Günü geçirmeden yazmaya gayret ettim dostlarım; fakat iki saat elli dakika kadar geçirdim sanırım. Bu bölüm çok içime sinmedi aslında. O yüzden bir kaç gün içinde yazıp yeni bölüm yayımlayacağım. Siz yine de okuyun ve oylayın ama olur mu? Bu inişli çıkışlı zamanlar sizin yorumlarınız ve desteğinizle atlatılıyor.
"Akay Bey gözleriniz..." Akay bir gün birine yakalanacağını biliyordu. Ara ara gelen stresli anlar beraberinde kalp çarpıntıları ya da görme sorunları gibi fiziksel yetmezlikleri de beraberinde getirirken ister istemez bir pot kıracağı belliydi. Şu an koltuğuna oturup başını geriye yaslamak için neler verirdi...
Sanem bir anda kolunun altına girince Akay önce gerildi. Böyle zamanlarda yardım almaya çok alışık değildi; fakat ufak kız onu koltuğuna oturttuğunda rahatladı.
"Ben önce şurayı temizleyeyim. Bor cam gibi kalın plaka nasıl kırıldı anlamadım ki. Bence yapanlara bir telefon edin Akay Bey siz. Böyle bir buçuk metreden düşüp parça parça olan isimlik mi olurmuş?" Büyük cam parçalarını toplayıp çöp kutusuna atan Sanem sorgu sual etmek yerine hiçbir şey olmamış gibi konuşarak Akay'ın kafasının dağılmasını sağlıyordu.
Akay gözünün önündeki duldanın yavaş yavaş dağıldığını hissedebiliyordu. Hiç bu kadar hızlı olmazdı; fakat belki de Sanem'in sakinleştirici çatallı sessiyle oradan buradan konuşmasıyla alakalıydı.
Hastalığının ruhsal ve duygusal durumu ile doğrudan alakalı olduğu düşünülürse stresi siniri genelde bu kadar çabuk dağılmazdı. Oysa şimdi aklındakiler isimliği nereden aldığı, sümen takımının (makam kalemleri, deri yazı yazma seti gibi uyumlu masaüstü aksesuarlarının tamamı) çok pahalı olup olmadığı gibi sorulardı.
Sanem'in ufak tefek vücudunu çocuksu yüzünü görenler şüphesiz onun böyle yetenekli bir manipülatör olduğunu anlamazdı, zira Akay da anlamamıştı; fakat insanların düşüncelerini başka yöne kaydırmakta çok iyiydi. Ses tonundaki hafif kısık çatal ve ses rengi o kadar güzeldi ki dünyanın en alakasız şeyini konuşsa yine kendini dinletirdi.
Sanem en sonunda yerde sadece ufacık kum tanesi büyüklüğünde cam parçacıkları kalana kadar hem konuştu hem de etrafı toparladı. Başını Nemrut patronuna doğrulttuğunda hareketlerini izlerken gözlerindeki bakışın artık görebildiğine delalet olduğunu fark edince rahat bir nefes aldı.
"İyisiniz ya?"
"Çok iyi olmasam da daha iyiyim, sağ ol." Bir süre Sanem ne yapacağını, Akay da ne diyeceğini bilmeyerek öylece etraflarına baktı. Böyle bir durumda başka ne denir ne cevap verilirdi ki? Onlar en nihayetinde iki yabancı şu dakikaya kadar birbirleri ile minimum münasebeti olan patron ve çalışandı o kadar.
"Sanem?"
"Hı?"
"Araba kullanmayı biliyor musun? Ehliyetin var mı? Henüz çok net göremiyorum. Karanlıkta araç süremem." Sanem şaşkınlıkla önce başını salladı. Sonra bu yaptığına kızarak olumlu cevap verdi.
Sanem'in araba alacak parası olmasa da ilk zamanlarda çalıştığı pek çok iş yeri ehliyet istiyordu. Teslimatçılık bile yaptığı dönemlerde ehliyet almasının hayati olduğunu anlamış on sekizini doldurur doldurmaz bütçesini buna ayırmıştı. İyi de kullanıyordu doğrusu. İstanbul'da doğup büyüyenlerden kat kat iyi bilirdi İstanbul'un her karışını.
Nerelerde çalışmamış ne iş yapmamıştı ki? Sanem yaşıtı genç kızlar okullara gidip kafelerde flörtleri ve arkadaşları ile iki lafın belini kırarken Sanem muhtemelen ya bir markette kasiyerdi ya mağazada satış danışmanı ya da bir başka zor meslekte... Taksi şoförlüğü bile yapmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VUSLAT BİR HAYAL
RomanceBiz seninle gidilmeyen şehrin, çıkılmayan yokuşlarında soluklandık. Ve hiç olmayan panjurlu bir evin hayalini üstümüze çatı yaptık. Yani anlayacağın adamım ,seninle bir yalanı yaşadık! *** Yol gitti, Eleine bitti; fakat mesafeler hiç tükenmedi. Kı...