Kapıdan geçerek duvarları ve zemini granit kaplıbir hücre bloğundan içeri girdiler. Blok üç metregenişliğinde ve dört buçuk metre yüksekliğindeki
kemerli geçitlerin altında, kale boyuncauzanıyordu. Buradaki tek ışık kaynağı, her iki uçtaki büyük pencerelerdi. Tavandan su damlıyordu ve döşemeler su birikintileriyle dolmuştu. Sağ ve sol yanlarında yer alan hücrelerse karanlığa gömülmüştü.
"Ana jeneratörümüz bu sabah saat dört civarında kapandı. Hücrelerin kilitleri otomatik olarak kontrol edilir. Yakın zamandaki yeniliklerimizden biri. Acayip iyi bir fikir değil mi? Bu yüzden bütün hücreler saat dörtte açıldı.
Şansımıza, kilitleri hala manuel olarak da kullanabiliyoruz. Böylece hastaların çoğunu geri soktuk ve kilitledik. Ama bazı pisliklerin elinde anahtar var. Hücrelerden sinsice kaçmaya devam ediyor ve tekrar yerine kapatılana kadar en azından bir hücreyi daha açıyorlar," diye anlattı Baker."Bunu yapan o dazlak adamdır belki?" dedi Tae.
"Dazlak adam mı? Evet. Yakalayamadığımız adamlardan biri de o. Belki onda da anahtar vardır. Adı Litchfield," dedi Baker, Tae'ye bakarak.
"Geldiğimiz merdiven boşluğunda ebelemece oynuyordu. Basamakların alt yarısında."Baker onları sağdaki üçüncü hücrenin önüne götürdü ve hücreyi açtı."Onu şuraya atın."
Karanlıkta yatağı bulmak birkaç saniye aldı.Baker bir fener ya kıp içeriyi aydınlatınca,Vingis'i yatağa yatırdılar. Hasta inliyor; kan, burun deliklerinde kabarcıklar yapıyordu.
"Yardım getirip Litchfield'ın peşine düşmem gerek," dedi Baker. "Adamları kapattığımız bodrum katında, içeride altı nöbetçi yoksa, onlara yemek bile vermiyoruz. Eğer dışarı çıkarlarsa burası lanet olası Alamo'ya döner.""Önce bir tıbbi yardım ekibi çağır," dedi Jungkook.
Baker mendilin lekesiz bir tarafını buldu ve yarasının üzerine geri bastırdı. "Buna zaman yok.""Kendin için değil, onun için," dedi Jungkook.
Baker parmaklıkların arasından onlara baktı."Evet. Pekala. Bir doktor bulacağım. Ve siz ikiniz,rekor sürede dolanıp buradan çıkıyorsunuz, tamam mı?""Tamamdır. Adama bir doktor getir," dedi Jungkook hücreden ayrılırken.
"Bakacağım," dedi Baker ve hücrenin kapısını kilitledi. Koşarak hücre bloğundan çıktı, sakallı bir devi hücresine doğru sürükleyen üç
nöbetçinin yanından geçti, koşmaya devam etti."Ne düşünüyorsun?" diye sordu Tae. Kemerli geçitlerin en ucundaki pencerenin yanında,parmaklıklara asılmış bir adam vardı ve birkaç
nöbetçi bir hortumu sürüklüyordu. Gözleri, ana koridordaki kurşuni renkli ışığa alışmaya başlamıştı ama hücreler hala karanlıktı.
"Buralarda bir yerlerde dosyalar olmalı," dedi Jungkook, "temel tedavi ve başvuru amaçlı da olsa yeter. Sen Namjoon'u ara, ben de dosyaları, tamam mı?""O dosyalar nerededir sence?"
Jungkook geriye, kapıya doğru baktı. "Seslere bakılırsa buraya girmen artık daha az tehlikeli. Sanırım idari işler ofisi de yukarıda.""Pekala. Nerede ve ne zaman buluşacağız?"
"On beş dakika sonra buluşalım mı?"
Nöbetçiler hortumu çalıştırıp parmaklıklaraasılan adama basınçlı hava püskürtmüş ve bu da adamı parmaklıklardan uçurarak içeriye
fırlatmıştı. Bazı adamlar hücrelerinde alkış tutuyor,diğerleri inliyordu. İniltileri öyle derin veyalnızdı ki bir savaş meydanından geliyorgibiydi."On beş dakika yeter. Arkadaki büyük salonda buluşalım mı?"
"Tabii."
El sıkıştılar. Jungkook'un elleri terliydi, üst dudağı parlıyordu."Tae, dikkat et," dedi Jungkook.
Bir hasta patırtıyla arkalarındaki kapıdan girdive yanlarından geçerek hapishanenin içine doğru koştu. Ayakları çıplak ve kirliydi. Sanki ödüllü birboks maçına hazırlanıyormuş gibi, gölge boksunyapan kollarıyla uyum içinde akıcı ve uzun adımlarla koşuyordu.
"Bakalım ne yapabileceğim?" dedi Tae,Jungkook'a gülümseyerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHUTTER † TaeKook
Roman d'amour"Hayır," dedi Jungkook başını geriye doğru eğip kızarık gözlerini kısarak Tae'ye gülümsedi."Biz bunun için fazla zekiyiz." "Evet," dedi Tae. "Öyleyiz, değil mi?"