"Üç Yıl Önce"
"Ne istiyorsunuz benden? Düşün yakamdan artık! Benim acım bana yetiyor zaten!"
Sonunda dizlerimin üzerine çöküp yere kapaklandığımda dayanamayacak noktaya gelmiştim. Hastaneden taburcu olalı 1 hafta bile olmamıştı. Evime gidemiyordum çünkü annem yaşadığım travmanın başrolünü sevgilisi olarak getirip evine yerleştirmişti. Utancımdan değil, tiksintimden o adamın yüzüne bakmaya dayanamıyordum.
Caner'i toprağın altına koyalı 2 hafta olmuştu ve ben cenazeye katılamamıştım bile. Cesaretsizliğimden ya da orada bulunmamam gerektiğini düşündüğümden değil. Sırf Aslı Hanım beni görünce çileden çıkmasın diye cenazenin ne zaman olacağını bir sır gibi saklamışlardı benden.
Hastaneden çıktıktan sonra ilk işim Caner'in mezarını ziyaret etmek olmuştu.
Ne kadar yıkanırsam yıkanayım, istersem kendimi çamaşır suyuna batırıp çıkarayım, yine de yüzümdeki sıcak kanın hissi kendini hissettiriyordu. Aynaya baktığımda kirpik diplerimde kurumuş kan kalıntıları görüyordum sanki. Nereye tutunursam tutunayım ellerim kaygan kanla kaplı gibiydi.
Gözlerimle kendine yaptığını görsem ve kelimenin tam anlamıyla hissetsem bile öldüğünü tam olarak görmemiştim. Mantıklı bir insan olduğumu düşünmek istiyordum. Gözlerimle son nefesini görmemiş olsam da o çeşit bir yaralanmadan sonra kurtulamayacağını ve sonunun ölüm olduğunu çok net bir şekilde biliyordum.
Yine de etrafımdakilere sormak istemiştim.
Etrafımdakilere aşık olduğum üvey kardeşimin kurtarılıp kurtarılamadığını sormak istemiştim.
Aslında düşününce Aslı Hanımdan yediğim tokadın ve, "Oğlumu sen öldürdün," nidalarının benim için çok açık bir cevap olduğunu biliyordum. Ama tek istediğim, bana kızgın olmayan, Caner'i benim öldürdüğümü düşünmeyen birinden, "Evet, o öldü." Cümlesini duymaktı.
Yine de etrafımdakilere sormamıştım.
Mezarlık görevlisi kolumdaki sargıya ve gözaltlarımdaki morluklara bir süre şüpheyle baktıktan sonra beni Caner'in yeni kapatılmış mezarına götürdü.
Henüz bir mezar taşı bile yoktu. Toprak, zemine göre yüksekti ve yüksek toprağın etrafında taşlar vardı. Bir süre Caner'in mezarı olduğu iddia edilen yere baktım.
"Buranın Caner Çetin'in mezarı olduğuna emin misiniz?"
Adam bıkkın bir ifadeyle başını olumlu anlamda salladı. Kolumdaki sargıya kaçamak bakışlar attığını görebiliyordum. Buraya gırtlağı kesilmiş bir adam gömülmüştü ve onu ziyarete kolu kanlı sargı beziyle sarılı bitik bir kız geliyordu. Ben olsam, ben de şüphelenirdim.
"2 hafta oluyor gömüleli," dedi adam sıkkın bir sesle.
"Teşekkür ederim, ben biraz burada kalacağım." Adam mesajı almıştı. Ayaklarını sürüyerek bizi yalnız bıraktı ve mezarların arasında gözden kayboldu.
Mezarın önünde ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemez bir halde dikiliyordum. Zaten neden gelmiştim ki buraya?
"Gerçekten öldüğünün kanıtını görmek için," dedi kafamdaki hastalıklı bir ses. Gözümden bir damla yaş akarken onun gerçekten ölmüş olduğu gerçeği içimdeki bir yerlere battı. O kadar ağır bir acıydı ki bu fiziksel olmamasına rağmen yumruğumu göğsüme bastırıp onu oradan sökmek istedim. Göğüs kafesimi açıp bu duyguyu oradan ellerimle çıkarmak istedim.
Yağmur yağmaya başladığında gözümü bile kırpmadım. Sadece hipnoz olmuş gibi yeni doldurulmuş mezara bakıyordum. Kafamdaki düşünceler beni ölümüne korkutuyordu. Sanırım deliriyordum.
Bir an için toprağı ellerimle kazıp onu oradan çıkarmak istedim. Sanki onu oraya canlı canlı gömmüşlerdi. O orada olmamalıydı. Toprağın altında kim bilir ne kadar da sıkılmıştı.
Yağmurdan dolayı mı yoksa gözyaşlarımdan dolayı mı bilemiyordum ama hiçbir şey göremiyordum. Gözlerimi açık tutup mezara bakmaya çalışıyordum. Nefes almaya çalışıyordum. Bana ettiği son kelimeleri hatırlamaya çalışıyordum.
Aslında onları çok net hatırlıyordum.
Sesi kafamda yankılanıyordu.
Kulaklarımı ellerimle kapatıp duymamaya çalıştım. Ama sorun kulaklarımda bile değildi.
Sorun kafamdaydı.
Kesinlikle çıldırıyordum.
"İşte şimdi gerçekten de kardeş olduk," demişti.
Boğazımdaki ağrıyı hissedene kadar bağıra bağıra ağladığımı fark etmemiştim bile. "Neden yaptın bunu! Neden?! Neden yaşayamadın?! Bizim suçumuz neydi ki?!"
"Senin suçun en başta benim oğlumun hayatına girmekti," dedi arkamdan buz gibi bir ses. Arkama dönmeme gerek bile yoktu. Bu kadının yüzünü görmekten bıkmıştım artık. Nereye dönsem karşıma çıkıyordu.
"Caner'in hayatında yerin yoktu, ama sen sırf parası için ona yapıştın. Benim oğlum toprağın altında yatarken sen nefes alıyorsun. Midemi bulandırıyorsun. Ölmesi gereken sendin. Ama onun ölmesine sebep olup hala yaşamaya devam ediyorsun."
"Ne istiyorsunuz benden? Düşün yakamdan artık! Benim acım bana yetiyor zaten!"
Sonunda dizlerimin üzerine çöküp yere kapaklandığımda dayanamayacak noktaya gelmiştim. Usturalar, jiletler, kurşunlar insanın canını alabilirdi, evet. Ama kelimeler de insanı öldürebilirdi pekala.
Bu kadın her defasında karşıma çıkıp oğlunun ölümüne benim sebep olduğumu söylediğinde bir parçam ölüyordu. İşin kötüsü, başka bir parçam bu kadının acımasız suçlamalarını kabul ediyordu.
Sıla'yla o gün o kafeye gitmeyebilirdim. Gitsem bile Caner gibi tek kelime iletişime geçmeden telefonumla ilgilenebilirdim. Onlarla o göl evine gitmeyebilirdim. Göl evinde kendimi odama kapatıp kimseyle muhatap olmayabilirdim.
Allah kahretsin, ondan uzak durabilirdim.
O zaman bunların hiç birisi yaşanmamış olurdu.
Birbirimize bu iğrençlikten habersizce aşık olmazdık.
Birbirimize sarılıp uyumazdık.
Dudaklarım...
Dizlerimin üzerinde, çamurun içinde ağlarken Aslı Hanım başımın arkasından bastırarak yüzümü yeni doldurulmuş mezara gömdü.
"Ne istiyorum biliyor musun? Caner'in yerine senin ölü olmanı istiyorum. Allah biliyor ya, senin canını alıp bana oğlumu geri verecekse razıyım buna. Toprağın altında olmak nasılmış Derin Hanım?! Nefes almaya çalış, alabilecek misin? Ölmek nasılmış, biraz da sen hisset!"
Ölmek istemiyordum. Tamam, çoğu zaman ölmek istiyordum ama ölmek istemiyordum. Bu şekilde değil. Aşık olduğum adam canımı almaya çalışmıştı zaten bir kere. Şimdi de annesi aynı şeyi deniyordu. Ardı arkası kesilmeyen yağmurun altında üvey kardeşimin mezarının üzerinde toprakla boğulmak üzereydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Hayalet (Tamamlandı)
General Fiction25.03.2019 Derin 25 yaşında hayatta yaşanabilecek en zor şeyleri yaşamış ve ölmemiş olsa bile yaşamını tamamen bitme noktasına getirmiş bir kadındır. Yan dairesine taşınan yeni bir yabancı ise 3 yılda kurduğu düzeni tamamen değiştirecektir. Yazar No...