"Günümüz"
Yastığı başıma bastırıp yatağın içine iyice gömüldüm ve yorganın altından bağırdım. "Yan dairedeyken daha az sinir bozucuydun,"
"Yan dairede seni hastalığından kurtaramazdım," dedi yüksek müziğin bastırdığı sesiyle. Kafamı yorganın altından çıkardım.
Son bir haftadır beraber yaşıyorduk. Yani, kelimenin tam anlamıyla beraber. Çift kişilik koltuğumu kendine yatak yapmıştı. Hatta beni daha iyi görebilmek için koltuğu tersine çevirmişti. Kendi dairesinden yastığıyla yorganını bile getirmişti. Bunun benim hastalığımla ilgili olduğunu ve benimle ilgilenmesi gerektiğini bulduğu her fırsatta yüzüme vurmaktan da çekinmiyordu. Ama artık iyileşmiştim, gitmesi gerekiyordu. Fakat ne yaparsam yapayım gitmiyordu.
Koşu bandımda günlük sporumu yapıyordum çünkü geçtiğimiz günlerde büyük zorluklarla kendimi biraz da olsa güçlendirmeyi başarmıştım. Bunu kaybetmeyi istemiyordum. Ben koşumu bitirdiğimde o da kendi sporunu yapıyordu ve söylemem lazım, görmeye değer bir şeydi.
Bir gün yatağıma getirdiği çorbamı içiyordum, o da kendine yaptığı tavuklu makarnayı yatağıma bağdaş kurmuş yiyordu. "Beni ilk bulduğunda yanında başka biri var mıydı Demir?" diye sordum.
Bir anlığına, sadece bir anlığına çiğnemeyi bıraktı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yemeğe devam etti. Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra, "Hayır, neden?" diye sordu.
Yüzüne yalan söylediğine dair herhangi bir şey bulmak için dikkatle baktım, ama hiçbir şey bulamadım. "Hiç, öyleymiş gibi geldi de. Sanki başka birinin daha sesini duymuştum gibi hatırladım." Dedim.
Yataktan kalkıp lavaboya doğru ilerledi. Makarnasını bitirmemişti bile. "Çok ateşin vardı. Muhtemelen havale geçiriyordun. Hayal gördün herhalde," dedi. Sonra da bana bakıp gülümsedi. Her zamanki neşeli gülümsemelerinden değildi. Bir şey söylemek için ağzımı açtım fakat telefonu çaldı.
Telefon ekranına bakıp okkalı bir küfür savurduktan sonra, "Hemen dönerim, bir şeye ihtiyacın olursa dairemdeyim," deyip alelacele evden çıktı. Kapıyı kapamadan önce, "Beni aramaman konusunda seni uyarmıştım," dediğini duydum. Bu merakımı cezbetse de özeline burnumu sokmayacaktım. Neydik ki biz zaten? Arkadaş mı oluyorduk? Evet, hastayım diye benimle ilgilenmişti ama tamamen iyileştiğimi düşündüğünde ne olacaktı? Gidecekti ve muhtemelen kapının önünde karşılaştığımızda birbirimize başımızla selam vermekten öteye geçmeyen o komşulardan olacaktık. Bunları düşünürken gerçeklik kafama tüm gücüyle bir tokat geçirdi.
Bu sonsuza kadar sürmeyecekti. Bir noktada bitecekti ve ben neredeyse buna kendimi alıştırmaya başlamıştım. Sanki Demir bütün hayatı boyunca benimle ilgilenecekti ve ben buna izin verecektim. Aslında birinin benimle ilgilenmesine ne kadar ihtiyacım olduğunu fark etmemiştim bile. Ama bu mükemmel hissettirmişti. Kendimi uzun süredir hiç olmadığı kadar mutlu, güvende ve huzurlu hissetmiştim.
Evet, Caner yine de günde birkaç defa aklıma geliyordu. Bunu inkâr edemezdim. Ama en azından eskisi gibi bütün gün dairemde tek başıma oturup geçmişte hayatımda olan herkesten ve yaşadıklarımdan dolayı kendi kendime öfke duymuyordum.
Yataktan bacaklarımı sarkıtıp arkamdaki duvara baktım. Yakın zamanda dönecek gibi durmuyordu. Elimdeki boş çorba kâsesini ve Demir'in lavaboda bıraktığı makarna tabağını yıkamak için lavaboya doğru ilerledim. Yan daireden gelen sesi duyduğumda aldığım nefesim ciğerlerimde kalıverdi.
Demir bir şeyleri fırlatmıştı ve şimdi de avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Hayır dedim! Bizden uzak duracaksınız! Bunu tekrar mahvetmenize izin vermeyeceğim! Hepinizi ortadan kaldırırım duydunuz mu beni? Tek bir parçanızı bile bulamazlar!" Bir şey tekrar duvara çarptı ve ortalık sessizliğe gömüldü.
Yanına gitmeli miydim? Kâseyi tezgâha bıraktım ve dudaklarımı kemirmeye başladım. Çok sinirliydi. Bana zarar verir miydi? Ya kendine zarar verdiyse? Yaşadığım şeyler karşımdakini düşünmek yerine ilk önce kendi can sağlığımı düşünmeye itiyordu beni. Fark etmeden sağ kolumu tuttum. Belki de kapısını tıklatıp iyi olup olmadığını sormalıydım. Sonuçta bir haftadır hastalığımla uğraşıyordu. Bir bakıma ona bunu borçluydum.
Çoraplarımla koridora çıktım ve yandaki kapıyı çaldım. Bir iki dakika içeriden ses gelmedi, sonra kapının açılma sesini duydum. Demir'in yeşil gözleri öfkeyle kızarmıştı. "Şey... Ben iyi misin diye..." cümlemi bitiremeden kolumdan tutup beni dairesinin içine çekti ve o an önemli olan tek şey benmişim gibi beni göğsüne bastırdı. Ona izin verdim. İnsanlar öfkeli olduklarında sakinleşmek için bazen böyle şeylere ihtiyaç duyabiliyorlardı. Onun kollarındayken en son birine sarılalı ne kadar olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
Ne kadar süre öylece durduk bilmiyorum ama beni bıraktığında çevreme bakma şansı yakaladım.
Stüdyo dairenin tam ortasında kocaman bir yatak vardı. Yani, kocaman derken, baya kocaman demek istiyorum. Gri beyaz çarşaflar kırışmıştı, üzerinde yorgan ya da yastık yoktu çünkü onları benim daireme getirmişti. Dairenin bir duvarı baştanbaşa camlarla kaplıydı ve etrafı tuğlayla çevriliydi. Önündeyse kocaman beyaz bir kanepe vardı. Benim dairemde böyle bir şey yoktu, özellikle yaptırmış olmalıydı. Benimle paylaştığı duvarda kocaman bir televizyon ve ses sistemi vardı. Bütün çilelerimin sebebi bu sistem olmalıydı. Televizyonun asılı olduğu yerin hemen yanında duvarda açılmış bir delik ve yerde kırık telefon parçaları vardı. Biraz önceki ses bundan gelmiş olmalıydı.
Sandalyelerden biri yerde paramparçaydı. Mutfak masası benimkinden genişti ve parçalanan sandalyeyle birlikte altı tane sandalye saydım. Duvarlarda çeşitli büyüklükte raflar ve rafların hepsinde kitaplar vardı. Odanın bir köşesinde benimki gibi ufak bir kutu vardı, burası banyosu olmalıydı.
Etrafı incelemeyi bitirdiğimde Demir'e döndüm. Dikkatle beni inceliyordu. Korkmuş bir hayvan gibiydi, sormamı bekliyordu. "Evin benimkinden güzelmiş," dedim küçük bir gülümsemeyle. Neden kendini kaybettiğini sormayacaktım. Onu anlayabiliyordum. Kendisini hazır hissedip anlatana kadar ya da anlatmak isteyene kadar bekleyecektim.
Dudakları aralandı ve nefesini yavaşça verdi. "Aynen, senin evin çok sefil," dedi yapmacık bir gülümsemeyle. Omuzları gevşedi. Rahatladığını görebiliyordum. İkimiz de öylece ayakta dikilip birbirimize baktık. Elimle kapıyı gösterdim, "Yalnız kalmak istersen..."
Derhal karşı çıktı, "Hayır, hayır. Burayı toplayıp yanına geleceğim. Hemen geleceğim. Yalnız kalmak istemiyorum. Yalnız kalırsam kanepeyi pencereden dışarı atacakmışım gibi hissediyorum." Dedi. Sessizce başımı sallayıp kapıya yöneldim.
"Sana sıcak çikolata yapacağım, soğumadan gelsen iyi edersin." dedim neşeli bir sesle. Sıcak çikolatayı seviyordu. Günde en az üç tane içiyordu. O kadar çok sıcak çikolata içmesine rağmen nasıl böyle fit bir vücudu vardı bilmiyordum ama buna kafa yormayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet (Tamamlandı)
General Fiction25.03.2019 Derin 25 yaşında hayatta yaşanabilecek en zor şeyleri yaşamış ve ölmemiş olsa bile yaşamını tamamen bitme noktasına getirmiş bir kadındır. Yan dairesine taşınan yeni bir yabancı ise 3 yılda kurduğu düzeni tamamen değiştirecektir. Yazar No...