Dostlarım... Umarım severek okursunuz bölümü. Artık ortalık hareketlendi. Sonlara doğru yaklaşırken heyecanı dorukta tutmaya çalışacağım. Umarım başarabilirim :) Unutmayın seviliyorsunuz...
NOT: Voteler bir yana düşüncelerinizi yazmayı ihmal etmezseniz bu yazarcık daha bir şevkle yazıyor:)))
Reyhan sofrayı hazırlarken bebeği Semih'e emanet etme gafletinde bulunduğuna pişmandı. Öyle ki yemekler neredeyse hazırken Semih bebeğini ağlatıp duruyordu. Tek kişilik koltuğa dikine yatırılan Tuna kızara kızara ağlarken Semih ise başında dikelip konuşmaktan başka bir şey yapmıyordu.
"Niye ağlayıp duruyorsun ki? Erkek adam ağlar mı yav? Bak ağlamazsan sana çikolata alacağım... Vıdı vıdı vıdı vıdı..." Şeklinde süren monoloğuna kızmamak elde değildi. Reyhan öfkeden kızarmış yüzüyle yanına gelip çemkirdi.
"Çikolata yiyemeyecek kadar küçük o. Hem kıçında bezle dolanırken senin de ağladığına eminim."
"Neden susmuyor?"
"Kucağına almanı istiyor be adam."
"Bunu mu?" diyen Semih'in yüzündeki iğrenir ifade Reyhan'ı iyice dellendirdi. Tevekkeli değildi Barzan Mirza'nın ikide bir bu adamın ensesine tokadı yapıştırması... Ya da o kadar çok tokat yemişti ki beyni burnundan süzülüvermişti yoksa bu hareketlerinin başka açıklaması olamazdı.
"Vebalı mı benim oğlum?"
"Değil de ne bileyim ufacık şey. Ya kucağımdan düşerse?" Az evvel sinirlenen Reyhan adamın yüzündeki masum ifadeyle karşılaşınca içinde yükselen kahkaha isteğini zor bastırdı. Adamın üzerindeki şeytan tüyü şeytanın kendini kıskandıracak cinstendi doğrusu. Yoksa bu kadar çabuk yatışmasının, duygularının yönünün böyle çabuk değişmesinin başka açıklaması olamazdı.
"Sen tabağına çorbanı koy başla istersen. Ben Tuna'yı yatırayım."
"Tamam acelesi yok. Beklerim seni." Diyen adamla siniri tamamen kayboldu. Reyhan küçük bir tebessüm bıraktıktan sonra Tuna'nın odasına geçip kapıyı kilitledi. Bir kez daha kapı kazasına kurban gidip hazırlıksız yakalanırsa herhalde bu sefer utancından ölürdü. Beşiğin yanındaki divana oturup, oğlunu emzirdi. Ardından uyuklamaya başlayan bebeği dikkatle beşiğe yatırıp üzerini örttü. Bebek telsizini de açıp yanına aldı.
"Keşke başlasaydın."
"Yalnız yemeyi sevmiyorum. Kalabalık bir ailede büyüdüm. E sonra askeriye... Alışkanlık işte." Ardından Reyhan'a fırsat vermeden tabaklara çorbaları dolduran Semih az evvelki potlarını kotaracak kadar puanı hanesine yazdırdı.
Yemek tabak çatal tıkırtıları dışında sessiz geçti. Semih Reyhan'ı rahatsız etmekten çekiniyordu. Reyhan ise karşısındaki adamla ne konuşabileceğini bilmiyordu. Sofrada normal olarak gözleri karşılaştığındaysa sadece birbirlerine tebessüm edip yemeye devam ediyorlardı.
"Tatlı vardı getireyim."
"Ne tatlısı?" Reyhan Eleine'in kırk kere söylediği adı hatırlamaya çabalarken anlını kaşıdı. Hayır başını hatırlasa sonunu, sonunu hatırlasa başını hatırlamıyordu. Yine başı aklına gelip sonu gelmeyince beynini daha fazla yormanın anlamı olmadığını düşünerek çabalamayı bıraktı.
"Ihmmm... Eleine yapmıştı. Melobişey! Bizim kalburabastıya benziyor biraz. Ballı ve karanfilli şerbetli bir şey; ama çok güzel." Semih güldü. Dediği tatlının ne olduğuna dair bir halt bildiği yoktu; ama kalburabastıyı severdi. Baklavadan da çok severdi hatta. Sofrayı kaldırmasına yardım ederken mutfakta tepside duran tatlıya el uzatmış; ama Reyhan'ın gazabına uğramıştı. Çevresindeki insanlar daha az titiz olsa ne güzel olurdu. Misal ev arkadaşı olan adam kalıbından beklenmeyecek şekilde derli, toplu ve aşırı temizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VUSLAT BİR HAYAL
RomanceBiz seninle gidilmeyen şehrin, çıkılmayan yokuşlarında soluklandık. Ve hiç olmayan panjurlu bir evin hayalini üstümüze çatı yaptık. Yani anlayacağın adamım ,seninle bir yalanı yaşadık! *** Yol gitti, Eleine bitti; fakat mesafeler hiç tükenmedi. Kı...