Cantuğ elinde battaniye ile evin kapısından dışarıya çıktığı anda ellerini bedenine saran ve hafifçe üşüdüğünü hisseden kızı seyretti. Yüzünde tatlı bir tebessüm yerleşti. Karadenizli Cantuğ sevdiği kadının peşinde soluğu Urfa'da almıştı. Şimdi ise elinde battaniye ile onun vücudunun sıcaklığının azalmasına engel olacaktı. Yanan ateşin başında oturan kızın yanına adım adım ilerledi. Usulca gelerek omuzlarının üzerine battaniyeyi örttü. Omzundaki sıcaklığı hisseden kız başını adama döndürdü ve içini ferahlatan bir gülümseme gönderdi.
"Teşekkür ederim." Diyerek omzundaki battaniyeye sıkıca sarındı. Cantuğ muzip bir gülümseme ile yanına oturdu.
"Onu tek başına kullanmayı düşünmüyorsun öyle değil mi?"
İrem onun bu cümlesine biraz şaşırsa da yanaklarının kızarmasına engel olamadı. Gözlerini kaçırarak "Tabi, ben özür dilerim bir an öyle şey ettim." Diyerek battaniyenin bir ucunu adama doğru uzattı.
Cantuğ kızın bu hali ile yüreği mest olurken gülümseyerek onun uzattığı battaniyenin ucu yerine kızın elinden tutup kendisine doğru çekti. Kollarının arasına alarak sımsıkı sarıldı. Delicesine özlemişti. Saçlarının kokusunu derince içine çekerken kız istemsizce gözlerini kapattı. Huzur dedikleri bu olsa gerekti. Şu an içinde ruhunu teslim etse gıkı çıkmazdı.
"Öyle korktum ki İrem, sana bir şey olacak diye öyle korktum ki... O namlunun ucu sana döndüğü an ölüm olup o şerefsizin üzerine yağmak istedim." dedi gizli bir sırrı itiraf eder gibiydi. İrem bir an ondan uzaklaşmaya çalışsa da adam ona müsaade etmeyerek "Gitme, uzaklaşma benden." Dedi sayıklar gibiydi sesi.
"Ben sana zarar gelmesin istedim Cantuğ, başımdaki belaya seni de bulaştırmak istemedim."
"Senden gelen bela bile benim nazarımda cennet bahçelerinden farkı olmadığını nasıl görmezsin İrem, söylesene nasıl görmezsin?"
"Yıllardır kaçıyorum Cantuğ, aşiretten, ailemden, amcamın oğlundan, kaderimden yıllardır kaçıyorum ben. Yapamadım, kıyamadım sana, anlatamadım."
"İtersen sonra konuşabiliriz, anlatmak zorunda değilsin. Kendini kötü hissetmeni istemiyorum. "
"Anlatmak istiyorum. Nasıl bir belaya bulaştığını, bunları neden anlatmadığımı anlamanı istiyorum." Dedi sevdiği adamın güvenli kollarında yanan alevlere gözleri takılı bir şekilde geçmişini ona anlatmaya başladı.
"Babaannem eşi öldükten sonra aşiretin başına geçmişti. Genç yaşta vefat etti dedem, çocuktum ben, dedemin çok da hatıralarımda yeri yok aslında. Ama babaannem, aşiretin Beyaz anası, adaleti ile dağları yerinden oynatan kadın, o benim hayata dair her şeyimdi. Öyle güçlü bir kadındı ki aşiret reisleri onun önünde saygıyla eğilirdi. Aramızda farklı bir bağ vardı. Onun sayesinde okudum ben. Lise döneminde Boran'ın beni bir arkadaşımla bahçede konuşurken görmesiyle kıyamet kopmuştu. Beni kolumdan tutup okuldan arkadaşlarımın gözleri önünde sürükleyerek çıkardı. Konağın bahçesine getirip bir paçavra gibi beni yere fırlattığında amcam oğluna destek çıkmıştı. Babam ve annem ise amcamın yaşının büyüklüğü ve saygısından sesini çıkaramamıştı. Boran bas bas bağırarak – Bu kız bir daha okula gitmeyecek- dediğinde babaannem konağın bahçesinden öyle bir kükredi ki yer yerinden oynadı. İrem okuyacak, dedi. Ağzını açmaya çalışan herkese de –Lafımın üstüne laf mı söylüyorsunuz?- diyerek susturmuştu. O günün ertesi babaannem beni Boran'dan ve aileden uzak tutmak için yurtdışına gönderdi. Liseyi orada tamamladım. Üniversiteyi ise İstanbul'da okudum. Urfa'ya ise çok nadir gidiyordum. Sonradan öğrendim ki Boran o günden sonra adeta delirmiş. Ama babaanneme de saygısından bir şey yapamamış. Bir süre amcamlarda çekilmiş köşelerine. Ama üniversite bittiği vakit artık geri dönme zamanım gelmişti. En yakınlarım, kardeşten öte bildiklerim Hasan ve Gülce'yi geride bırakıp Urfa'ya döndüm. Ama dönüşüm de konakta yankılanan ağıtlarla karşılaştım. Koskoca aşiretin anası Beyaz ana ölmüştü. Ve benim haberim olmamıştı. Konağa nasıl girdim, herkesin ortasına yatırılmış, kefenlenmiş, adı gibi beyazlara sarılmış babaanneme öyle bir sarıldım ki hala o günkü kokusu burnumda. Cenazeyi bir kâbus görür gibi geçirdim. Babaannemin bedenini kara toprağa emanet ettik, herkes bitkin, herkesin canı yanmış. Ben toprağım bildiğim memleketim de yenice nefes almaya başlamışım. Günler sonra aile vasiyet için toplandı. Aşiretin başına babaannemin yazılı vasiyeti ile amcaoğlum Boran geçmişti. Çok da umurumda değildi aslında konuşulanlar... Mallar, mülkler, istekler... Ta ki o vasiyette benim adım Boran ile anılana kadar... Vasiyeti duyduğum anda nefesim kesildi. Babaannem benim Boran ile evlenmemi istemişti. Çok şaşırmıştım. Bu istek asla Beyaz anaya ait olamazdı. Çünkü çok iyi biliyordum. Beyaz Ana'yı da sevdiğine vermemişler ve dayıoğlu ile evlendirmişlerdi. Sevdiğinin resmini ise yıllarca göğsünde gizlemiş bir kadındı. Beni okumam için aşiretten uzak tutan kadın –Senin kaderin bizimle bir yazılmayacak Ceylan'ım-diyerek saçlarımı seven kadın benim amcaoğlumla evlenmemi istiyordu. İtiraz etsem de vasiyet karşısında herkesin boynu kıldan inceydi. Delirmiş gibiydim. Herkes düğün hazırlıklarına çoktan başlamıştı. Aklıma koymuştum. Kaçacaktım. Bu işte amcaoğlumun parmağı vardı. Asla sevmediğim bir adamla evlenmeyecektim. O kâğıt parçalarında ne yazdığı umurumda bile değildi. Benim için önemli olan yurtdışına gitmeden önce babaanneme verdiğim sözdü."
"Neydi o söz?"
"Asla sevmediğin bir adamla evlenme kızım, demişti bana. Sanki olacakları hissetmiş gibi yıllar öncesinden bana yemin ettirmişti. Ona o gece söz vermiştim. Ve bu yüzden düğün gecesi nikâh kıyılmadan kaçtım. İki yıl kaçmayı başardım ama sonra gücüm kalmadığında üniversite arkadaşım Gülce'nin yanına geldim. Hasan ile birlikte polis olmuşlardı. Başlarını belaya sokmak istemsem de Boran'ın beni bulması an meselesiydi. Bir gün Gülce'nin kapısına gittim. Senin gibi geçmişimi asla bilmiyordu. O da Hasan ile birlikte her şeyi o gün öğrendi. Ve beni ölmek pahasına korudular, sakladılar. Sonra bir gün yine öyle bir kapana kısıldık ki anlatamam. Boran atacağımız her adımı bizden önce bilir gibi sürekli karşımıza çıkıyordu. Biti dedim bir gün, Boran'ın pisliklerini ortaya çıkaramadan yakalanacaktık artık. O gün mucize gibi bir olay yaşandı. Kuzenin Tufan trafikte Gülce'nin arabasına çarptı. Ve sonra bir gün Gülce beni sakladıkları yere gelip seni Ankara'ya götürüyoruz, dedi. Hayat hikâyen bu diyerek uydurduğu bir yaşam hikâyesini bana anlattı, elime de Ceylan adında bir kimlik tutuşturdu. Ben başta istemesem de başka bir çözüm yolumuz yoktu. Ve sonra kendimi bir anda senin yanında asistan olarak buldum."
"Başlarda bu emrivaki o kadar saçma gelmişti ki ve o kadar kızmıştım ki, hatta başlarda senin Tufan'ın kız arkadaşlarından biri bile zannetmiştim."
"Yok artık."
"Tabi zamanla aslında onun ile ilgili olmadığını anladım ama hep bir gizemliydin, hep sakladığın bir şeyler vardı. Hissediyordum ama bir türlü çözemiyordum."
"Anlatamazdım Cantuğ, ben sana öyle bir tutulmuştum ki öylesine bir aşk yeşermişti ki yüreğimde hiç ummadığım bir anda. Adına gamzeli sevda dediğim, gülüşünün kulaklarımda yankılandığı öylesine bir aşktı ki bu... Geçmişim, adım ve bana ait bildiğin ne varsa yalandı ama ben sana sırılsıklam âşık olmuştum. Gülce ile defalarca bu yüzden kavga ettik. İşlerin ters gittiğini ve benim yer değiştirmem gerektiğini söyledi. Ama ben onu dinlemedim. Çünkü seni bırakıp gidemezdim. Çok yorulmuştum. Hayatımda bir defa başıma gelecek bir duyguyu ardımda bırakıp gitmek çok zordu. Her şeye rağmen, yakalama pahasına aylarca yanında kaldım. Ve sonra Gülce ve Hasan beni almaya geleceklerini söylediler. Seni daha fazla tehlikeye atmamak için tamam dedim, çünkü ateşimle seni de yakmak istemiyordum. Çünkü aşkımın karşılığı sen de can bulmuştu. Bir an önce gitmem gerekiyordu. Hayatımın en güzel gecesinin sabahında senin yanından ayrılmak benim için ölüm gibiydi. Ama gitmek zorundaydım. Hesap edemediğim evimde amcaoğlumun beni bekliyor oluşuydu. Ve sonra yine topraklarıma zulüm ile getirildim. Zorla gelinlik giydirildim. Ama asla onun karısı olmayacaktım. Elimde kanıt olmasa da öleceğimi bilsem de öğrendiklerimi tüm aşirete anlatacaktım."
"Öğrendiklerin?" dedi anlamaz gözlerle bakışlarını kolları arasındaki kıza döndürdü. Kızın canı biraz sıkılmış gibiydi. Daha fazla anlatıp onun da canını sıkmak istemiyordu. Çünkü bu anlatacaklarının gerçekliği ancak Hasan ve Gülce'nin kanıtlarıyla ortaya çıkacaktı. İrem Cantuğ'dan biraz uzaklaşıp onun gözlerinin içine anlayış ister gibi baktı.
"Bunu anlatmak benim için çok zor. Geri kalan hikâyeyi daha sonra anlatsam olur mu?" dedi.
Cantuğ onun isteğine saygı duyarak ayağa kalktı ve kızı bir anda ne olduğunu bile anlayamadan kucağına alıverdi. Adamın bu hareketi kızın şaşkınca bir nida atmasına sebep olurken adam sadece gülmekle yetindi.
"Ne o? Bu kadar konuşup yorulduktan sonra seni içeriye kadar yürüterek yoracağımı düşünmedin umarım." "dedi.
İrem üzerine gelmemesine sevinirken adamın bu hareketi karşısında başını onun göğsüne yerleştirerek karşılık verdi.
"Teşekkür ederim." Dedi fısıltı halinde. Bazen söze gerek yoktur. Bir hareket, anlam dolu bir bakış binlerce kelimeyle anlatmak istediğiniz her şeyi anlatmaya yetiverir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haksızlık Değil Mi?#TAMAMLANDI#
RomanceCantuğ "Bir adamın yokluğu kadını suskunlaştırıp dilini sözsüz bırakıyorsa, bir kadının yokluğu adama yatağında sevdiği kadının tek bir saç telini aratıyorsa, işte orası sözün bittiği, kelimelerin tüm anlamını yitirdiği, sebeplerin aranmadığı aşk di...