9.BÖLÜM: "İLLEGAL"

723 147 12
                                    

9.BÖLÜM: "İLLEGAL"

"Karanlıkta oturuyorum, ışıkları açmıyorum.
Yıllardır kendini bulutlara saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya mal olacağım."

***

Annem elinde tuttuğu kupayı yudumlarken radyoda çalan iç burkan müziğe odaklanmıştı. Gözlerinin hafifçe dolduğunu gördüğümde elimde tuttuğum kitabı kenara bıraktım. Burnumu yavaşça çektim elim anneannemden anneme kalan antika radyoya gidecekken kupayı tutan elini yavaşça kaldırdı.

"Dur."

Gözlerim yüzüne odaklandı. Onu tetiklemesini istemiyordum. Ağlamasını ve canının yanmasını istemediğim gibi. Omuz silkti ve derince iç çekti. Gözlerinde yaşlar birikmişti. Müzikten gelen sese bende odaklandım. Yaşlı bir adamın sesiydi ve Türkçe olmayan bir müzikti. Derinden, acılı, kederli ve dolu dolu bir sesti. Buram buram Mezopotamya ezgileriyle doluydu. İçinin yanmasına hak vermiştim. Üstelik müzikte ne bir çalgı ne de canlı insan sesinden başka bir ses vardı. Arada cızırtı dolanıp duruyordu o kadar.

"Tanıdık bir müzik mi anneciğim?"

Dudakları aralandı. "Evet, hikayesi çok acıklıdır. Anlamlı da..."

"Hatırlıyor musun hikayesini peki?"

Annem pencereden dışarı uzunca bir süre baktığında soruma cevap vermeyeceğini düşünüp elimdeki kitabı okumaya devam ettim. Yüksek sesle ona kitap okumayı alışkanlık haline getirmiştik artık. Pazar akşamlarının vazgeçilmez bir parçasıydı.

"Babi parmağıyla bir arpa tarlasını gösteriyor. Bir jeneratör çalışmaya başlıyor. Uzun suratlı kadın tepesinde, eğilmiş ona bakıyor. Soluk almak canını yakıyor. Bir yerde, bir akordeon çalıyor. Neyse ki, yine o pembe hap. Sonra derin bir sessizlik, her şeyi örten derin bir sessizlik..."

Bin Muhteşem Güneş'ten bir bölüm daha bitirdiğimde bu gece yeterince okumuş olduğumu hissettim. Açıkçası yorulmuştumda zaten. Kitabı önümüzdeki sehpaya koyduğumda içerdeki şömineye baktım ve müziğin acısı hala içimi dağlıyordu. Annemden gelen sesle ona döndüm.

"Hüzünlü bir şarkı. Acı dolu, acıyı kusup atmak istersin ya... Yirminci yüzyılın başlarında doğuda geçiyor. Mezopotamya'nın bağrında, güneşi doğuran kadınların memleketinde. Bütün aile oralıydık. Sanırım... Ne acı dimi bazen nereli olduğumu unutuyorum."

Gözlerim ona döndüğünde acı acı iç çekti. Hiçbir zaman ne yaşadığını öğrenememiştim. Neden bu halde olduğunu da, doğulu kadınlara has bir güzellik vardı yüzünde. Fars edebiyatının en kara saçlarına ve en nekirli elem dolu gözlerine sahipti. Konuşmaya devam etti.

"Orada doğan Seyade adında genç bir adam nedeni tam bilinmeyen bir şekilde nişanlıyken cezaevine düşer. Tarihler ilerlemiş durmuş, yıllar yılları kovalamış, sabah akşama karışmış güneş artık sanki doğmaz olmuş. Seyade dayanamamış ve firar etmiş. Erivan'da mülteci olarak kalmış. Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış. Doksanlı yıllara gelindiğinde ülkenin en karışık, doğunun en hareketli olduğu zamanlarda, o zamanlar çok popüler olan bir radyoya çıkarak kim olduğunu ve firar ettiğini söylemiş..."

Derin bir sessizlik vardı annemin odasında. Pür dikkat onu dinliyordum. İlk defa bu kadar uzun uzun bir şeyler anlatıyordu. Anlattığı hikaye yavaş yavaş tüylerimi diken diken ederken o acılı müzik cızırdayarak çalmaya devam ediyordu.

"Radyoyu dinleyen akrabaları onu hemen tanımışlar ve onu getirmek için Erivan'a gitmişler. Onun artık evli ve üç çocuk babası bir ihtiyar olduğunu görmüşler. Seyade akrabalarıyla beraber yıllar evvel mahkumiyet sebebiyle ayrılmak zorunda kaldığı evine geri dönmüş." Annem aklına hikayenin devamı gelmiş gibi dudaklarını ısırdı. Heyecanla hikayenin devamını beklediğimde aklımda Seyade'nin nişanlısının akıbetinin ne olduğu vardı. Annem derince iç çekti ve devam etti.

LEYL (ELZEM)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin