğunuzu duydum. Geçmiş olsun dileklerimi lütfen kabul edin.”
“Teşekkür ederim. Sen de benim geçte olsa tebriklerimi kabul et,” Torunu gibi masmavi olan dikkatli gözlerini Miranda’ya çevirdi. “Düşesim, Castillo’nun bizi tanıştıracağı yok. Ben Sufflok Dükü George Bresting, sanırım az önce torunumla iki kere dans ettiniz…” Jason’ın midesine kramplar girdi. Skandal için ancak bu kadar uygunsuz bir konuşma olurdu. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle karısına döndü.
“Az önce bana adını sorduğun Lordun dedesi hayatım.”
“Tanıştığımıza memnun oldum Ekselansları, ben de Miranda Burnet Forcastell Castillo…”
Yaşlı adam kaşlarını çattı. “Forcastell mi? James’in kızıyla mı evlendin Jason? Tanrım… O ufaklık bu kadar güzelleşti mi?”
Miranda kızardı. Kızarmasındaki en büyük etken kendisi hakkında yapılan yorumlar değil, Brandon’ın onu yiyecekmiş gibi bakmasındandı.Dışarıda olsalar güzel bir karşılık ile o bakışlarının yerini değiştirirdi ama… Jason’ın kolunun altına biraz daha girdi. Kocasının onu koruyup kollayacağını çok iyi biliyordu. Ah onun geniş zırhlarla kaplı bir kalkanı vardı ve sıcacıktı.
Jason karısına döndü. Sadece birbirlerinin anlayacakları ve dışarıdan bakanları kıskandıracak bir bakışma ile birbirlerine bakarlarken, Dük ve Brandon huzursuzca birbirlerine baktılar. Brandon sinirlendi. Dük bilerek boğazını temizledi.
“Biz müsaadenizle ayrılıyoruz. Hastalığım yüzünden çok uzun zaman geçtiği için görüşmediğim çok insan var. Geceye sığdırmam gerekiyor. İyi akşamlar Düşesim,”
“İyi akşamlar Ekselansları…” Brandon Miranda’ya bakarken adeta aç bir köpek gibi iştahla bakıyordu. Reveransını yaparken bile gözlerini ondan ayırmadı. Jason’a başıyla selam verdi ve gitti.
“Gece boyunca yanımdan bir metre ayrıldığını görmeyeceğim. Başka erkeklerle de dans etmek yok! Tamam mı?”
Miranda gözlerini devirdi. “Tamam, dans için teklif gelince sen geri çevirirsin aşkım.” Yanından geçip bir şeyler atıştırmak üzere kenardaki masaya doğru gitti. Jason’da doğal olarak peşinden geliyordu.
Aradan geçen saatlerde Miranda’ya altı kez teklif gelmiş, ama Jason hepsine bir bahane bulup geri göndermişti. En sonunda Olivia ve Bryan ile karşılaşınca Miranda ondan uzaklaşmak için fırsat buldu. İki güzel kadın kenara çekilip dedikodu yapmaya başladılar. Daha çok Olivia yapıyor Miranda onu dinliyordu.
“Geç geldiniz, bir sorun yok değil mi?” diye sordu Miranda.
Olivia ona çok yakışan gülümsemesiyle hafif dişlerini gösterdi. “Bebek bu akşam beni zorladı. Bryan geleceğimizi haber verdiği için geldik. Aslında çok iyi oldu. Biraz hava değişti. ”
Miranda olduğu yerde dondu. Başından aşağıya buz gibi sular dökülmüş gibi kıpırdayamıyordu.
“Be..bebek mi?”
Olivia’nın ağzı bir karış açık kaldı. Miranda’nın yüzündeki şaşkınlığa bakılırsa haberi yoktu.
“Şey…” dedi. “Ben hamileyim. İki aylık. Henüz karnım belli değil o yüzden balolara katılabiliyorum. Ben senin bildiğini sanıyordum, af edersin.”
“Hamilesin… Ne güzel…” Bunu söylerken sesi hiç de mutlu çıkmıyordu. Aklına kendi bebeğinin kaybı geldiği için boğazında kocaman bir yumru vardı.
“Miranda, biliyorum seninde… başına gelen korkunç bir olay vardı. Ve…”
Miranda kadını yanıltmak istermiş gibi kocaman gülümsedi. Bu gülümsemenin sahte olduğunu ancak Jason anlayabilirdi. Gözlerinin gülmediği…
“Senin adına çok mutlu oldum. Evet ben ne yazık ki bebeğimi kaybettim. Senin ikinci çocuğun olacak, çok heyecanlı olmalısın.”
Olivia onun güldüğünü gördüğünde rahatladı. O da gülümseyerek karşılık verdi. “Evet çok heyecanlıyım. Sanki ilk defa hamile kalıyorum. Bryan ise benden daha heyecanlı.”
Gözleri ileri de konuşan iki erkeğe kaydı. Miranda’da o tarafa döndü. Kocasının mükemmel fiziğine uyan siyah takımı içerisindeki görüntü o kadar muhteşemdi ki Bryan’a değil, kendi kocasına bakıyordu. Acaba bebeklerinin olacağı için o kadar heyecanlanmış mıydı? Hamile olduğunu ne zaman öğrendiğini bile bilmiyordu. Emily ona söylemişti. Sonra da yangın kazasından sonra bebeğe dikkat etmesi için sürekli olarak peşinde dolaşmıştı.
Gözlerine dolan yaşlar canını yaktı. Olivia’ya doğru yaklaşıp “Ben biraz temiz hava alacağım, az sonra gelirim,” diyerek kadının konuşmasına fırsat vermeden aniden kalabalığa karıştı. Ağlamak istiyordu fakat insanların fazlalığı onu yeterince boğuyor oluşu nedeniyle aniden koridorlardan birine daldı. Nerede az insan varsa oraya yöneliyordu. Gözleri kütüphane gibi birkaç kitabın bulunduğu kapısı açık odayı gördü. Gözlerini arkasına ve önüne çevirip insanların ona bakıp bakmadığını kontrol etti. Odaya doğru süzüldü. Arkasından kapıyı kapatarak odanın ortasına doğru ilerledi. Burası kütüphaneydi, tabi ki kendi evindeki kadar kitap yoktu ama şu an kitaplardan daha fazla ona rahatlık verecek bir şeye sahip değildi.
Gözlerine vuran yaşlarla ağladı. Tüm zehrini kusana kadar hıçkırıklarla ağladı. Gözlerini elbisesinin küçük mendiline kurularken arkasından kapının açılıp kapandığını duydu.
“Jason.. Ben çok kötüyüm…” derken arkasını döndüğü gibi donup kaldı. Kocası değil, gelen kişi Brandon’dı.
“Lordum?” dedi.
“Neden kötüsünüz Düşesim? Sizin kötü olmanızı hiç istemiyorum. İsterseniz arkadaşlığım ile mutlu edebilirim.” Yüzündeki küçük gülümseme Miranda’nın tüm ağlamasını yok etti.
***
Jason Bryan ile girdiği koyu muhabbetten Olivia’nın yanlarına gelmesiyle çıktı. Gözleri Miranda’yı arıyordu.
Sertleşen sesiyle “Olivia Miranda nerede?” diye sordu.
“Şey… Sanırım kendini kötü hissediyor.”
Jason’ın yüzü gerildi. “Neden?” diye sordu.
“Ben konuşurken hamile olduğumu söyledim. Jason gerçekten haberi var sanıyordum. İlk bozuldu, ardından gülümseyerek tebrik etti. Biraz hava almak istediğini söyleyip o tarafa doğru yürüdü.”
Jason gözlerini onun gösterdiği yöne doğru çevirdi. Dişlerini sıktığı için yanak kasları dalgalanıyordu.
“Kahretsin,” dedi. İçindeki kötü hisler sonunda baş göstermişti. Hızla kalabalığa karıştı. Karısının yeşil elbisesine benzer birilerini arıyordu. Tüm balo salonlarını gezdi, onu bulamayınca odalara ani baskınlar düzenledi. Bir sene yetecek kadar cemiyete malzeme toparlamıştı. Kiminin karısı, kimin kocasıyla beraberdi.
Jason terden sırılsıklam olurken kapalı bir kapıya daha ulaşıp hızla içeri daldı. Gözleri kadını ve adamı anında analiz etti.
Miranda üzerine gelen ve tecavüz etmek için fırsat kollayan Brandon’ı ayağıyla tekledi. Genç adam geri kaçtı, canının acısıyla küfür savurdu. Miranda kapıya doğru koşmak için bir hamle yaptığımda Brandon onun eteğine bastı ve yere yüz üstü düştü.
Kapı kirişlerinden sarsılırcasına sonuna kadar açıldı. Miranda yüzünü çarptığından dolayı burnu acıyordu. Gözlerindeki yaşlarla başını kaldırdı. Jason ile göz göze geldiğinde kurtulduğunu düşündü.
Jason onun yanına gelmedi. Tek bir laf söylemedi. Miranda hala yerde yatarken arkasında kırılan sandalye ve masa seslerini duyuyordu. Elini burnuna kaldırdı. Kan akıyordu. Korkuyla hemen olduğu yerden sıçradı. Elini burnuna örttü. Başını çevirdiğinde Jason’ın Brandon’ı neredeyse öldüreceğini gördü.
“Jason…. Jason…” dedi cılız çıkan sesiyle. Dük ona son yumruğunu geçirmeden önce bir saniye gözlerini ona çevirdi. Ağzının kan olduğunu görünce hemen elindeki pisliği fırlattı. Karısının yanına koştu.
“Burnumu vurdum yere düştüğümde? Çok kanıyor mu?” Gözlerinden yaş akarken bile sevimliydi. Jason ise durdurulamaz bir öfkeyle soluyordu. Karısına nazik olmaya çalışırken kırıcıydı. Mendili çıkartıp burnuna bastırdı.
“Böyle tut bunu,” dedi. Brandon’ın yanına gitti. Adam neredeyse yarı ölü gibi yatıyordu. Kendinde olduğunu gösteren tek emare gözlerini sürekli açıp kapamasından belliydi.
“Bresting, seni karımın çevresinde bir daha görürsem, emin ol bu kadarla kurtulmazsın!”
“Castillo… Her zaman en güzelleri senin oldu. Evalina ile yatmayı başardım. Miranda ile de…” Jason aklını kaybedip son bir yumrukla onun hayatını bitirecekken Miranda yerinden fırlayıp hemen yumruğuna sarıldı.
“Yapma Jason, ne olur yapma.”
Onu çekiştirerek oradan çıkartmaya küçük gücü zar zor yetti. Aslında o öfkeli koca adamı götürebilmesindeki en önemli güç kalbindeki aşkından ileri geliyordu. Bir erkeğin kalbine sahip olduktan sonra o adam kesinlikle kullanılan bir robottu. Evalina bunu kullanmıştı. Miranda ise bu kalbe ömrünü verirdi.