I

18.7K 578 378
                                    

Tae çocukluğundaki  ilk yolculuktan beri denizden, karanın görünmemesinden, etrafında uzanıp da dokunabileceği bir şey olmaması hissinden hiç hoşlanmıyordu. İnsan böyle durumlarda kendi kendine, sorun yok falan derdi. Denizi aşmak için böyle demek zorundaydı. Ama o kadar kolay aşılmıyordu işte.

Savaşta bile, sahilde düşman menziline girmeyi, karaya çıkarken aşması gereken birkaç metre denize tercih ederdi. Dizlerine kadar gelen suda yürümek, botlarının etrafında dolaşan acayip yaratıkları düşünmek onu ürpertiyordu.

Yine de güvertede, açık havada denizle yüzleşmeyi, bu leş gibi sıcak ve kapalı yerde sallanmaya yeğlerdi.
Mide bulantısının geçtiğine ve artık kusacak bir şey kalmadığına emin olduktan sonra elini yüzünü yıkadı, lavabonun üzerindeki duvara asılı
olan küçük aynada kendine baktı. Deniz suyu aynanın büyük kısmını aşındırmıştı. Tae yansımasını ancak aynanın merkezindeki küçük,
bulutsu parlaklığın içinde görebiliyordu. Asker tıraşıyla hala genç bir adam sayılırdı. Ancak yüzü savaşın izlerini taşıyan çizgilerle doluydu. Savaşın ve savaş sonrası vahşi kovalamacaların acısı, Jimin'in deyişiyle, "Köpeklere özgü bir hüzünle dolu," gözlerine de yansımıştı. Bu kadar sert görünmek için fazla gencim, diye düşünüyordu Tae.

Belindeki kemeri, tabanca ve kılıf kalçasına gelecek şekilde ayarladı. Tuvalet kapısının arkasındaki askıdan şapkasını aldı, şapkayı başına geçirdi, kasketi hafifçe sağa doğru eğilene kadar düzeltti. Kravatını sıktı. Bir yıldır modası
geçmiş, parlak renkli, çiçekli kravatlardan biriydi bu. Yine de takıyordu. Ne de olsa Jimin'in hediyesiydi. Tae doğum gününde oturma odasındaki koltukta otururken Jimin ona arkadan yaklaşmış, kravatı başının üzerinden kaydırarak geçirmişti. Sıcak eliyle yanağına dokunurken onu boynundan öpmüştü. Jimin'in dilinde portakal kokusu vardı. Sonra gelip kucağına oturmuştu. Tae gözlerini kapamıştı. Kokusunu duymak için. Onu hayalinde canlandırmak için. Zihninde onu tekrar yaratmak, onu oraya kazıyabilmek için.

Aynı şeyi şimdi de yapabiliyordu. Gözlerini kapattığında onu hala görebiliyordu. Ama son zamanlarda, kimi beyaz lekeler onun bazı
yerlerini -kulak memesini, kirpiklerini, saçlarının biçimini- silikleştiriyordu. Tümüyle silinip yok olmamıştı henüz. Ama Tae zamanın onu tamamen almasından, kafasındaki görüntüleri öğütüp ezmesinden korkuyordu.
'Seni özlüyorum', dedi teknenin mutfağından geçerek ön güverteye çıkarken.

Hava sıcak ve açıktı ama denizin üzerine, pasın koyu parlaklığı ve grinin solgunluğu sinmişti. Bu görüntü, denizin derinliği hakkında bir ipucu veriyordu.
Jungkook matarasından bir yudum aldı, başını Tae'ye doğru çevirdi, matarayı havaya kaldırdı. Tae başını iki yana sallayınca, matarayı cebine koydu ve gömleğini düzeltip denizi izlemeye koyuldu.

"İyi misin?" diye sordu Jungkook. "Solgun görünüyorsun."

Tae omuz silkti."İyiyim."

"Emin misin?"

Tae başıyla onayladı. "Sadece dengeme kavuşmaya çalışıyorum."

Bir süre sessiz kaldılar. Deniz etraflarında dalgalanıyordu. Dalgaların girinti ve çıkıntıları kadife kadar karanlık ve ipeksiydi.

"Biliyor musun, eskiden esir kampıymış," dedi Tae.

"Ada mı?" diye sordu Jungkook.

Tae başıyla onayladı. "İçsavaş sırasında. Oraya bir askeri üs ve kışla kurmuşlar."

"Şimdi ne olarak kullanıyorlar kışlayı?"

Tae omuz silkti. "Bilmiyorum. Farklı
adalarda bunlardan birkaç tane daha var. Çoğu, savaş sırasında topçu atış talimleri için hedef tahtasıymış. Geriye çok şey kalmamış."

SHUTTER † TaeKookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin