Küçük bir oğlan çocuğuyken bile üzerime yüklenen tüm sorumlulukların farkındaydım, o zaman en ihtiyacım duyduğum kavram belki de aileydi.
İnsan hiç tatmadığı bir şeye ihtiyaç duyar mıydı? Ben duymuştum; ki hala duyduğumu da inkar edemezdim.
Şimdi bile önümde anne babalarıyla vakit geçiren çocuklar görünce öyle kıskanıyor öyle üzülüyordum ki; ebeveynlerine saygısızlık yapanları görünce içimde alev toplarından bir göl oluşuyordu sanki.
Hayat bir tek bana mı bu kadar acımasız diye düşünmekten kendimi alamazdım bazen, sonra ise ; hayatın herkese acımasız fakat bazılarına merhametsiz de olduğunun farkına varmıştım.
Şüphesiz ki; büyürken bunun aslında çok kötü bir şey olduğunu erken farkına varmıştım. Büyümek bu hayattaki en büyük cezaydı belki de. Çünkü hiçbir şey geçmiyordu, acıların da sevinçlerin de seninle büyüyordu.
Çocukluğumdan kucağımda büyüyen acılarımı her gece kundağa yatırmaktan bıkmıştım, zihnimi sara lanet örtü, hissettiğim her şeyden algıladığım iki duygu beni yoruyordu.
Acının bile tadı vardı benim için, ağzımda bıraktığı; boğazımdan içime uzanan o zift, acının en somut tanımıydı bende.
Toparlanmam gerekiyordu, fakat bir körün harita okumasını bekleyemezdiniz. Ben hayatla nasıl başa çıkılır nasıl mutlu olunur bilmeyen biriydim.
Ben yalnızca kendi dilimde sevmeyi bilirdim.
Yeni kararlarla uyandığım bu sabahta da Kim Taehyung aklımın bir köşesine kazılı haldeydi.
Acaba ne yapıyordu?
Şimdi ben tutup da ona yazarsam kesinlikle beni geri çevirirdi, çünkü o istediği zaman bana döner istemediği zamanlar etrafında olmamı istemezdi.
Gecenin bir köründe gelip saatlerce saçlarını okşattığı, kucağıma uzanıp dizlerim uyuşana kadar uyuduğu, yemek yapıp beraber yediğimiz, dışarı bisiklet sürmeye çıkmamız bir nebze normal gözükse de, hiçbir şey normal değildi. Ne ona ne de bana dair.
Bana hasta derken, benden daha hasta tavırlar sergilemesi kesinlikle hayatın bize sunduğu bir ironiydi.
O sabahın ilerleyen vakitlerinde, içeride televizyon izliyordum. Bulduğum Yaoi anime gerçekten güzel ve fantastik bir kurguya sahipti. Öyle ki, yaklaşık bir saattir izliyordum fakat gözümü hiç ayırmamıştım.
Kapının açılma sesini de duymamış olmalıyım ki içeri giren Taehyung'ı görünce oldukça şaşırmıştım.
Gece karası saçları dalgalıydı, giydiği boğazlı kazak ve pantolonuyla son derece şıkken, ben eşofman ve bol bir tişörtle öylece oturuyordum.
Yine de heyecanlı gözükmemeyi başardım, gayet sakin bir tavırla ona dönerek gülümsedim.
"Hoşgeldin."
Arkasından çıkardığı çiçeği merakla incelerken aklıma olmayacak düşünceler sarmıştı. Birden yüzüme fırlattığı gül buketi sonradan kucağıma düşerken şaşkındım. Boynumun ve yüzümün bir kısmının yandığını hissettim, sanırım tahriş olmuştu.
"Bunlar da ne böyle?"
Güldü, öyle korkunç gözüktü ki yerime daha da sinerken buketteki küçük zarfı elime aldım.
Küçük bir kağıda düzgün el yazısıyla yazılmış not gözüme çarptığında şaşkınlığım iki kat artmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PRAECEPS 'taegi'
Fiksi Penggemar-tamamlandı "Sen canımı çok yaktın benim, şimdiyse karşıma geçmiş beni sevdiğini söylüyorsun, öyle mi?" Bir evren. "Sus. Gerçekten sus Taehyung. Yoksa aldanırım." İçinde, Taehyung'un Yoongi'si. Bir yuva. İçinde, Yoongi'nin Taehyung'u. Etrafında çi...