28. BÖLÜM: GERÇEKLERİN YÜZE VURULMASI

3.9K 173 31
                                    

ŞEHRİN GÖLGESİNDE

《○28. BÖLÜM: GERÇEKLERİN YÜZE VURULMASI○》

Bir kalp kırıldığı zaman bunun sorumlusu tek bir kişiye mi aitti yoksa aslında birden fazla kişinin neden olduğu bir olay mıydı? Şahsen olaya hangi açıdan baktığımıza göre değişirdi.

Her şeyden kaçıp tek bir kişiyi suçlamak her zaman en kolay yoldur, böyle olunca da karşınızdaki kişinin sizi kırdığı için yakınmaya başlarız. Kalbimiz kırık, gözlerimizde yaşlar ve yıkılan güven duygumuz ile baş başa kalırız. Kimisi etrafa saldırır ve daha da enkaz yaratırken kimiside kendi içine gömülerek sessizliği kendine kalkan yapardı.

Bazı kişiler ise kırıldığı zaman durur, etraftan önce kendine bakar ve kendi hataları sonucu çıkan sorunların onu kırdığını görürdü. Tek suçlu tabii ki kendisi değildi lâkin karşısındaki kişi de tek değildi, kırgınlıklar tek taraflı olmazdı. Bunu görebilirdi.

Aslına bakacak olursak gerçekten hangi açı doğru bilemezdik. Herkes hayatı farklı bir boyutta yaşar, yorumlar ve devam ederdi.

Olduğum yerde durup birkaç adım geri çekildiğim zaman kendime bakıyor, konumumu inceliyor ve gerçekten sorunun nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum. Olmuyordu. Kendime dair bir sonuç bulamıyordum. Bunun sebebi benim kör oluşum muydu yoksa gerçekten bazı şeyleri yok saymak daha mı kolaydı, emin değildim.

Bu yüzden saydığım iki ayrı ucun arasındaki ince çizgide cambazlık yapıyordum. Bazı zamanlar sağ taraf daha ağır basıyor ve kendimle beraber herkesi yargılıyordum; bazen ise sol ağır basıyordu ve tüm suçu tek bir kişiye atıp kenara çekiliyordum. Hangisi, hangi zamanda ağır basıyordu bilmiyordum, bildiğim tek şey bunların kolay olmadıydı.

Tam şu an durmuş, sırtımı duvara yaslamış ve yere oturup dizlerimi kendime doğru çekmişken herkesten önce kendimi yargılıyordum. Kırılan bir kalbimden ziyade içimde büyüyen koca bir pişmanlık vardı. Bunun tek bir sebebi vardı; bitmek bilmeyen inadım. İnadımdan ötürü susmuyor, durmadan meydan okuyor ve öfkeme mâni olamadan ileri boyutlara gidiyordum. Bir durağım yoktu, sadece ilerliyordum.

At gözlüklerini takmış öylece ilerlerken sebep olduğum enkazlara hiçbir zaman bakmamıştım. Aslında bakmak istememiştim.

Tam karşımda kanlar içinde yatan Çağatay, belki de bu durumun en somut örneği olabilirdi. Her şey bedenen ve fiziken yaralar kadar net değildi, gözükmeyen hasarların hiçbir şekilde onarılmayacağını çok iyi biliyordum. Çünkü o yaraların bizzat hedef tahtası olmuştum.

Derin bir nefes alıp verdim. Kaç saattir burada böylece oturuyor, uyuyan arkadaşımı izliyordum emin değildim. Aslında karşımda duran kişinin arkadaşım olduğundan da emin değildim. Bildiğim tek şey vardı; şu an bu olanların tek nedeni bendim.

Ülkü yanıma kadar gelmiş, uyarısını yapmıştı. Üstelik gün boyunca Akın yüzlerce kez aramış, annem konuşmak için bir şey söylemişti, babam ise çekingen olmasına rağmen gördüklerini dile getirmişti fakat ben hepsine öyle sağır olmuştum ki duymadım. Duymak istemedim. Şimdi ise burada öylece oturmuş, bizi takip eden Mir'in zarar görmeden kurtulmayı umut ediyordum.

İronik.

Bunların hiçbirini yapmayıp daha mantıklı ve planlı hareket ediyor olsaydım belki de hiçbirine gerek kalmayacaktı. Kafama ne eserse onu yapmıştım. Hatta yapıyordum.

İlk kez pişmanlığın acımasız pençesi beni ağına takmış, parçalara ayırmıştı. Kan kaybediyordum. Ve bu kan, duygularımın son kırıntısıydı.

Şehrin GölgesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin