Seokjin'in arkasındaki duvarlar pembe çarşaflarla kaplanmış, çarşaf kenarları kırışık bantlarla tutturulmuştu. Önündeki masada birkaç dosya, bir askeri tip saha telsizi, Tae'nin defteri ve ceketiyle Namjoon'un yatış formu duruyordu. Köşedeki bir sandalyenin üzerine çift makaralı bir ses kayıt cihazı konmuştu. Makaralar dönüyor ve kayıt cihazının üstünde, odaya çevrilmiş bir mikrofon duruyordu. Seokjin'in hemen önünde siyah deri kaplı bir defter vardı. Deftere bir şeyler karaladı.
"Bir sandalye çek," dedi Tae'ye."Ne dediniz?"
"Bir sandalye çek dedim."
"Ondan önce?"
"Ne dediğimi çok iyi biliyorsun."
Tae tüfeği omzundan indirdi ama Seokjin'e nişan almayı sürdürerek odaya girdi. Seokjin bir şeyler karalamaya devam ediyordu.
"O tüfek boş.""Ne?"
"Tüfek. İçinde hiç mermi yok. Ateşli silahlarla ilgili tüm deneyimine rağmen nasıl oldu da fark edemedin?"
Tae tüfeğin dibini çekip kontrol etti. Boştu. Sadece emin olmak için tüfeği sol tarafındaki duvara doğrulttu ve ateşledi. Ama tetiğin kuru tıkırtısı haricinde hiçbir şey olmadı.
"Onu şu köşeye bırak," dedi Seokjin.
Tae tüfeği yere yatırdı ve masadan bir sandalye çekti ama oturmadı.
Seokjin yeredoğru eğilip büyük bir havlu aldı ve onu masanın karşı tarafındaki Tae'ye fırlattı. "Kurulan.
Üşüteceksin."Tae saçlarını kuruladı ve sonra gömleğini çıkardı. Dertop edip köşeye fırlattı ve göğsünü kuruladı. İyice kurulandıktan sonra masadan
ceketini aldı.
"Sakıncası var mı?""Hayır, keyfine bak," dedi Seokjin.
Tad ceketi giyip sandalyeye oturdu.
Seokjin defterine bir şeyler daha yazdı, dolmakalem kâğıdın üzerinde cızırdıyordu.
"Nöbetçilerin canını çok yaktın mı?""Çok değil," dedi Tae.
Seokjin başıyla onayladı ve dolmakalemini defterin arasına bıraktı. Saha telsizini eline alıp elektrik vermek için kolu çalıştırdı. Ahizeyi yuvasından kaldırdı, yayın düğmesine dokunarak ahizeye konuştu. "Evet. O burada. Dr. Geon'u yukarı gelmeden önce adamlarınıza bir göz atsın."
Telefonu kapattı."Bulunması zor olan Dr. Geon mu bu?" dedi Tae. Seokjin kaşlarını kaldırıp indirdi.
"Durun tahmin edeyim, bu sabahki tekneyle geldi." Seokjin başını iki yana salladı. "O hep adadaydı."
"Meraklı gözlerden saklanıyordu," dedi Tae.
Seokjin ellerini kaldırdı ve hafifçe omuz silkti.
"O parlak bir psikiyatr. Genç ama umut vaat ediyor. Bu bizim planımızdı, onun ve benim."Tae boynunda, hemen sol kulağının altında bir zonklama hissetti."Planınız nasıl gidiyor?"
Seokjin defterinden bir sayfayı kaldırdı ve onun altındaki sayfaya göz attı, sonra sayfayı bıraktı."Pek iyi değil. Daha büyük hayallerim vardı."
Seokjin, Tae'ye bakıyordu ve Tae onun yüzünde, iki sabah önce merdiven sahanlığında ve fırtınadan hemen önceki personel toplantısında ne gördüyse, şimdi yine aynı şeyi görebiliyordu. Ama bu, adamın geri kalan profiline uymuyordu; bu adaya, fener kulesine, oynadıkları bu berbat oyuna uymuyordu.Merhamet.
Eğer Tae gerçeği bilmeseydi, yüzündeki bu ifadenin merhamet olduğuna yemin edebilirdi.
Tae gözlerini Seokjin'den kaçırarak bu küçük odaya ve duvarlara asılı çarşaflara baktı.
"Hepsi bu mu?""Hepsi bu," diye onayladı Seokjin. "Burası fener kulesi. Kutsal Kase. Bulmaya çalıştığın yüce gerçek. Görmeyi umduğun şey bu muydu?"
"Bodrum katını görmedim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHUTTER † TaeKook
Romance"Hayır," dedi Jungkook başını geriye doğru eğip kızarık gözlerini kısarak Tae'ye gülümsedi."Biz bunun için fazla zekiyiz." "Evet," dedi Tae. "Öyleyiz, değil mi?"