18- Don't Be Afraid

774 89 37
                                    

Tavşan çocuğun bana karşı sergilediği muazzam inceliğinin ve kibarlığının (!) da üzerine ikimizin de kaldığı odayı elimdeki tahta süpürgeyle süpürüyordum. Zaten incecik olan bileklerim ve iş yapmaya alışık olmayan ellerim bir saat gibi bir süredir süpürge tutmaktan acıyordu. En sonunda süpürgeyi bir kenara attım ve yorgun bedenimi de yatağa bırakıverdim. Bir yandan da yattığım yerden temizlediğim  odayı süzüyordum. Dürüst olmam gerekirse bu kadar iyi temizlik yaptığımı yeni öğrenmiştim. Her ne kadar bu işi çok nadir yapıyor olsam da.

Yatağın pofuduk ve serin çarşafı beni uzun bir uykuya dalmama teşvik ediyordu. Ama evde henüz kimse yoktu bu yüzden gönül rahatlığıyla malı devirip yatamazdım. Önce hepsinin dönmesini beklemeliydim.  Ayrıca kendimden çok emindim, parkeler şu an ayna gibi parlıyor olmalıydı. Annem burada başardığım işi görse benle gurur duyar mıydı acaba ? Bedenimi beni uyumam için adeta tahrik eden rahat yataktan kaldırdım ve ayaklarımı aşağı sallandırdım. Böylece oturup herkesin dönmesini beklemek çok sıkıcıydı belki de biraz dışarıya çıkmalı veya başka bir işle uğraşmalıydım.

Tam aklıma sıkıntımı gidermek adına yapmak için salak saçma eylemler gelirken gözlerim kapının bitişiğindeki dolabın aralık kapağından gözüken siyah kılıfa takılmıştı. Bu o belirgin gamzeli ve ultra yakışıklı olan çocuğun bana aldığı silah değil miydi ? Yüzüme ansızın sinsi bir sırıtış yerleşti. O muazzam şeye daha doğru düzgün dokunamamıştım bile. Yani en azından ben öyle düşünüyordum. O silahı kılıfından çıkarıp birazcık kurcalamaktan ne zarar gelebilirdi ki ? Emindim ki bunda ters gidebilecek hiçbir şey yoktu.

Yataktan aşağı zıplayarak indim ve yüzümde keyifli bir ifadeyle dolaba yöneldim. Silah içinde bulunduğu siyah kılıfın uzun kayışından tutturulmuş ve dolabın üst kısmında bir bölmeye asılmıştı. Ama kahretsin ki silahın asılı olduğu bölmeye boyum yetişmiyordu. Birkaç sefer yukarı zıpladıktan sonra kılıfı anca alabilmiştim. Kılıfı bölmeden çekip kucağıma aldım ve üzerinde neden orada olduğunu bilmediğim bir şekilde birikmiş tuhaf toz tabakasını üfledim. Silah gerçekten de ağırdı ve taşırken ellerimdeki damarların çıkmaya başladığını dahi hissediyordum. Bu insanlar bu şeyleri nasıl taşıyor olabilirdi ki ? Tabi onların insan olup olmadığı da tartışmaya açık bir konuydu.

Kucağımdaki şeyi zar zor yatağa bıraktım ve açmak üzere etrafında bir fermuar, düğme ya da ona benzer bir şey aradım. Ama ne tuhaftır ki bu şeyi nasıl açacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Silah resmen hiç hava bile almayacak şekilde kılıfla kapatılmıştı. Bu şeyi nasıl açacaktım ki ? Aslında her ne kadar ilk başta bu kaplamayı yırtabileceğimi ya da sökebileceğimi düşünsem de kılıfı biraz inceledikten sonra bunun oldukça sağlam bir malzeme olduğuna ve benim de bunu sökecek kadar güçlü olmadığıma karar vermiştim.

Etrafımda kılıfı silahtan ayırmama yardımcı olabilecek bir bıçak veya kesici bir şey arıyordum. Bir süre bakındıktan sonra banyo çekmecesinde metal bir makas bulmuştum. Tamam bu işimi görürdü işte. Kendi kendime şeytanca kahkahalar atarak yatağın üzerindeki ganimete geri döndüm ve makasla üzerindeki kaplamayı kesmeye koyuldum. Malzeme düşündüğümden çok daha sertti o kadar ki makası tuttuğum parmaklarım kızarmış ve metal girintilerin izi elimin üzerine çıkmıştı. Ama tüm bu uğraşın sonunda silahı kaplayan kılıfı kesmeyi başarmıştım. İşte şimdi çarşafa yansıyan o tanıdık neon pembesi hüzmeyi görebiliyordum.

Ellerimi içeri uzatıp biraz daha güç kullanarak silahı aldım. Gerçekten de büyük ve ağırdı. Üstelik incelediğime göre keskin nişancıların kullanacağı tarzda bir donanmaya sahipti. Çok kaliteli bir dürbünü ve nokta atışlarını rahatlıkla yapabilecek kadar ince bir namlusu vardı. Dürüst olmak gerekirse aşık olmuştum. Tek gözümü kısıp dürbünden içeri baktım ve daha sonra silahı yüz hizamdan indirip diğer kısımlarını incelemeye devam ettim. Cama benzeyen saydam kısımdan geçen neon pembesi sıvı silahın tüm gövdesine yayılıyor ve üzerinde sanki onun damarlarıymışçasına desenler oluşturuyordu.

Bunun bir çeşit fosfor olduğunu düşünüyordum ama bunu test etmek üzere ışığı kapattığımda sıvının bir lamba gibi parladığına şahit olmuştum. Bu da düşünceme ters düşüyordu. Büyük ihtimalle bu da bu oyuna ait eşsiz bir maddeydi. Silahı biraz daha elimde evirip çevirdim. Nedense artık eskisi kadar ağır gelmiyordu. Ben elimdeki bebekle aşk yaşarken koridordan bir patırtı gelmişti. Silahı yavaşça yatağa bıraktım ve sakin adımlarla koridora çıktım. Yalnız bunu yaparken içimdeki korkak çocuğu susturmayı da ihmal etmiyordum. Sanırım korku filmleri beni gerçekten kötü etkiliyordu.

Kapıdan vurmaya benzer sesler geliyordu. Tamam belki de korkmanın tam sırasıydı. Tam korkup o silahı kapacağım anda kapının dışından cılız bir konuşma sesi duydum. Tanıdık sesi duymamla beraber kapıyı hiç düşünmeden açmam da bir olmuştu. Karşımda titrekçe nefes alıp veren yaralı bir tavşan çocuk vardı. O kadar hırpalanmıştı ki ayakta bile zor duruyordu. Gözlerimin irileşmesine engel olamayarak hızlıca onu içeri alıp kapıyı kapattım ve beni bunu yaptığım için öldüreceğini bile bile elimi omuzuna koydum. Oldukça kötü görünüyordu.

- Sana ne oldu böyle ?! İyi misin ?

- Yoongi.. kapıyı kilitle. Hemen.

Söylediklerini sorgulamayarak hızlıca kapıya yöneldim ve çabucak kilidi yerine taktım. O da bu sırada eliyle duvardan destek alıyordu. Tanrım duvara kanlı parmak izleri çıkıyordu bu gerçekten korkunçtu. Hemen onla ilgilenmeliydim.

- Neler oluyor ? Diğerleri nerede ? Ve sen berbat görünüyorsun nasıl oldu tüm bu yaralar anlat hemen.

- Savaş.

- Ne savaşı ?

- Yoongi şu an savaş var. Hepimizin rakipleri var ve oradalar. İlk başta kasabadalardı ama buraya doğru geliyorlar.

- Ne rakibi sizin kalıcı olarak oyunda olduğunuzu sanıyordum ! Sizin neden rakibiniz var ve nasıl ? Ayrıca ölebiliyor musunuz ?

Tavşan çocuk fazla konuşmaktan öksürmeye başlamıştı ve yüzünün rengi de iyice gitmişti. Tanrım.. bu kötü görünüyordu işte. Faza paniklememeye çalışarak onu yere oturttum ve bedeninde kanayan yerlere bir baktım. Neyseki fazla kan kaybı yoktu. Ama gerçekten çok yorulmuş ve bitkin görünüyordu.

- Bu oyundaki oyuncuların hepsinin rakibi var. Gerçek ol ya da olma. Oyunu kazanmak için birini kazanman yetmez rakiplerini de elemek zorundasın. Onları öldürmek zorundasın. Bu yüzden silahlarımız var savaşmak zorundayız hepimiz ne zannediyordun ?

- Ne diyorsun ? Hiçbir şey anlamıyorum kafam çok karıştı.

- Yoongi. Sen gerçek bir oyuncusun bizim gibi sanal değil. Bu yüzden gerçek olmayanların hedefi seni öldürmek, sen onlar için en kolay avsın.

LӨVΣ GΛMΣ - Jjk+MygHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin