---Nerede mutlu olduysa insan, hep o yöne çevirirdi kafasını. Mutluğu doruğunda yaşadığı o anı tekrar tekrar gözlerinin önüne getirip aptalca bir sırıtış bırakırdı yüzünde.
Yüzümde aptalca bir sırıtışla, kuru dallarıyla çıplak bir görüntüsü olan ağaca bakıyordum sürekli. Onunla geçirdiğim her saniye birer birer gözlerimin önüne doluşup kayboluyordu.
Mutlu hissetmiş, huzurla dolmuştum. Ruhumu boğan eller bir anda kayboluvermişti sanki. Zira onun gözleriyle buluştuğunda gözlerim, tüm tasalar anında yok olmuştu. Bir tek sıkıntı olarak çarpıntısı artan kalbim vardı. Göğüs kafesimi zorluyordu, ağrıtıyordu lakin kötü bir zorlama veyahut ağrı değildi bu.
Karşımdaki denizin berrak mavi suyunu çamura bulamış gibi bulanmıştı zihnim. Bir yanım bedenimdeki ve duygularımdaki bunca değişime bir cevap bulurken diğer yanım ilk defa bir arkadaşa sahip olduğumu ve duygularımı yanlış yorumladığımı söylüyordu. Onu düşman askeri değil de arkadaş olarak kabul etsem de eksik kalan bir şeyler vardı. Zira o eksik olan şeyin ne olduğunu fark etsem bile korkuyordum. Aykırı olmaktan, yanlış hissetmekten korkuyordum. İkimizin de erkek olması korkutuyordu beni.
Özlem duyduğum şeyler vardı. Şu yaşıma kadar hiç arkadaşım olmamıştı mesela. Arkadaşlığa özlem duyuyordum. Kasvetsiz bir gökyüzü görebilmek en büyük özlemimdi. Savaştan uzak, ferah bir dünyaya da özlemim büyüktü. Bu özlemlerimin en büyüklerine kucak açan da doktordu işte. Zira zihnimin ona olan hislerimi arkadaşlığa özlem diye adlandırdığı kısmın gerekçeleriydi bunlar. Lakin onu ilk kez gördüğümde gözlerindeki kasvetsiz hava beni içine hapsetmişti bile. Yüreğim o kasvetsiz gökyüzünü görebilmek için can atarken, çırpınırken arkadaş sıfatı da yanlış geliyordu.
Karmakarışık bir ip yumağına dönen düşüncelerimden dolayı başım ağrımaya başlamıştı. Sıkıntıyla bir nefes vererek ilerde ateşin başında toplanmış askerlerin yanına ilerledim usulca. Gözlerim halka oluştururmuş askerlerin üstünde turladıktan sonra onların konuşmalarına kulak kesildim. Savaş ortamını yumuşatmak adına ortada espiriler dönüyor, kimisi de evlerine döndüklerinde ne yapacaklarını anlatıyordu. Hepsi de gençti, hatta hepsi benden gençti. Bekleyen aileleri vardı. Belki de sevgilileri. Şuradaki askerlerden hiçbirinin sevgilisi erkek değildi mesela. Nerede görülmüştü, bir erkeğin bir erkekle sevgili olduğu. Ama önemi var mıydı ruhunu bağlayan, kalbine yer edinen birinin erkek veyahut kız olmasının?
"Asker." dedim sesimin otoriter çıkmasına dikkat ederek. Yanlarına ulaşmış, oluşturdukları halkayı ortalarından bozmuştum. Hepsi pür dikkat bana bakarken söyleyeceklerimi de bir yandan kafamda tartıyordum. "Bekleyen bir sevgiliniz var mı?"
Hepsi önce şaşkınlıkla bana baktı, sonra bir kahkaha koyverdiler. Onların kahkahalarına ben de eşlik etmeye çalışırken bir yandan da alacağım cevapların korkusunu yaşıyordum.
"Benim bir değil, üç tane var Teğmen. İnanın üç kişi tarafından sevilmek harika bir şey." Asker, kahkahalarının arasından konuşmaya çalışırken beni de bir hüzün kaplamıştı. Birkaç kişi tarafından sevilmek elbette güzel olmalıydı.
"Benim de var Teğmen. O kadar güzel ki. Bir sarı saçları var, beline kadar uzanıyor." Cümlesini tamamlar tamamlamaz bir noktaya takılı kaldı bakışları. Maziye daldı, belki de sevdiğini canlandırdı gözlerinin önünde.
"Beni bekleyen de sevgilim var elbette. Kıvırcık saçları, kabarık elbiseleriyle tam bir hanımefendi ve bir kraliçe. İsmini tahmin edin? Doğru cevap, Kraliçe Elizabeth." Hepsi kahkahalarla gülerken iyice yumuşayan ortamda sadece gülmeyen bendim. Çoğunun bekleyen sevgilisi kızdı. Birileri tarafından seviliyorlardı. Benim ise ne bir arkadaşım vardı ne de bir sevgilim. Umut'u seviyor muydum bilmiyordum lakin bir an evvel bu tuhaf düşüncelerden arındırmalıydım zihnimi. Zira kendimi aykırı hisseden tarafım şu anda devreye girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT |bxb|
Teen FictionTamamlandı! Düzenleniyor. --- "Gökyüzünü sorsalar gözlerinin güzelliğini anlatırım." --- Gelin sizi 1915'e götüreyim. Ellerinize silahlar yerine papatyalar yerleştireyim. Eşcinsel konulu hikayedir. Homofobikler bi gıdım yanaşmayın.