Sarp kayalık yüzeyin son yedi metresi büyük kayalardan, su yosunu kaplı dev siyah yumurtalardan oluşuyordu. Tae oraya vardığında, kolları arkasında kalacak ve ellerinden destek alacak şekilde döndü ve kaya çatlaklarında saklanan sıçanları gördü. Sonunda sahildeydi. Uzaktan Jungkook'un cesedini gördü, ona doğru yürüdü ve onun ceset filan olmadığını anladı. Bu sadece, güneşten ağarmış ve üzeri kalın, siyah yosun şeritleriyle kaplanmış
bir kayaydı. Şükürler olsun... Jungkook ölmemişti. Yosun kaplı, uzun, dar bir kayaydı bu sadece.Tae eliyle ağzının etrafını kapatarak sarp kayalıktan yukarı doğru Jungkook'a seslendi. Seslendi ve ses denize doğru süzüldü, kayalara çarparak esintiyle uçup gitti, Tae, Jungkook'un kayalık burnun üzerinden uzanan başını görmeyi bekledi.
Belki de Jungkook aşağıya, Tae'yi aramak üzere aşağıya gelmeye hazırlanıyordu. Belki de şu anda inmek için hazırdı. Tae boğazı bağırmaktan tahriş olana kadar
ona seslendi. Sonra durdu ve Jungkook'un cevabını duymayı bekledi. Hava sarp kayalığın en üst kısmı görünmeyecek kadar kararmıştı. Tae deniz esintisini duyuyordu. Büyük kaya çatlaklarındaki sıçanları, bir martının gaklamasını ve okyanusun sesini duyuyordu.
Gözleri karanlığa alıştığında kendisini izleyen gözleri gördü. Düzinelerce. Sıçanlar büyük kayaların üzerine yayılarak oturmuş, korkusuzca
ve dikkatle ona bakıyordu. Burası onların kumsalıydı, Tae'nin değil.
Buna rağmen Tae sudan korkuyordu,
sıçanlardan değil. Tanrı'nın cezası küçük yapışkan piç kuruları! Onları vurabilirdi. Arkadaşlarından birkaçı havaya uçtuğunda, kaç tanesinin hala böyle sert kalacağını görmek için.Kumsal boyunca yavaşça yürüdü ve yüzlerce sıçan daha gördü. Güneşte kayalara yayılan fok balıkları gibi, ay ışığında dinleniyorlardı. Büyük
kayalardan, Tae'nin yalnızca birkaç saniye önce durduğu kuma yuvarlanırlarken onları izledi ve sahilde daha ne kadar ilerleyebileceğine baktı.
Fazla değil. Yaklaşık otuz metre ileride, kumsalı kesen, suyun içinden fırlamış bir başka sarp kayalık ve onun sağına doğru okyanus açıklarında, varlığından bile habersiz olduğu bir ada gördü. Ay ışığı altında kahverengi bir sabun gibi duruyor ve suda belli belirsiz bir iz bırakıyordu. Jung Hoseok'la karşılaştığı ilk gün o sarp kayalıklara çıkmışlardı. O zaman orada ada filan yoktu. Bundan emindi.O halde şimdi bu ada hangi cehennemden çıkmıştı?
Sıçanların sesini duyabiliyordu; birkaçı kavga ediyor, çoğu tırnaklarını kayalara geçiriyor ve birbirlerine vik vik bağırıyorlardı. Tae ayak bileklerinden dizlerine ve kasıklarına doğru yükselen bir kaşıntı hissetti. Geriye döndü ve sahile baktı. Kumsal, üzerini dolduran sıçanlardan görünmüyordu artık. Başını kaldırıp sarp kayalığa baktı; dolunaya,
parlak ve sayısız yıldıza minnettardı. Ve sonra, bir kaç gün öncesine kadar orada olmayan şu ada gibi, kendisine herhangi bir anlam ifade etmeyen bir renk gördü.
Turuncu. Geniş kayalığın yarı yolunda, yukarıda. Turuncu. Sarp kayalığın karanlık yüzünde. Akşam karanlığında. Tae ona dikkatle baktı. Yanıp titreşirken, sönerken ve sonra birden parlarken, tekrar sönüp tekrar parlarken onu izledi. Yanıp sönüyordu. Gerçekten.Alev gibi.
Bir mağara fark etti. Ya da en azından hatırı sayılır derinlikte bir kaya çatlağı, içeride biri vardı. Jungkook. Bu kesinlikle o olmalıydı. Belki burundan aşağıya doğru o kâğıdın peşine düşmüştü. Belki yaralanmış ve aşağıya inmek yerine bu tarafa gelmek zorunda kalmıştı.
Tae yukarıda yanıp sönen turuncu renkli ışığı görebiliyordu. Sıcaklığı zar zor hissediyordu. Yukarıdaki kaya çıkıntısına elini koydu, bileğine vuran turuncu renkli ışığı gördü ve kendini yukarıya, çıkıntının üzerine doğru çekip dirsekleri üstünde ilerledi. Sarp duvarlardan ışık
yansıyordu. Ayağa kalktı. Mağaranın tavanı, başından yaklaşık üç santim yukarıdaydı ve açıklığın sağa kavis yaptığını gördü. İlerlediğinde, ışığın mağara zeminine açılmış küçük bir çukurdaki bir çalı yığınından geldiğini gördü. Ve ateşin öteki yanında, ellerini arkasında tutan birkadın ayakta duruyordu. "Sen de kimsin?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SHUTTER † TaeKook
Romance"Hayır," dedi Jungkook başını geriye doğru eğip kızarık gözlerini kısarak Tae'ye gülümsedi."Biz bunun için fazla zekiyiz." "Evet," dedi Tae. "Öyleyiz, değil mi?"