"Neredeyiz?" diye sordu Jungkook.
"Kaybolduk."
Koruluktan çıkmış ve fener kulesini çevreleyen çite yüzlerini dönmek yerine, her nasılsa kulenin kuzeyine doğru hareket etmeyi akıl etmişlerdi.
Koruluk, fırtına yüzünden bataklığa dönüşmüştü, yere devrilen ve eğilen ağaçlar düz bir doğrultuda ilerlemelerini engelliyordu. Tae rotadan biraz sapacaklarını biliyordu ama son hesaplamalarına göre hedeften bayağı uzaklaşmışlardı.
Fener kulesini gayet netgörebiliyordu. Yüksek bir bayır ve ağaç sıraları ile kahverengi ve yeşil bir şerit halinde uzanan bitki örtüsünün ardında,
fenerin üstte kalan üçte birlik kısmı
görünüyordu. Bulundukları arazinin hemen ilerisinde, gelgitlerle meydana gelen uzun bir bataklık ve onu geçince sivri uçlu siyah kayalardan oluşan doğal bir çit vardı. Tae son şanslarının, koruluğa dönüp yanlış yöne saptıkları yeri bulmak olduğunu biliyordu, böylece başlangıç noktasına kadar da gerilememiş olacaklardı.Jungkook pantolon paçalarını silkelemek ve onları dikenli otlardan temizlemek için bir dal kullanıyordu.
"Ya da etrafta tur atabilir, oraya doğudan ulaşabiliriz. Hoseok'un dün ne yaptığını hatırlıyor musun? Şoförü kestirme bir yol kullanıyordu. Mezarlık orada, şu tepenin üzerinde olmalı. Bu yöntemi deneyelim mi?""Şimdiye dek uyguladığımız yöntemden iyidir."
"Yoksa planı beğenmedin mi?" dedi Jungkook ve avcunu hızla ensesine götürdü. "Ben sivrisineklere bayılırım. Sanırım yüzümün sol yanında ulaşamadıkları yalnızca bir-iki nokta kaldı."
Bir saat boyunca aralarında geçen ilk diyalog bu olmuştu ve Tae her ikisinin de büyüyen gerginliği sonlandırmaya çalıştığını görebiliyordu. Ama Tae hemen cevap vermeyince sohbet fırsatı kaçtı. Jungkook da arazi sınırı boyunca, üç
aşağı beş yukarı kuzeybatıya doğru ilerleyerek yola devam etti. Ada onları sürekli sahile itiyordu."BURADA DA TAŞLAR VAR," dedi Jungkook. "Tanrım, patron."
Sağ tarafta denize dik ve dümdüz inen, dar bir burun vardı, sol taraftaysa dört kilometre boyunca uzanan fundalıklarla kaplı bir ova.
Gökyüzü kızıl kahveye dönüp de havadaki tuz tadı artarken rüzgâr da şiddetlenmeye başlamıştı. Taş kümeleri, fundalık ovaya aralıklarla dizilmişti. Ovanın etrafını bir çanak gibi sarmalayan eğimler, dokuz küme ve üç sıra halinde dizilen taşları koruyordu."Ne yani, görmezden mi gelelim?" dedi Tae.
Jungkook elini gökyüzüne kaldırdı. "Birkaç saat içinde güneş batacak. Fark etmediysen söyleyeyim, fener kulesinde değiliz. Mezarlığa bile varamadık. Varabileceğimizden de emin değiliz. Ve sen bu kayalıktan aşağıya inip o taşlara bakmak mı istiyorsun?""Hey, eğer şifre..."
"Bu saatten sonra ne fark eder ki? Namjoon'un burada bulunduğuna dair kanıtımız var. Baekhyun'u da gördün. Yapmamız gereken tek şey bu bilgiyle, bu kanıtla eve dönmek. İşini halletmiş olduk."
Haklıydı. Tae bunu biliyordu. Haklıydı, eğer Tae'den yanaysa tabii.
Ya Jungkook, Tae'nin tarafında değilse ve bu da Jungkook'un onun görmesini istemediği bir şifreyse..."On dakikada inip on dakikada çıkarım," dedi Tae.
Jungkook bitkin bir halde esmer yüzlü kayanın üzerine çöktü, paltosunun cebinden bir sigara çekti."Pekala. Ben burada oturup bekleyeceğim," dedi."Keyfine bak."
Jungkook sigarasını yakarken sigaranın etrafına elleriyle kapatarak siper yaptı."Plan bu.""Görüşürüz," dedi Tae, Jungkook'un eğilmiş parmakları arasından dumanın çıkışını ve denize doğru süzülüşünü izlerken.
Jungkook'un sırtı ona dönüktü. "Boynunu kırmamaya çalış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHUTTER † TaeKook
Romance"Hayır," dedi Jungkook başını geriye doğru eğip kızarık gözlerini kısarak Tae'ye gülümsedi."Biz bunun için fazla zekiyiz." "Evet," dedi Tae. "Öyleyiz, değil mi?"