Duvarın dışında kalan iki ev, Müdür'ün ve Seokjin'in evleri, çok ciddi hasar görmüştü. Seokjin'in çatısının yarısı uçmuş ve bir alçakgönüllülük dersi verir gibi kiremitleri hastane zeminine savrulmuştu. Bir ağaç, Müdür'ün oturma odasındaki, kontrplak çakılarak sağlamlaştırılan camı parçalayarak içeri girmiş, kökleri ve bedeniyle evin ortasına yayılmıştı. Tüm kompleks; deniz kabukları, ağaç dalları ve dört santimetre yükseklikte suyla dolmuştu.
Seokjin'in fayansları, ölü sıçanlar ve vıcık vıcık elmaların hepsi kuma bulanmıştı. Biri hastanenin üzerinden kaya delgisiyle geçmişti sanki; A Koğuşu'nun dört penceresi kırılmış ve sac kaplamanın bazı bölümleri kabarık bir saç gibi çatıda kıvrım yapmıştı. Personel kulübelerinden ikisinin sadece iskeleti kalmış ve diğer kulübeler yıkılmıştı. Hemşire ve hastabakıcı yatakhaneleri birkaç penceresini kaybetmiş, sudan zarar görmüştü. B Koğuşu'nu Tanrı korumuştu, burada en ufak bir hasar bile yoktu. Tae adanın her yerinde, tepeleri kopan ve göğe doğru mızrak gibi sivrilen çıplak ağaçları görebiliyordu.Hava yine kapalı, ağır ve kasvetliydi. Yağmur yorgun ama istikrarla çiseliyordu. Ölü balıklar sahili kaplamıştı. Sabah dışarı çıktıklarında, binaların arasındaki geçitte bir dil balığının çırpındığını gördüler; kederli ve şişmiş gözleri geriye, denize doğru bakıyordu. Tae ve Jungkook, Hoseok'la bir nöbetçinin, yan yatmış bir cipi kaldırmasını izledi. Cip, kontağı ancak elli kere çevirdikten sonra çalıştı, sonra kükreyerek ana kapıdan çıkıp gitti. Bir dakika sonra, Tae cipin hastanenin arkasındaki C Koğuşu'na doğru tırmandığını gördü.
Seokjin komplekse girdi, çatıdan uçan bir parçayı almak için durakladı ve onu dikkatle inceleyip tekrar sulu zemine bıraktı. Beyaz hastabakıcı giysileri, siyah yağmurlukları ve siyah korucu şapkaları içindeki Tae'yle Jungkook'u fark etmeden önce, bakışları onların üzerinden iki defa kayıp geçmişti. Onları tanıyınca alaycı bir şekilde gülümsedi ve yanlarına doğru yürümeye başladı. Bu sırada, boynunun etrafına dolanmış stetoskobuyla
hastaneden koşarak çıkan bir doktor, Seokjin'e yaklaştı."İki numara gitmiş. Yapamıyoruz."
"Harry nerede?"
"Harry de uğraşıyor ama çalıştıramıyor. Eğer çalışmazsa, ne yapacağız?"
"Pekala. İçeri girelim."
Telaşla hastaneye girdiler. "Yedek jeneratör mü bozulmuş?" diye sordu Tae, Jungkook'a.
"Kasırgalarda olur böyle şeyler."
"Hiç ışık görüyor musun?"
Jungkook etraftaki pencerelere bakındı."Hayır.""Bütün elektrik şebekesi yandı mı sence?"
"Büyük ihtimalle."
"Bu da demek oluyor ki elektrikli teller..."
Jungkook ayağına doğru yuvarlanan bir elmayı kaptı. Pozisyon aldı ve elmayı bir tekmeyle duvara fırlattı.
"Sayı bir!" diye bağırdı, sonra Tae'ye döndü. "Teller devre dışı, evet.""Muhtemelen tüm elektronik güvenlik sistemleri. Girişler ve kapılar da."
"Ah, sevgili Tanrım, bize yardım et." Jungkook yerden başka bir elma daha aldı, onu başının üzerinden fırlatıp sırtının arkasında yakaladı. "Şu
kaleye girmek istiyorsun değil mi?""Bunun için mükemmel bir gün," dedi Tae yüzünü usulca yağan yağmura doğru kaldırarak. Müdür, yanında üç nöbetçiyle birlikte, ciple tesise giriyordu. Cipin tekerleklerinden sular fışkırıyordu. Avluda aylak aylak duran Tae'yle Jungkook'u gördüğünde öfkesi yüzüne yansıdı.
Tae, Müdür'ün de tıpkı Seokjin gibi kendilerini hastabakıcı sandığını ve ellerinde tırmık ya da su pompası olmadığı için kızdığını anlamıştı. Adam hemen sonra başını hızla çevirip yapılması gereken önemli işlerini yapmak üzere oradan ayrıldı. Tae henüz onun sesini duymadığını fark etti. Acaba adamın sesi de saçı kadar siyah mıydı? Kim bilir, belki de teni kadar solgun bir
sesi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHUTTER † TaeKook
Romance"Hayır," dedi Jungkook başını geriye doğru eğip kızarık gözlerini kısarak Tae'ye gülümsedi."Biz bunun için fazla zekiyiz." "Evet," dedi Tae. "Öyleyiz, değil mi?"