Sarsam, saklasam seni.

4.1K 341 587
                                    

Bu bölüm, ayıplı şeyler içermektedir dnjdksndn

---

Aşk sarhoşuydum. Savaşı tamamiyle unutmuştum. Cephede yaşananlara o kadar uzaktım ki sanki aşk, tek nefeste içine çekip beni hapsetmişti.

Buraya gelme amacım olan savaş, aşkı tattırmıştı bana. Kasvetli havasından dolayı özlem duyduğum gökyüzüne sahip olmuştum. Şu yaşıma kadar öğrenemediğim sevgiyi burada bulmuştum. Bir de sorumluluk almıştım en güzelinden. Baba olmuştum mesela. Şimdi de baba olmanın sorumluluğuyla Sayem'in beğenmediği iki yanından örülmüş saçlarını açmış, ellerimle tarayıp papatyalardan taç yapıyordum.

"Umut, bak bakalım güzel olmuş mu?" diye sordum ağacımızın gövdesine yaslanırken. Sayem, o kadar zor beğeniyordu ki birkaç defa saçlarını bozup yapmıştım.

"Çok güzel olmuş. Tıpkı prensesler gibi." Dedi, sevgilim gülümseyerek. Sayem de gülümseyip utanarak başını eğdi. Umut ve kızımızın bu haline kocaman gülümserken Sayem, yanağıma hafif bir öpücük kondurmuştu.

"Teşekkür ederim," dedi kendi dillerinde. Anlamadığım için kaşlarımı çatarak Umut'a baktım. "Teşekkür ediyor." diye açıklama yaptı. Başımı sallayıp ben de uzun, sarı saçlarına uzunca bir öpücük bıraktım. Bakışlarımı sevgilime çıkardığımda o da bize, benim az önce baktığım gibi kocaman gülümseyerek bakıyordu. Kızımız ise aniden dudaklarını büzüştürüp yüzünü asmıştı.

"Ne oldu prenses?" diye sordu Umut. Ben, dillerine hakim olamadığım için pek iletişim kuramıyordum. Sayem, işaret parmağını uzatıp Umut'un bacağını gösterdiğinde burukça gülümsedim. Pişmanlık ve vicdan azabı içime yerleşirken utançla başımı eğmekten başka bir şey yapamadım. Gözlerinin önünde babası ölmüştü, etrafında insanlar ölüyordu. Her ne kadar Umut, onu etkilenmesin diye çadırdan pek çıkarmasa da anlıyordu çocuk. Umut'un da söylediği gibi savaş çocuğuydu. Ve bu, onun için çok ağırdı.

"Sayem'i çadıra götürüp geliyorum Thomas." dedi sevgilim, düşüncelerimi bölüp bakışlarımı ona çevirmemi sağlayarak. Gözlerimi onay verircesine kapatıp açtığımda gülümseyerek ayağa kalktılar. Sayem, Umut'un elini sımsıkı kavrayıp koluna girmişti. Yaralı bacağından dolayı destek olabilecekmiş gibi girdiği kolunu zorlanarak çekiştiriyordu. Onların bu sevimli hallerini ben de arkalarından gülümseyerek izliyordum.

Onların ardından Çavuş, koşuşturmayla yanıma geliyordu. Nitekim çavuşu ne zaman bir yere giderken görsem sürekli bir koşuşturma halindeydi. "Yine neden koşuyorsun çavuş?"

Dizlerini büküp ellerini yerleştirdiğinde hızlı hızlı soluk alıp veriyordu. "Yüzbaşı, acilen sizi görmek istediğini söyledi." Kesik nefeslerinin arasına kelimeleri serpiştirip nihayetinde cümle kurmayı başarabilmişti. "Siper kazıyorlar şimdi. İlerdeler." diyerek eliyle de gösteriyordu.

"Tamam," dedim kuru bir sesle.

"Teğmen," dedi çavuş fısıltıyla. Biraz çekiniyor gibiydi. "Bir şey soracağım ama," kaşlarım havalanıp cümlesinin devamını merakla bekliyordum. "Türk doktor, sizin için önemli mi? İsmini sayıklayıp ağlıyordunuz." Gözlerini kısmış ifadelerime anlam yüklemeye çalışıyordu.

"Çavuş," dedim alayla gülümseyerek. "Seni hiç ilgilendirdiğini düşünmüyorum. İşine bak." Çavuştan Umut'umu dövdükleri için hırsımı alamamıştım lakin, ona üzülmüştüm de. Geçmişini özetle anlattığında hem o hüzünle dolmuş hem de beni bir kasvet sarmıştı.

"Afedersiniz." diyip koşarak ayrıldı yanımdan. Ben de yüzbaşının yanına doğru yürümeye başladım. Ağacımızın içinde bulunduğu ormanlık alan, savaş yerinden uzaktaydı. Adımlarımı sıklaştırıp siper kazılan yere, Umut'u neredeyse kaybettiğim yere, aceleyle yürümeye devam ediyordum.

UMUT |bxb|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin