-10-

2.4K 127 40
                                    

Son çağrı. Türk hava yollarının tk 143 sefer sayılı Fransa uçağı kalkış için hazırdır.

Acayip derece de acı. Kız havaalanındadır. Tam uçağa biniyordur ki çocuk onu bulur ve kolundan çeker. Sonra koskoca havaalanının ortasında öpüşmeye başlarlar. Gerisi mercimek fırında pişmeye hazır. Ama benim ne kolumdan çekebilecek bir çocuk ne de havaalanında beni öpmeye kalkışıp benim ''Höst lan.'' Diyebileceğim biri var. El mecbur boynu bükük bir şekilde Fransa uçağına doğru gidiyordum. Feza ile son bir kez öpüşüp koklaştıktan sonra uçağı bindim. Evet, uçağa bindim ama beni durduran bir hacker olmadı. Zaten uçak çoktan hareket etmişti. Elimde olsa ''Abi müsait bir yerde indirir misin ? '' derdim ama burada müsait bir yer olduğunu sanmıyordum. Bir süre sonra camdan bulutlara baka baka ağlamaya başladım. Sanki buradan sonsuza denk ayrılıyormuşum, her şeyi burada bırakıyormuşum gibi hissediyordum. Sanki her şeyi burada bırakmıştım ve elimde sadece bu duruma gelmemize neden olan bilgisayar vardı. Zaten ne geldiyse başımıza bu bilgisayardan dolayı gelmişti. Son konuşmamı yapacak ve bilgisayarı uçaktan indiğimde atacaktım.

Ve finish. Uçaktan inmiş havaalanında babamın gönderdiği özel arabanın gelmesini bekliyordum. Bu sırada bilgisayarımı alıp bir banka oturdum ve konuşmaya başladım :

''Seni suçluyorum. Her şey için. Bu hale düşmeme sebep sensin. Ne olur yani başkasının bilgisayarına girseydin. Bende seni bulmaya çalışmasaydım. Haberin olsun bilgisayarı atıyorum. Artık hackerım falan değilsin. Hiçbir şeyim değilsin. Zaten olmamıştın da. Sen sadece milletin bilgisayarına yasa dışı giren birisin. Seni unutabilir miyim bilemiyorum.''

Konuşmama devam edeceğim sırada lafım hackerın sesiyle kesildi :

''Unutamazsın. ''

''Hala ukalasın. ''

Bilgisayarın kamerasına doğru son bir kez gülümseyip bilgisayarı havaalanının çöp kutusuna attım. İşte bu macera da burada sona erdi. İçimde hafifte olsa bir boşluk olsa da fazla takılmadım. Sonuçta benim için bir anlam ifade etmiyordu. Yani, en azından etmemesi gerekiyordu.

5-10 dakika daha bekledikten sonra arabaya bindim ve buradaki evimize doğru yola çıktım. Eve giderken birkaç defa Feza'yı aramıştım ama açan olmamıştı. Bende işi vardır diye aramayı kestim ve telefonumu kapattım.

Welcome to the yeni ev. Welcome to the sıkıcı hayat.

Türkiye'den Fransa'ya geleli tam bir hafta olmuştu. Koca bir hafta. Ve ben bu hafta içinde Feza ile sadece bir kere konuşmuştum ve onda da konuşma aynen şöyle geçmişti.

''Naber kankaların en mükemmeli ? ''

''İyidir. Senden naber ? ''

''Benden de iyi. Ee ne yapıyorsun ? ''

''Hiçbir şey. Sen ? ''

''Ne yapayım buraya alışmaya çalıyorum. Seni çok özledim. Feza ya ağlayacağım şimdi of. Beni seni görmek istiyorum. Line'dan falan görüntülü görüşelim. Ya da yeni bilgisayar aldım. Skype'dan da görüşebiliriz. ''

''İşim var şimdi. Sonra. Kapatmam gerek hoşça kal. ''

O sonra kelimesini tam üç gündür bekliyorum. Arıyorum. Ya telefon meşgul oluyor ya da çalıyor açan olmuyor. Feza'nın konuşması o kadar çok soğuktu ki Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası bile insanı bu kadar üşütemezdi. Belki bir sorunu vardır ama ne ? O kadar çaresizdim ki. Arkadaşımın yanında olamıyordum, derdinin ne olduğunu bilmiyordum. Sanki günden güne eriyordum. Anne ve babam beni burada çok daha iyi yeni arkadaşlıklar edineceğimi söylüyor, ve her ne kadar bizde şaşırsak da Feza'nın beni unuttuğunu söylüyorlardı. Biliyorum , onun bir derdi vardı. Kalbim her ne kadar bu sorunu öne sürse de aklım sorunu olsa neden sana söylemesin ki diye mantıklı bir cevap veriyor ve beni daha da çok çıkmaza sokuyordu. Zaten günlerden beni kendimi zavallı cümlelerle avutuyordum. Bir süre sonra zavallı cümlelerim bile pes etmişti.

HACKERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin