“Miranda, bebeğim, Evalina…” Jason bu üç isimle beraber merdivenin trabzanlarına tutunarak dengesiz adımlarla aşağıya indi. Tüm dünyası yerle bir olmuştu. Kimdi, görevi, nüfuzu neydi? Hiç birini hatırlamıyordu.
Tek hatırladığı şey, beynini yiyen, ailesini bitiren şeydi. Ölüm!
Bu Evalina ile yaşadığı aynı sahneydi. O zaman dış kapıdan içeri girdiği için koridorda durup onun yere düştüğünü görmüştü. Şimdide aynı manzarayla karşılaşmıştı. Kalbinde tek olmaya başlayan karısı, çocuğunun annesi ve çocuğu artık bu dünyada yoktu.
Savsak adımları son beş basamakta hareket etmeyi kesti. Jason onu taşımayan bacaklarının üzerindeki yükle sertçe merdivene bıraktı kendini. Gözleri yerdeki kana odaklıydı. Miranda bir ölü kadar cansız görünüyordu.
“Öldü…Öldü…” diye fısıldadı.
Diğer yandan Miranda’nın düşerken kılını kıpırdatmadan düşmesini izleyen daha sonra küçük bir tekme savurup oradan ayrılan katili gören kişi koridorda saklanıyordu. Olayların durulmasıyla başını uzattı. Koşarak yerdeki kadının yanına gitti. Yere çömeldi. Nabzını kontrol etti. O sırada merdivende oturmuş kendi kendine mırıldanan adamın şok olmuş yüzüne bakıyordu.
“Jason?” dedi Loren. Bulundukları durumun zorluğu ve aralarındaki dostluk neticesinde tüm saygıyı bir kenara bıraktı. “Jason bana bak!” diye bağırdı. Bu durumu ikinci kere yaşıyordu oda. Jason’ın ilk karısında neler yaşadığının en yakın takipçilerinden olmak o kadar zordu ki hem efendisini hem de en yakın arkadaşını kaybetmenin hüznüyle yaşamıştı bir yıl boyunca. Yine aynı şeyler olmayacaktı. Bu küçük gelin ölmeyecekti. Eğer ölürse Jason asla kendine gelemezdi.
“Graham, Keith!” Loren sesini duyabilecek en yakındaki adamlara seslendi. Gür sesi koridor boyunca çınlıyordu. Hizmetçi merdiveninin de bir hizmetçi kızı gördü.
“Sophie! Hemen, hemen doktora haber verin. Düşes kaza geçirdi.”
Genç kız çok sevdiği düşesini yerde öyle görünce acıyla bir çığlık attı.
“Öldü…Öldü…Öldü…”
Loren düşesle doğru dürüst ilgilenemiyordu. Kulaklarına aynı korkutucu fısıltı geliyordu. “Öldü!” Öfkesi, korkusu, şaşkınlığı hepsi birbirine karışmıştı. Jason yıkılmıştı. Gözlerini Miranda’dan ayırmıyordu. Yaşadıkları kocaman bir felaketti.
Az önce duyamadığı nabzını tekrar dinlemek için parmaklarını düşesin boynuna bastırdı. “Öldü…öldü…” Gözlerini kapattı Loren. ‘Odaklan!’ diye geçir içinden. Miranda ölemezdi. İlk tanışmaları korkutucu olmuştu ama şimdi bu şekilde ölemezdi. Jason için yapamazdı. Sımsıkı yumduğu gözlerini biraz sonra açtı. Parmaklarının altında yaşam için atan nabzın hayat vuruşlarını duydu. Ferah bir nefes verdi. Gözlerini onun vücudunda gezdirdi. Kafa tarafında hiçbir kan bulgusu yoktu. Sadece bacaklarının arasından sızan kan elbisesini ve yeri hafiften kana bulamıştı. Bu sefer bebeğin geleceğinden artık emin değildi. Düşüşünü an be an izlemişti. Yuvarlanırken karnına aldığı sert bir darbe vardı. Onun için doğru dürüst üzülemedi, engelleyemedi. O adamın aslında en yakınındaki olduğunu bilseydi…
“Öldü... öldü… öldü…” Kulaklarına yine aynı fısıltı dolunca sertçe o tarafa döndü. Yerden kalkıp Jason’ın tam önünde durdu.
“Beni dinle Jason, o hala yaşıyor duyuyor musun? Ölmedi! Jason… Jason!” Loren sözle bir tepki almak için çok uğraşıyordu. Onu kelimelerin gücüyle hayata bağlamak istiyordu ama Jason çoktan bu dünyadan kopmuştu. Loren onun iki omuzundan tuttu. Sarsarak kendine getirmeye çalıştı.
“Miranda yaşıyor, Jason dinle beni. Yaşıyor!”
“Öldü…öldü…öldü…”
Loren daha fazla dayanamadı ve kendine gelmesi için şok edici bir tokatla yüzüne vurdu. Başı sağa doğru savrulurken sağ kaşı ahşap trabzanın köşesine geldi. Hafif yarılıp şakağından kan sızmaya başladı. Loren kendine küfretti. Adamı kendine getirmeye çalışırken daha fazla hasta ediyordu. Neyse ki Jason artık kendisine bir tepki veriyordu. Başını kaldırıp ona bakıyordu.
“Jason beni duyuyor musun? Miranda, karın ölmedi! Hala yaşıyor. Bana tepki veriyor, yaşıyor.”
Jason’ın ona tepki vermesi çok zordu, çünkü yaşadığı olaylar psikolojisine fazlasıyla darbe indirmişti. Loren’e mantığı ile cevap vermesi için ya sürekli dövülmesi ya da tamamen Miranda’nın ellerine bırakılması gerekiyordu.
Loren yüzünü iki eliyle kavradı. “Jason, hani karın var ya, o yaşıyor dostum. Beni dinle. Yaşıyor!”
Genç adam geri çekildi. Jason kendini tamamen kapatmıştı. O artık bu dünyada değildi.
İki saatte tüm herkes Miranda’nın kaza geçirme haberiyle sarsıldı. Şehirden Düşesi Vivian bile geldi. Forcastell ailesi, Jason’ın arkadaşı Bryan ve hamile eşi Olivia… Herkes Altamines’te toplandı. Bunun emrini veren Loren’di. Tek başına hiçbir işin üstesinden gelemiyordu. Ne Miranda’ya doğru dürüst yardım edebiliyor, ne de Jason’ı tekrar hayata döndürebiliyordu.
Emily haberleri ancak malikaneye geri döndüğünde öğrenebildi. Sabahın erken saatlerinde bu olay olduğu için öğlene geldiğinde kapıdaki trafiği görmüş, sonra da gerçekle yıkılmıştı. Bir tanecik kızı Miranda… Bebeğini kaybetmişti. Doktorun dediklerine göre sağlığı iyiydi ama kısa bir süre dinlenmesi gerekiyordu. Bir de sol ayak bileğini burktuğu için iki hafta yatması gerekecekti. Herkes bebeğe üzüldü. Daha da üzgün olan biri vardı. Kimse ona ulaşamamıştı. Ne Loren ne de Bryan…
Jason ufak dünyasına çekildi. Aklı onu savunma mekanizmasının içine aldı. Düşes Vivian, oğlunun aynı kader ile karşılaşmasını gözleri dolu dolu takip etti. Miranda’nın o kötü kadın Evalina gibi kötü sonla aralarından ayrılmadığına seviniyordu ama oğlu için hala çok üzgündü.
“Jason, oğlum, lütfen bana tepki ver.”
Kütüphanenin penceresinin önünde ahşap bir sandalyeye oturuyor, gözünü kırpmadan dışarıya bakıyordu.
“Miranda yaşıyor oğlum, kendine gel, kendine gel…” Vivian daha fazla dayanamayarak oğlunu dövmeye başladı. “Bana bak! Bana bak ve kendine gel!” Oğluna öyle bir tokat attı ki Jason derin bir kuyudan çıkıp aniden nefes alan bir balık gibi can havliyle annesine tutundu.
“Jason? Jason?”
“An…ne…” dedi. Sürekli kırpıştırdığı gözleriyle bakıyordu.
Vivian’ın gözlerinden damlalar süzüldü. “Oğlum… Bana döndün. Oh Tanrım çok şükür.”
Jason’ın başını göğsüne gömdü.
“Mi..Miranda… öldü anne… o da… Evalina gibi…”
Vivian oğlunu öpmeyi bıraktı. Geri çekilip oğlunun yüzünü avuçladı. Gözlerinin içine baktığında onun dört yıldan sonra ilk defa ağladığını gördü.
“Miranda yaşıyor oğlum, duydun mu? Güzel karın yaşıyor!”
“Ne?” Jason yerinden kalkarken başı dönünce olduğu yerde bir sallandı. Vivian hemen koluna girdi.
“Doğru duydun Jason. Miranda ölmedi. Hala senin karın, yaşıyor.”
“Ama yerdeydi anne, kan vardı. Ölü gibi yatıyordu…”
“Fazla yüksekten düşmemiş, sadece…” Vivian gözlerini kaçırdı. Jason halsizdi. Annesinin yüzüne bakarken odaklanması için gözlerini kısmak zorunda kaldı. “Ne var anne? Benden saklama.”
“Bebeği… torunumu kaybettik. Ama Miranda iyi oğlum. Duydun mu beni?”
Jason elini kaldırıp annesini susturdu. Başı şiddetli zonkluyordu. Nerede olduğunu anlamak için etrafını inceledi. Kütüphaneye ne zaman geldiğini bile bilmiyordu. Sanki onun merdivenden düşmesiyle hayatı tekrar burada başlamıştı. Miranda… şu an önemli olan buydu. Hemen onu görmesi gerekiyordu. Gözleriyle görüp rahatlaması gerekiyordu. Bebeklerini kaybetmişlerdi ama önemli değildi, bir tanecik karısı hayattaydı. Bundan daha önemli olan ne olabilirdi?
Annesini orada bırakıp kapıya doğru gitti. Gömleğinin bir iki düğmesi ilikli olduğu için neredeyse üstü yarı çıplaktı. Koridorda Bryan ve Loren’i gördü. Yanlarından geçerken Bryan koluna yapıştı.
“Jason iyi misin? Sonunda seni kendinde görebilmek ne güzel. Bak bir daha o ruh haline girme.” Ortamı yumuşatmak için sesi alaycı geliyordu ama Jason onun kolunu ittirip merdivenlere yöneldi. Kırmızı halı çoktan toplanmıştı. Mermer zemine basarak üst kata çıktı.
Karısının odasına girerken koltukta oturan Louisa ve Marissaya gözü kaydı. Tamamen içeri girdiğindeyse onu gördü. Beyaz bir melek gibi yatakta yatıyordu. Bembeyaz bir geceliği vardı üzerinde. Saçları yastığa dağılmış, gözleri huzurla kapanmıştı.
“Jason, çok şükür kızım yaşıyor.” Louisa gözlerini kurulayıp damadının yanına geldi. Marissa da annesini takip etti. Jason onlara bir tepki vermiyordu. Yalnız kalmak istediğini düşündüğünden Marissayı da alarak dışarı çıktı Louisa.
Jason için özel bir andı bu. Saatlerdir kısa bir hafıza kaybının içindeydi. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Sadece karısının yerdeki o görüntüsü gözlerinin önündeydi.
“Mirandam…” diyerek fısıldadı. Onun yanındaki azıcık boşluğa doğru geniş bedenini sığdırıp uzandı. Saçlarını eline aldı. Nazikçe burnuna götürdü. Derin bir nefesle içine çekti. Karısının kokusunu çok seviyordu. Her zaman temizdi ve çiçek gibi kokuyordu. Gözlerini yüzünün yan profilinde gezdirdi. O mutlulukla gülen dudaklar şimdi kararlılıkla kapanmıştı. Suratındaki ışıltı, güneşi gitmiş çiçek gibiydi.
“Küçüğüm… Seni çok seviyorum. Sensizliğe dayanamam…” Jason kurşun geçirmez sertliğini, buz gibi soğukluğunu takınan korkutucu Altamines Dükü değil, basit bir insan olan Jason gibi ağlamaya başladı. Gözlerindeki yaşları durduramıyordu. Mirandayı o kadar çok seviyordu ki onun öldüğünü düşünmek en kötü kabuslarından bile kötüydü. O Jason’ın hayatıydı.
Miranda’nın gözleri kıpırdamaya başladı. Küçük kıpırtılar kirpiklerinde oynuyordu. Jason’ın puslu gözleri ondaki bu değişimi görmüyordu.
“Küçüğüm…” diye fısıldadı tekrar Jason.
“Ja…son…”
Genç adam ağlamayı kesti. Parmaklarıyla gelişi güzel gözlerini kuruladı.
“Miranda? Uyandın mı?” Dirseğinin üzerinde doğrulup karısına baktı. Genç kadın nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaşlarını hafif çatmıştı.
“Ne oldu?” diye sordu bilinçsizce. Jason nereden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Neredeyse hava kararacaktı. Gözlerini pencereye çevirip tekrar Miranda’ya döndü.
“Küçük… bir kaza geçirdin.” Pek de küçük değildi. Hala üzerinde halsizliğini sürdüren koskoca bir yıkımdı.
“Kaza mı? Ben…” Vücudunu döndürmek için güç verince karnındaki güçlü ağrı ve ayak bileğindeki sızıyla bakışları vücuduna kaydı. Yüzü kasıldı.
“Yaralanmışım. Karnım…” Gözleri dehşetle irileşerek kocasına döndü. “Bebeğim!” dedi aniden. “Bebeğim Jason, bebeğimiz yaşıyor mu? Karnım… Ben…” Gözlerinin önüne kaza anı geldi. Kazadan önce yaşadıkları gece de Jason ile geçen mutlu dakikaları, sonra günlüğü okuduğunda nasıl şaşkınlık yaşadığı… Hepsi hafızasına bir bir doluştu. “Bebeğim Jason, o yaşıyor mu? İyi mi? Ben sertçe düştüm… Ben…”
“Üzgünüm, üzgünüm, bebeğimiz öldü Miranda. Bizi bıraktı…” Dağılmış üzgün yüzü Miranda’nın tam odak noktasıydı. Kendisine donuk bir suratla bakıyordu.
“Ne dedin? Öldü mü? Bebeğimiz artık yok mu?”
Jason konuşmadı. Sadece başını salladı. “Özür dilerim.”
“Evet,” dedi Miranda sakinlikle. Daha sonra gözlerindeki yaşlarla yatağı yumruklamaya başladı. “Evet özür dile. Senin aptallığın için özür dile. O iğrenç eski karın Evalina’yı evine, kalbine aldığın için özür dile. Onun yüzünden bebeğim öldü!” Çığlıklar atarak ağlamaya başladı. “Evalina yüzünden onun katili yüzünden bebeğim öldü. Beni öldürmeye çalışan adamla onun katili aynı kişi. Lanet olsun sana, lanet olsun! Hayatıma girdiğin ilk güne… Evalinayı sevdiğin ilk güne… Bebeğimi kaybettiğim bugüne… Bebeğim… Bebeğim… Hayır!”
Haykırışları oturma odasındaki herkesin ayaklanıp koridora çıkmasına neden oldu. Yeni bebeği olacağı için heyecanlı olan Olivia’nın gözleri doldu. Kocasına sıkıca sarıldı. Louisa ve Marissa, Miranda’yı ilk defa bu kadar hayattan nefret ederken duyuyorlardı. James kızının isyanıyla içi parçalandı.
Odanın bulunduğu koridorda kenara sığınmış, hıçkırıklar içerisinde ağlayan Emily ise kızının acısını kendisine alamadığı için ağlıyordu.
Tüm bunların içinde bir kişi vardı ki artık yaşamak istediğinden bile emin değildi. Jason onun söylediklerine şok olmuştu. Perişan vaziyette yataktan kaydı. Güçsüz adımlarını dış kapıya kadar zor attı. Temiz havaya ihtiyacı vardı. Bu ev onu boğuyordu. Geçmiş ve gelecek hiç bu kadar canını yakmamıştı. Loren, Bryan ve James ona eşlik etmek için teklifte bulundu ama hiçbirini kabul etmedi.
Kendini bahçede her hangi bir noktaya doğru götürdü. Nereye gittiğinin ne yaptığının hiçbir önemi yoktu. Sevinci yarı da kesilmişti, daha karısının yaşamasına sevinemeden geçmişi bugününe sarılmıştı. Bebeklerini kaybettikleri için Miranda’nın keskin diline maruz kalıyordu. Duydukları gerçek miydi? Evalina ölmemiş, öldürülmüş müydü? Aynı katilin onu da öldürmek istediğini söylemişti. Peki kimdi? Hiçbir şeyi net düşünemiyordu. Sanki kanına bir uyuşturucu enjekte etmişlerdi, hareketleri yavaş, mantığı kesik kesikti.
En önemlisi… Miranda artık ondan nefret ediyordu. Gözlerini koyulaşan gökyüzüne çevirdi. Buz gözleri yavaşça erimiş, koskoca bir okyanus olmuş, yanaklarından süzülüyordu.
**** ÜÇ HAFTA SONRA ****
“Tatlım, bugün yağmur yağmayacakmış dışarı çıkalım mı? Biraz yürüyüş yaparız. Ne dersin?” Miranda sarındığı örtülerinin arasından kafasını çıkarttı. Düşes Vivian kazadan beri yanlarında kalıyordu. Louisa’nın evi yakın olduğu için gün içinde gidip geliyor, gece vardiyası için dünürüne bırakıyordu.
Miranda’nın fiziksel hiçbir sorunu yoktu. Doktor iki günde bir gelip onu kontrol ediyordu. Artık durum öyle ciddi bir hal almıştı ki Doktorun esprili cümleleri bile işe yaramıyordu.
Miranda hayata küsmüştü!
Çevresindeki tüm herkes için bu bilinen acı bir gerçekti. Onun kadar hayat dolu bir kızın, artık gülmüyor oluşu sevenlerini yasa boğuyordu. Yeni Miranda’yı kimse sevmiyordu. Aksiydi, zor memnun oluyordu. Sürekli yalnız kalmak istiyordu. Odasına giren Jason üç defa kovduğu için adamla sadece yemekten yemeğe görüşüyor, sonra hep odasında oluyordu.
“Ben istemiyorum anne,” dedi. İyi davrandığı ve sadece kaprisini çeken iki kişi vardı. Biri Emily, diğer Vivian’dı. İki kadında Miranda’nın tekrar hayata dönmesi için canla başla uğraşıyordu.
“Neden ki? Loren ile konuştum. Bize balık avlayacakmış. Jason ne yazık ki Londra’da. Geldiğinde aramıza katılır, çok eğlenceli olacak. Gidelim hadi.”
“Canım istemiyor.” Tekrar başını örtüye çekti. Vivian elbiseleri düzelten Emily’e baktı. Yaşlı kadın gelirken getirdiği tabağı köşedeki konsolun üzerinden alıp yatağa geldi.
“Bugün majestelerinin sevdiği çilekli tatlılardan yaptım. Bakın bu kurabiyeyi çok seviyorsunuz. Üzerinde çilek parçacıkları da var.”
Miranda tekrar başını çıkarttı. Yatağa eğilen kadına ve elindeki tabağa baktı. “Hadi birkaç tane yiyin, yoksa çok üzülecekler. Böyle güzel bir düşes tarafından reddedilmek eminim çok üzücüdür.”
Miranda kadının küçük bir çocuğu yedirmek için yaptığı numaraları izlerken içinden küçük bir gülme hissi bile gelmiyordu. Çok uzun zamandır dudakları aşağıya doğru sarkıyordu. Hayata küsmüş, mutluluğunu kaybetmişti.
Onun gibi pozitif biri bundan sonra nasıl yaşayabilirdi?
Emily tabaktan bir tane kurabiye alıp uzattı. “Alın hadi.”
Miranda örtüyü ittirdi. Oturur pozisyona geçerek bir Emily’e bir de Vivian’a baktı. Ardından kurabiyeyi alıp ağzına attı. Tabağı kucağına aldı.
“Portakal suyu istiyorum” deyince Emily olduğu yerde telaşa kapıldı.
“Hemen, hemen getiriyorum.” Miranda’nın uzun zamandan sonra ilk defa bir şeyi istediğini gördüğü için heyecanlanmıştı. Bir koşu aşağıya inip elinde portakal suyuyla yukarı geldi.
Miranda tüm kurabiyeleri yiyip bitirmişti. Vivian ve Emily bir iş başardıkları için mutlulardı.
Çok geçmeden kapı açıldı. İçeri Jason girdi. Eskisinden daha dinç ve sağlıklı görünüyordu. Annesini başıyla selamladı. Gözlerini yataktaki karısına çevirdi. Miranda onu görünce hemen başka yöne döndü. Uzun zamandır konuşmuyorlardı. Arada Jason’ın nasılsın, sorusuna basit bir şekilde iyiyim diyerek karşılık veriyordu.
“Jason bugün senin işin olduğunu sanıyordum. Londraya gitmedin mi?” Genç adam karısından aldığı gözlerini annesine çevirdi.
“Loren’i yolladım. Zaten birkaç işi varmış onun.” Tekrar karısına döndü. “Miranda, seninle bir yere gideceğiz.”
“Uykum var.” Genç kadın aşağıya kayıp örtülerin içine girdi tekrar.
Jason bu sefer geri çevrilmeyecekti. Kararlı adımlarını yatağın yanında sonlandırdı.
“Bugün benimle geleceksin Miranda,” dedi. Onun öfkeyle kaş çatışını, nefretle engellemeye çalışmalarını umursamadı.
“Hiçbir yere gelmiyorum. Rahat bırak beni. Yine mi zor kullanacaksın? İstemediğim bir şeyi mi yapacaksın?”
“Üç haftadır seni kendine bırakıyorum. Olduğumuz yerdeyiz. Bu şekilde yaşayamayız.”
“Niye yaşıyorsun ki benimle? Bebek olmayınca boşanmak için her şeyi yapacağını söylemiştin. Hadi boşanalım. İnan bana zerre üzülmem. Zaten kaybedecek neyim var? Canımdan başka…”
Jason’ın kalbi sızladı. Yaşadıkları hala tazeyken Miranda’nın canına bir şey gelmemesi için sürekli Emily’i ve annesini ona gözcü olarak başına dikmişti. Bir daha asla bu kadar dikkatsiz olmayacaktı. Emily onun gözü kulağı olacaktı.
Miranda onunla laf dalaşına girmenin kendi sinirlerini bozduğunu anlayınca omuz silkti. Tekrar örtülerinin arasına girip gözlerini yumdu. Ama Jason pes etmemişti. Onu olduğu gibi kucakladı. Örtülerin arasında kundak olmuştu. Hiçbir şekilde kıpırdaması mümkün değildi. Kendi yaptığı tuzağın içinde Jason’ın emin adımları arasında gidiyordu. Bir tek başı dışarıdaydı.
“Sen ne anlamaz adamsın ya? Sen görmek istemediğimi kaç kere söyledim, yine karşıma çıkıyorsun. Niye rahat vermiyorsun? Evalina’nın hayaletiyle uğraşsana. Niye benimle ilgileniyorsun?”
Jason bakmaya bile tenezzül etmeden kapıdan çıkıp ahırlardan tarafa yürümeye başladı. Miranda bunu fark edemeyecek kadar hakaretlerini sıralıyordu.
“Kalpsiz olduğunu düşünmüştüm. Gerçekten öylesin sen. Sevmeyi, aşkı bilmeyen bir adamsın. Beni sevdiğini söylemiştin ya, zerresine inanmıyorum. Niye hala senin karınım? Söylesene. Seninle yatmayan, Evalina’nın ruhuyla ve katiliyle baş başa kalan bir kadınım ben. Bebeğe sahip olamadım. Hadi boşa beni, evime geri döneyim. Ya da teyzeme giderim. Belki mutlu olurum. Sana söylüyorum Dük!”
Jason durduğunda kucağındaki kadının ayakların aniden bırakınca Miranda düşecekmiş gibi çığlık attı. Tabi Jason onu sıkıca kucaklıyordu. Tırtıl gibi görünen örtüyü üzerinden sıyırıp sadece üşümemesi için sırtından sardı. Ardından kollarını ona doladı.
Miranda o zaman nereye geldiklerini anladı. Burası ahırların yanındaki kamelyanın yanıydı. Kış ayına girdikleri için pek çiçek yoktu ama ilgi çeken şey çiçekler değil, küçük bir taydı.
“Bu…” dedi sadece dudaklarının arasından çıkan tek heceydi. Jason ileri uzanıp küçük tayın ipini çekti. Henüz yeni doğmuş, ana kuzusu bir taydı.
Miranda istemsiz bir şekilde parmaklarının onu okşamak için ileri uzandığını fark ettiğinde çok şaşırdı. Kahverengi tüyleri vardı. En sevimli yanıysa alnındaki beyaz lekeydi. Ona o kadar büyük bir tatlılık veriyordu ki Miranda’nın dudakları kıpırdadı.
“Bu çok küçük Jason.”
“Evet.”
“Annesi nerede? Acıkmışa benziyor. Emzirmesi gerekmez mi?” Jason Miranda’yı arkadan sıkıca sardı. Dudaklarını kulağının üzerine getirdi. Uzun zamandır bu kadar yakın olmamışlardı. Kokusunu içine çekerken yumuşak bir sesle devam etti.
“Annesi öldü Miranda”
Genç kadın eline ateş değmiş gibi derin iç çekerek elini hemen yumruk yaptı. Başını Jasona döndürdü. Gözlerine dolan yaşları akmadan orada duruyordu.
“Annesi öldü mü? Peki o nasıl yaşayacak? Çok küçük, ölürse…”
“Zor zamanlarını atlattı Miranda. Hayatta kalabilmek için küçücük gücüyle sağlam bir direniş sağladı.” Jason onu çevirip ata döndürdü. Miranda’nın eline dudaklarını sürtüyordu. Sanki okşaması için onu teşvik ediyordu. Jason karısının küçük elini tutarak beraber atın başını okşamaya başladılar.
“Yaşadıklarımız karşısında tüm gücümüzü kaybederiz Miranda, sevdiğimiz şeyleri, kişileri… Hayat bize yeni güzellikler mutlaka çıkartacaktır. Sen benim dört sene sonra hayatıma giren en güzel güzelliğimdin. Bu gördüğün küçük tayın annesi en ihtiyacı olduğu zaman onu bırakıp gitti. Fakat tay yaşamayı o kadar sevdi ki hiç kimsesi olmasa bile hayata tutundu.”
Miranda tayı okşamayı kesip elini hemen göğsüne kapadı. Gözlerindeki sicim gibi yaşları durduramıyordu.
Jason’ın sıcak, samimi sesi onu sakinleştiriyordu sanki.
“Bebeğimizi kaybetmemiz bir kazaydı. Ama olduysa engelleyemediğimizden. Sen bebeğini kaybeden bir annesin, bak…” Tay onların sıcaklığını istermiş gibi Mirandaya sokuldu. “Bu güzel tay da annesini kaybeden zavallı bir bebek. Onun en ihtiyacı olan şey, sevgi. Onu sıcacık saran bu ellerin sevgiyle dokunmasını istiyor. Hadi sende sev ve gör.” Jason onun sakladığı ellerini yavaşça göğsünden ayırdı. Tayın yumuşak alnına yanaklarına dokundurdu.
“Onu sev Miranda, bugünden sonra bu tay senin. Onu bebeğin gibi sev ve koru. Belki onun bir daha gerçek annesi olmayacak ama senin bebeğin olacak. Bunu düşün. Hayatını, mutluluğunu o güzel gülüşünü soldurma küçüğüm. Sen…” Jason onu kendisine çevirdi. Sıcacık nefesi Miranda’yı ısıtıyordu. “Benim taş kalbimi ikiye yarıp gülüşünle bir filiz oluşturdun. Onu büyütmek senin elinde. Beni o güzel gözlerinden,” Parmaklarını dudaklarında gezdirdi. “O güzel gülüşünden mahrum etme.”
“Jason beni neden bırakmıyorsun?” Gözünden bir damla düştü.
Jason küçük, anlayışlı bir gülümsemeyle ona baktı. “Beni bırakma diyen sendin. Ne olursa olsun seni bırakmamamı istedin. Benden onu yapıyorum. Seni kalbimden de, hayatımdan da bırakmıyorum. Beni istemediğini söylemen hiç umurumda değil. Yatağına alma, yüzümü görme ama bu ev ve kalbimde hep benimle olacaksın. Şimdi artık tay da var. Onu sensiz bırakırsan üzüntüden ölür. Beni düşünmüyorsan, onu düşün.”
Miranda’nın sessizliği şiddetli bir hıçkırıkla kocasının boynuna sarılmasıyla son buldu. Jason onu sıkıca kucakladı.
“Teşekkür ederim, teşekkür ederim, beni bırakmadığın için… teşekkür ederim.”
“Seni seviyorum küçüğüm, her şeyi yap ama beni sensizlikle sınama. Kalbim buna dayanmaz!”
Miranda onu hiç bırakmayacakmış gibi sıkıca boynuna sarılıyordu. Jason gözleri doldu. Sonunda karısına ulaşabilmişti. Diğer yandan tay onların sarılmasını kıskanmış olacak ki küçük başını ikilinin arasına sokmaya çalışıyordu.
***
Genç adam handan içeri girerken havadaki yoğun rom kokusu yüzünden suratını buruşturdu. Gözleri masalardaki adamlarda gezdi. Son masaya yaklaşırken doğru adam olup olmadığını anlamak için dikkatle inceliyordu. Başındaki şapka yaklaştıkça onu ele verdi. Karşısına geçip oturdu.
“Sendin…” dedi Loren suçlarcasına.
Elindeki bardağı sallarken arsızca sırıtarak genç adama bakıyordu. “Beni buldun mu?”
“Bu fare deliğinde saklanacağını hiç tahmin etmemiştim.”
“Neden? İlk gözağrım burası. Şu gördüklerinle kader ortağıyım. Hayatın kıçında yaşıyoruz.”
“Aptal bir servet uğruna yaşıyorsun! Nasıl bunları yaparsın? Seni o gün gördüğümde bunlara inanamadım. Gerçekten bu kadar gözün döndü mü?”
Adam omuzunun arkasında geri doğru baktı. “Hani şikayet etmedin mi? Kimse görünmüyor.”
Loren sinirle dudaklarını sıktı. “Seni şikayet etmediysem şu anlıktır.”
“Korkaksın. Arkanı Dük’e dayandın ve hayatın iyi değil mi? Sana iyi bir maaş verdiğini duydum. Baron olabilirsin.”
“Benim parayla derdim yok. Tüm sorunum sensin.”
“Ay Işığı sandığını bulursam ben de bir Baron olabilirim. O zaman o aptal cemiyete bir unvanla dahil olurum.”
Loren tiksintiyle suratını buruşturdu. “Bu yüzden Mirandayı öldürdün?”
Adam iğrenç bir kahkaha atınca içtiği içkisinden birkaç damla yanağından püskürdü.
“Ölmedi, bebeğini kaybetti.”
“Altamines’i avucunun içi gibi biliyorsun değil mi?”
“Çoook. Evalina ah sevgilim… Ay Işığı sandığını söyleseydi şu an durum farklı olacaktı. Miranda da onun gibi vefasız, aptal bir fahişe. O kadar yardım ettim, nankörlükle karşılık verdi.”
Loren’in midesi bulanıyordu. Bu ortamdan çıkmazsa duyduğu iğrençlikler üzerine kusacaktı. Ayağa fırladı.
“ Yeter! Buraya sana artık durmanı söylemek için geldim. Dükü ve Düşesi rahat bırak. İzin ver mutlu olsunlar. Rahatsız edip durma. Bir daha eve de girme! Dük adamları iki katına çıkarttı. Girip çıkman zor olacak.”
Adam omuz silkti. Bardağı kafasına diktikten sonra başını kaldırıp genç oğlana baktı.
“Hala beni koruyorsun.”
“Seni korumuyorum. Şans veriyorum. Geçmişi bırak, sana verdiğim parayla güzel bir iş kur.”
“Bunlar Ay Işığı sandığını bulana kadar.”
“Düşes sana bir daha yardım eder mi sanıyorsun?”
“Edecektir.”
“Eğer Miranda’nın başına bir şey gelirse seni kendi ellerimle polise veririm,” dedi Loren ve ekledi.
“Baba!”