Gönül sevdiğini arar, göz güzeli
Ve ben sende bıraktığım yalanları, hüzünleri,
Mutluluğu ararım ey sevgili...
Meğer ne çok sen olmuşum ben
Meğer ne çok sende kalmışım...
Yine de yaralanan kalbimin şifası sende değil
Vazgeç kalbim, vazgeç sızım sızım sızlayan ciğerim
Dönmek haram, vuslat hayal...
Eleine elindeki kahverengi deriden defteri kapatıp ipini bağladı. Kim derdi ki acılarını deftere dökecek kim derdi ki kalemi mısralar dizecek... Yine de olmuştu işte.
İlk yazdığı günü dün gibi hatırlıyordu. Direksiyonu önce Karadeniz'e çevirmişti; fakat sonbahar mevsiminde havada bulutlar güneşe fırsat vermezken ve yağmur günden güne artarken hüznüne hüzün katan Karadeniz'in yeşilliğinden başını İç Anadolu'ya çevirmişti. Neredeyse her gün bir şehir değiştiriyor hüznüne eşlik edebilecek bir manzara önünde akşam konaklamasını yapıp uyuyordu. Çok geçmeden Ege kıyılarına uzanmıştı. Kısa süreliğine Kütahya'nın Aizonai Antik Kenti'nde duraklamıştı. Geçen zamanla Türklere daha yakın birine dönüşse de Yunan kanı damarlarındaydı. Antik Yunan ve Roma efsanelerine uzanan bu kente uğramamak anne babasına atalarına hakaret olur gibi gelmişti. Stadyumunu Macellum'u ve Zeus Tapınağı'nı gezmişti. Bilhassa Zeus Tapınağı'nı gezerken merak etmişti, neden Antik Yunan mitlerini anlatan fantastik-romantik kitaplar hep Poseidon'a, Hades'e Ares'e Apollon'a yazılıyordu? Havaya ve şimşeklere hükmeden Olimposluların kralı neden bir kitabın baş rolü değildi? Olsa keyifle okurdu Eleine...
Kısa molasından sonra yönünü Balıkesir'e çevirmiş mevsimi olmasa da Kuş Cenettini görmüş ve Ayvalık beldesine akşam konaklaması için sürmüştü. Bu eşsiz beldenin deniz manzarası ve nostalji hissi yaratan yapıları onu yalnız başına yemek yiyeceği karavanından uzak bir balıkçıya yöneltmişti. Yanında köpeği ile yemek yiyebileceği bir yer bulup enfes lezzetlerin tadını çıkarmıştı. Ve yolculuğunun devamında Manisa'nın Kula'sını, İzmir'in Efes'ini, Aydın'ın Didim'ini görmüştü. Akdeniz'in meşhur ılık sonbaharına adım attığında vurmuştu işte o yazma isteği. Ve yolu Mersin'e varmıştı.
Yola çıktığı günden beri huzursuzca çırpınan kalbi, bir gün batımı vakti şaha kalkmıştı. Eleine bir panik atak geçirdiğini biliyordu; fakat yine de ölüm korkusu içini sarmaşık gibi sarmıştı. Geride bıraktığı herkesi, sevdiklerini göremeden ölme düşüncesi öyle korkutucuydu ki nefesini kesiyordu.
Acıdan gözlerinden yaşlar akarken dakikalarca beklemişti o uçurum kenarında. Akdeniz sıcağı yüzüne eserken, Gülek Kalesi'nin o muhteşem manzarasından aşağı acısız bir ölüm için atlamayı bile düşünmüştü; fakat ne mümkün... İnsanın en büyük iç güdüsü hayatta kalmak değil miydi?
Ve nihayet solukları düzene girdiğinde avuç içlerine saplanmış tırnaklarını çözmüştü. Sonrasında ilk yaptığı şey bu manzaraya bakıp yazma isteğini tatmin etmek adına fotoğraf çekinebilmek için sabırsızca bekleyen; fakat kendisinin hüzünlü havasının içine girmek istemediği için uzakta duran ergen grubundan bir kalem dilenmek olmuştu. Gençler her ne kadar bekletildikleri için öfkeli olsalar da oğlanlardan biri Eleine'e bir kalem uzatmıştı. Cebinden çıkardığı sarı fulara yazmıştı Eleine. O gün yazdıkları basitti; ama ihtiyacı feciydi.
Hep kalan olmak zor sanırdım,
Fakat ne zormuş gitmek...
Varacağın yeri bilmeden gitmek,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VUSLAT BİR HAYAL
RomanceBiz seninle gidilmeyen şehrin, çıkılmayan yokuşlarında soluklandık. Ve hiç olmayan panjurlu bir evin hayalini üstümüze çatı yaptık. Yani anlayacağın adamım ,seninle bir yalanı yaşadık! *** Yol gitti, Eleine bitti; fakat mesafeler hiç tükenmedi. Kı...