ŞEHRİN GÖLGESİNDE
《○20. BÖLÜM: YÜK○》
"Hayır," diyerek yanıma doğru yaklaşan Mir, tam arkama geçti ve kollarını iki yanımdan uzatarak avucumun içinde emanet duran silahı ellerimin üzerinden kavradı. Ellerim silahla beraber avucunun içinde adeta kaybolmuştu. "Bir elinle silahı tutarken diğer elinle de bileğine destek vermek zorundasın yoksa silahı ateşlediğin an seni geriye atar."
Yavaş yavaş başımı sallarken silahı doğru bir şekilde nasıl tutulmasını gerektiğini gösterdi. Parmaklarımı oynatarak doğru yerlere yerleştirdi ve kısa süre içerisinde geri çekildi. Kafası ile önüme hedef olarak koyduğu şişeyi işaret etti.
Derin bir nefes alıp verdim ve silahın emniyetini indirdim. O, duymam gereken sesi duymamla bir ayağımı öne doğru uzatıp dengemi sağladım. "Çok güzel." dedi, Mir onaylarcasına. "Şimdi omuzlarını da serbest bırak, kasma kendini."
Tekrar derin bir nefes alıp verirken dediğini yaptım. Vücudumu son derece serbest bırakırken namluyu hedefe doğru sabitledim, parmağımı tetiğe koydum ve direkt önümdeki şişeye doğru ateşledim. Hedefi tam on ikiden vurmayı beklerken mermi yanından geçti ve hiçbir şey olmadı. Sıkıntıyla silahı indirdim.
Mir yanıma gelerek silahı elimden aldı ve yeniden emniyetini açarak önlemini aldı. Her ihtimale karşı önlem almaktan vazgeçmiyordu, sonuçta ben acemiydim ve elimizdeki silah bir oyuncak değildi. Yanlış bir hamle ile can bile alabilirdi.
"Hemen pes etmek yok." dedi, Mir silahı yeniden bana uzatırken. "Hedefi doğru açıdan almıyorsun."
Dik dik ona baktım. "Geometri çözmüyoruz."
Kaşları havaya kalktı. "Pek bir farkı yok." Namlunun üzerine vurdu. "Eş kenar bir üçgen düşün, tam ortasına hedefi koyarsan on ikiden vurursun." demesiyle şaka mı yapıyor yoksa ciddi mi diye bir süre onu inceledim, son derece ciddiydi. Gerçi Mir ne zaman şaka yapıyordu ki?
Buraya geleli bir hafta olmuştu. Sıkıntıdan patlamak istemiyorum dediğim günün ertesi günü Akın adeta askeri eğitime tabii tutmuş, şafak baskınına gidermiş gibi sabahın beşinde daha güneş doğmadan kalkıyor bir saat koşu yapıyorduk. Ardından sağlıklı bir kahve rutini başlıyordu ve daha karnımı doyurmaya fırsatım kalmadan Yek tepemde beliriyor, dersimiz var diyerek beni çekiştiriyordu. Resmen sevgilim, ders adı altında beni dövüyordu ve ben de sinirlenip ciddi anlamda kafa göz dalıyordum. Sonra gülüyor, bir ağacın altına oturuyor ve bir saat sohbet ederek zaman geçiriyorduk. Günün tek güzel saati o an olabilirdi çünkü çok geçmeden Mir yanımıza geliyor, beraber öğlen yemeği hazırlıyorduk ve yemekten hemen sonra onunla ders yapıyorduk. Güneş batarken benim de yaşam enerjim batıyordu fakat Akın ondan önce uyutmak yerine hep beraber oturmamızı istiyordu. Böylelikle sıkılmamın önüne geçiyordu! Harika!
Keşke dilim kopsaydı da o an böyle bir cümle kurmasaydım. Keşke...
"Tekrar." dedi, Mir elime silahı tutuşturup geri çekilirken. Bir an, bulunduğumuz yerden soyutlanmıştım ve boş bakışlarım etrafta dolandı. En sonunda yaptığımız şeyin farkına vararak başımı salladım.
Eşkenar üçgeni hayal ederek namlunun ucuna diktim bakışlarımı ve hedefi ortaladım. Emniyeti tekrar açtım, bir ayağımı öne atarak destek aldım ve silahı tuttuğum elimin bileğine diğer elimle destek vererek doğru pozisyonu aldım. Parmağımı tetiğe koydum ve bir an bile düşünmeden ateşledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehrin Gölgesinde
ChickLitBir şehir düşünün; bütün bildiğiniz kuralların yok olduğunu. Bambaşka bir dünya, bütün kuralları yıkan ve başkaldırışın sembolü olan Yankı Şehri; hayatının en büyük darbesini yiyen genç kıza yuva olur. Gerçi yuva olan şehrin gölgesindeki bilinmezlik...