ship; bilmiyorum (pjo au)
•
•
İzuku, yaklaşık yedi buçuk aydır eğitim gördüğü lisenin kapısından hışımla çıkarken onu eğer hemen geri dönmezse okuldan atılmakla tehdit eden sınıf öğretmenini dinlemediği için gram pişmanlık duymuyordu. Hayır, kesinlikle bunu hak etmişti. Hak etmişti çünkü kahrolası yüzme dersinde o kızı suya atan kendisi değildi, su hareket etmişti. Lanet olsun, buna birilerinin inanmasını beklediği yoktu tabii fakat yapmadığını söylerken ve sınıfın neredeyse hepsi ona akıl sağlığından şüphe edercesine bakarken saçma bir sakinlik içerisinde olması imkansızdı. Zaten tüm gün o rahatsız sıralarda oturup ders dinlemek disleksisinden dolayı yeterince zorlayıcıyken tek sıkılmadığı saatler olan yüzme derslerindeki huzurunu bozacak kadar aptal olmadığını idrak etmek onlar için bu kadar zor olmamalıydı.
"Ben delirmedim." diye mırıldandı, sola dönerek adımlarını hızlandırdı. Lisenin ilk yılı için iyi bir seçim yaptıklarını düşünmüştü -annesi öyle demişti ve görünüşte kesinlikle muhteşem iyi bir tercih gibi duruyordu. Annesi eğitim ve öğretmenler ile ilgilense de bir yandan da İzuku için havuzu olan bir okulu özellikle aramıştı, ayrıca okuldaki rehberlik öğretmenini tanıyordu ve böylelikle İzuku'nun okul hayatı hakkında biraz daha bilgi alabilecekti çünkü yeşil saçlı oğlan bu konuyu açmamak için neredeyse çırpınıyordu. Sadece nasıl geçtiğini sorduğunda annesi iyi ya da kötü diyordu, ertesi hafta ise Midoriyaların evine oğullarının okuldan atıldığı ile ilgili bir mektup postalanıyordu.
Kısacası, Midoriya İzuku bunun işe yarayacağından emindi. Ortaokuldaki ilk iki yılında beş kez okul değiştirmiş olan oğluna baktığında onu her türlü beladan uzak tutmak için gerçekten çabaladığını söylemek mümkündü fakat genç oğlan birçok konuda ne annesini ne de bir başkasını bilgilendirdiğinden, bazen her şeyi karmaşıklaştırabiliyordu. Yine de İzuku dahil herkes bunun o iki yıl ve gerisinde kaldığını düşünmüştü, tüm o garip ve açıklanması zor olayların. İlkokulun son senesindeki akvaryum gezisinde bir balığın onunla konuşması ve mantık çerçevesinden hiçbir zaman ayrılmamış olan İzuku'nun bir balığın sözünü dinleyip basmaması açıkça belli olan kırmızı bir düğmeye basarak tüm holü su altında bırakmasıyla başlayan bu akıl dışı olaylar dizisi süresince yeşil saçlı oğlan birçok kez suyun hareket ettiğine şahit olmuştu. Emindi, göz yanılması ya da her neyse, ondan değildi; psikologların söylediklerinin aksine henüz bebekken onu terk eden babasından da kaynaklanmıyordu. Altıncı sınıfta annesiyle gittiği kumsalda kocaman bir hortumun içine çekilmesi ve denizin bir dakikadan daha kısa sürede eskisinden de durgun hale dönmesi, bir balon balığının ona "Nasıl gidiyor, kanka?" diye sorması, İzuku'nun öfkeden ağzına geleni söylemeye başladığı beş seferin beşinde de deprem olması ve sözlerinin yarıda kesilmesi ya da ilkokuldayken sürekli camında görünüp duran garip kanatlı yaratıkların aklından çıkmayan siluetleri; tüm bunlar tesadüf eseri gerçekleşen şeyler olamazdı. İzuku hepsini uyduruyor olamazdı.
Yani, en azından öyle umuyordu.
İkinci katta, annesi ve üvey babasıyla kaldığı altı numaralı daireden içeri girene kadar da buna inanmıştı. Gözleri açık bir şekilde yerde yatan annesinin tepesindeki kahverengi, tüylü derisinin altından vücut hatları belli olan, kanatları tavana kadar uzanan, sivri dişli ve upuzun tırnaklı bir şeyin kıpkırmızı gözleriyle karşılaşana kadar.
Sonrasında her şey çok hızlı gelişti. İzuku eline gelen ilk şey olan bibloyla -annesinin, babasından kaldığını çekinmeden söylediği tek eşyaydı- hareket ederken her şeyi devirecek büyüklükteki yaratığa saldırdı, canavar onu fark etti ve tıslamaya benzer bir ses çıkardığı sırada bibloyu bir darbe indirmek adına havaya kaldıran -aynı zamanda gözlerinden yaşlar dökülen- İzuku'yu güçlü bir hamleyle duvara savurdu ki şu bir gerçek ki İzuku çoğu kez zorbalığa uğramıştı, yüzüne yumruk yemenin nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordu ama hayatında hiçbir zaman onu tek vuruşla duvara yapıştırabilecek biriyle karşılaşmamıştı -daha da kötüsü o, insan bile değildi.
"Yardım et, İzuku!" dediğini duydu annesinin, tüm vücudunu titretecek bir acıyla baş başayken. Duvara çarpmasıyla bir tarafa uçan biblonun kırmızı spor ayaklabısının ucundaki parçalarından birine baktı fakat ondan iki tane varmış gibiydi. Arkasındaki duvara tutunarak kendisini kaldırmaya çalıştığı sırada hâlâ yerde yatmaya devam eden annesi ve onu hedefi haline getiren dev canavar görüş alanına girdi; ayakları bir kuş gibiydi fakat perdeli kanatlarıyla yarasaya benziyor, ayrıca etrafa berbat bir koku yayıyordu. Sivri dişlerinden bir kez daha garip tıslamalarından birini çıkardı ve İzuku adının söylendiğini duymuş gibiydi. Evinde ancak masal kitaplarında görebileceğiniz bir canavarın bulunmasından daha kötü olan bir şey varsa o da kesinlikle o canavarın isminizi bilmesiydi.
İzuku, canavar yaklaşırken, öleceğini düşündü. Kokusu her saniye daha da kötüleşiyor gibiydi, hareket ederken zemine dağılan bir şeyleri sürüklüyordu ve kendisini duvara yapıştıran İzuku'nun dibine kadar geldiğinde yeşil saçlı oğlan yerde yatmaya devam eden annesine kaçmasını haykırmak istedi. Ölmeden önce, en azından onu kurtarabilmiş olmak istiyordu. Tanrılardan son dileği buydu.
Ve çok, çok, çok garip bir şey oldu, İzuku bu durumun daha fazla garipleşeceğini asla tahmin edemezdi. Canavar elini upuzun tırnaklarıyla İzuku'nun vücudu delik deşik etmek için kaldırdığı sırada arkasından batırılan bir kılıcın ucu göğsünden çıktı, İzuku'nun tişörtüyle arasında yalnızca bir parmak kalınlığı kadar mesafe vardı. Canavar dondu, çocuğu öldürmek için havaya kalkan eli hâlâ yukarıdaydı; bir tıslama çıkardı -İzuku nedense bu sesin bir tür lanet olduğu konusunda emindi- ve kum tanelerinden daha küçük boyutta altın renkli tozlara dönüştü, zemine dağıldı. Arkasında ise Bakugou Katsuki duruyordu, bronz renkli kabzası olan bir kılıç sağ elindeydi ve bakışları hiç olmadığı kadar öfkeliydi.
"Ne bok yaptığını sanıyordun?" Kılıcını havaya kaldırarak bağırdığında İzuku şaşkınlığından kurtulamamış olsa da bunun fazlasıyla tehlikeli olduğunu içinden geçirmeden edemedi. Sonrasında çocukluk arkadaşı olan Katsuki onun elini tutmuş, İzuku'yu hızla daireden dışarı sürüklemişti. Yeşil saçlı oğlanın apartman merdivenlerine ulaşmadan önce gördüğü son şey ise yerde yatan annesinin kanatlarının çıkmasıydı.
"Gördün, değil mi?" dedi Katsuki, basamakları hızla inerken duraksamaması için İzuku'yu tutmaya devam ediyordu. "O, annen değil. Peşimize düşecektir, arkadaşlarıyla birlikte."
"A-Ama o-onlar-"
İzuku'nun sözü, üst kattan gelen bir çığlıkla kesildiğinde içini ürpertti yeşil saçlı oğlanın. Bunlar tamamen gerçekti.
"Koşsana, aptal!" Katsuki; apartman kapısından geçerken İzuku'yu tekrar tuttu ve oğlanı apartmanın önündeki arabanın onları bekliyormuşçasına açık duran kapısından içeri itti, kendisi de araca atladı ve "Bas!" dedi kapıyı kapatırken. Bu sırada bir başkası "Sonunda gelebildiniz!" demişti, İzuku'nun hemen solunda oturan kırmızı saçlı çocuktan geliyordu. İzuku, yaşanılanların şoku ve tüm bedenine yayılan adrenalin yüzünden kalp krizi geçirmenin eşiğindeyken Katsuki, kızıl çocuğa sert bir bakış attı. "Kapa çeneni, boktan saçlı."
•
başta kiribaku yazıyordum nasıl bu hale geldik hiç bilmiyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one-shots 》boku no hero academia
Fanfiction→ aklıma gelen öylesine fikirler, devamını getiremeyeceğim için tek bölüm olarak yazıyorum → shounen ai içerir; çöplükten fazlası değil