(Medyada arabada çalan şarkı var.)
"Günümüz"
"If teardrops could be bottled, There'd be swimming pools filled by models"
Belki de dünyanın en hüzünlü şarkısına gözlerimi açmaya çalışıyordum ama tamamen başarısız oluyordum. Arabada uyumanın üzerimde hep böyle bir etkisi olurdu. Uyanmakta güçlük çekerdim.
Hala arabadaydık, motor sesinden hala yolda olduğumuzu anlayabiliyordum. Ama gözlerimi açmakta o kadar güçlük çekiyordum ki. Arabanın içi sıcak olmasına rağmen üşüyordum. Üzerimde bir ağırlık vardı. Demir yanımda sessizce şarkıya eşlik ediyordu. Kendimi o kadar huzurlu hissediyordum ki kıpırdarsam bütün hava bozulacakmış gibi geliyordu. İç geçirip kollarımı esnettim ve gözlerimi açtım. Demir'e doğru dönmüştüm. Koltuğum yatıktı. Bana bakıp gülümsedi.
"Neredeyse uyuyakalıyordum," dedi yorgun gözlerle bana bakarken. Hemen yerimden kalkıp koltuğumu dikleştirdim. Gözlerim ışığa alışırken etrafıma bakındım.
"Özür dilerim, berbat bir yol arkadaşıyım. Neredeyiz?" İçim titriyordu. Demir üzerime montunu örtmüştü. Montu çeneme kadar çekerken çaktırmadan kokusunu içime çektim. Allah'ım muhteşem kokuyordu. Esnedim.
"Bir saat kadar uzaktayız," dedi esneyerek. "Kahve alacağım, uyanmanı bekliyordum. Şaka yapmıyorum, gerçekten çok uykum var," kafasını iki yana sallayarak gözlerini kırpıştırdı. Koluna vurdum.
"Bunu sen istedin, sakın uyuma!"
"Bütün gece sorun yoktu ama sabah serinliği çok kötü çarptı," dedi bir yandan gülerken. Uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyordum ki arabayı bir kahve dükkânının otoparkına soktu. Arabadan inip zıplamaya başladı.
"Allah'ım bacaklarım tutmuyor!" arabadan inmeden önce arkadan montumu alıp yanına gittim. Montunu ona uzattım.
"Abartıyorsun bence," dedim ama benim bacaklarım da uyuşmuştu ve fena şekilde lavaboya gitmem gerekiyordu. "Sen kahveleri kap, benim altıma yapmadan tuvalete gitmem gerek," dedim montumu üzerime geçirirken. Lavaboya koşturdum. Hangi şehirde olduğumuzu bile bilmiyordum ama hava feci şekilde soğuktu ve etrafta kar vardı. Koşarken birkaç defa düşme tehlikesi geçirsem de umursamadım. Bu yolda kafamı kırmaya razıydım. Patlayacak gibi hissediyordum.
İşimi halledip çıktıktan sonra dükkânın içine girdim ve etrafıma bakındım. İçerisi neredeyse boştu. Bizim dışımızda bir adam köşedeki masalardan birine çökmüş kahvesini içiyordu. O da yolculuk yapıyor olmalıydı. Dükkândan dışarı baktığımda Demir'i dışardaki masalarda oturup telefonla konuşurken gördüm ve kapıya yöneldim. Kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. Alelacele telefonu kapatıp kahvesinden bir yudum aldı.
Yanında dikilip benim olan karton kahve bardağını elime aldım. Sıcacıktı. Kokusu mükemmel geliyordu.
"Otursana," omuzlarımı silktim.
"Saatlerdir arabanın içinde oturuyoruz zaten, bacaklarım açılsın biraz," dedim. Ayakta durduğum yerde kıpırdanıp duruyordum.
"Haklısın," deyip ayağa kalktı ve benimle birlikte kahvesini yudumlarken ayakta dikilmeye başladı. Kahvemden bir yudum aldım.
"Neredeyiz bu arada?" dedim.
"Seni büyüdüğüm eve götürüyorum," dedi büyük bir sırıtmayla. "Yılın bu zamanları etrafta pek kimse olmaz. Hava soğuk ve insanlar da artık sobayla uğraşmak istemiyorlar. Bu yüzden çoğu kişi kışları şehir merkezine gidip yazları bu evlere geri dönüyorlar," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet (Tamamlandı)
Genel Kurgu25.03.2019 Derin 25 yaşında hayatta yaşanabilecek en zor şeyleri yaşamış ve ölmemiş olsa bile yaşamını tamamen bitme noktasına getirmiş bir kadındır. Yan dairesine taşınan yeni bir yabancı ise 3 yılda kurduğu düzeni tamamen değiştirecektir. Yazar No...