35.BÖLÜM: "DERİNDEKİ DİKİŞLER"
"Gerçekler acıtır ve yalanlar pahalıdır."
***
Büyük bir azabın son bulması için küçük bir iltimas geçmeliydim kendime, oldukça küçük bir iltimas. Boğmalıydım belki, ya da atlamalıydım hatta belki de bileklerimi kesmeli, ilaç içmeli, asmalıydım kendimi. Bir şeyler yapmak istiyordum. Derinden bir şeyler, gürültüsüz halledilecek ufak iltimaslar göstermeliydim kendime az öncede dediğim gibi.
Unutmalıydım.
Her şeyden önce bunu yapmalıydım. Geçmişi unutmalı, acılarımı unutmalı, sevdiğim adamı unutmalı gerekirse kendimi bile unutmalıydım. Hatırlama eyleminden yoksun, uzak bir diyara taşınmalıydım. Bir şeyler yapmalıydım, derinden bir şeyler. Sadece kendimi yaralayabilecek, kimseye zarar vermeyecek bir şeyler.
Kolumu hafifçe oynattığımda derin bir ağrıyla sıktım dişlerimi. Gözlerimi rüzgarlı çatılardan ayırmadım. Bir adım daha atıp kurtulmak istedim. Rüzgarın beni ittirmesini bekledim. Hani neredeydi? Küçükken yerden metrelerce uzak balkonlarda dururken sırtımızdan ittireceğini söyledikleri şeytan neredeydi? Gelmeyecek miydi bu sefer, yoksa oda mı biliyordu ölmemin yaşamamdan daha az acıtacağını, bu yüzden mi belirmiyordu arkamda, ittirmiyordu sırtımdan?
Derin bir nefes aldığımda yutkunamadım ve nefesim yarıda kesildi, ikinci defa yine derince soludum oda yarıda kesildi. Hastanenin çatısı daha da kararırken saatlerce burada olmaktan, tam da aşağıya atlamam için önümdeki boşluğa bakarken yorulmuş ve üşümüştüm. Efkan'ın üzerime attığı mont bile artık ısıtma eylemini yerini donma eylemine bırakmıştı.
Sol kolumu kıpırdatamıyordum, içimde bir şeyler, omzumun üzerinde yeşil, mavi ve mor karışımı derin bir morluk olduğunu bana hatırlatıyordu, oranın basit bir şekilde yerinden çıktığını, Efkan'ın oturttuğunu ve bunun canımı çok yaktığını... Tüm bunları bana hatırlatan zihnimde yaşamını sürdüren hiç değildi. Açıkçası bende bilmiyordum tam olarak ne olduğunu. Almıyordu kafam, basmıyordu doğrusu.
Zeki bir kızdım. Biliyordum kendimi. Her şeyi anlayacak kadar biliyordum. Gözlerim kapandı tekrar. Hapşırsam bile bedenim yerinden oynayacak ve ben onlarca kattan oluşan bu hastanenin çatısından yere düşecek, paramparça olacaktım, tıpkı annem gibi, tıpkı Feride gibi.
Babamın günahı, annemin kaderi, hiç bilmediğim bir kadının ölümü...
Garip olan neydi biliyor musunuz? Annemi de Feride'yi de aynı şekilde kaybetmiştim. Ama nedense Feride'nin ölümü canımı daha çok yakıyordu. Kendimden çok Feride'nin oğluna üzülmüştüm. Büyük Verda'dan çok, pembe botlarını olan boyu yaşıtlarına göre daha kısa olan küçük Verda'ya daha da çok üzülmüştüm. Ve ben her zaman kendimden çok herkesi düşünmüştüm. Kapalı gözlerimin ardında yine aynı kanlı hatıra belirdi. Feride'nin cesedinin üzerine atılmış bir gazete parçası vardı. Üzerinde ise yapılan onlarca yolsuzluktan birinin haberi. Kulaklarıma derin bir ağrı girdi. Sağır oldum. Etraftaki kalabalık beni öldürecek kadar acı veriyordu. Yerde bir topuklu vardı, koca bir de kan gölü. Kan gölünün yanında ufak bir çocuk, benden büyüktü daha o haliyle bile. Elimi göz pınarıma götürdüm. Parmaklarıma bir sıvı bulaştı. Kaşlarımı çattım. Gözlerimden kan akıyordu. Gözlerimin onu kıpkırmızı oldu sanki. Ama o karanlıkta bile gördüm onu...
Elleri Feride'nin elindeydi, tek bir elini iki eliyle tutmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Tam bu sahne yaşanırken babamın kollarında hastaneye taşınıyor olmalıydım, kendime geleyim diye beni her zaman rahatlatmış olan ancak bu sefer kulaklarımı parçalayan ve beni ömrüm boyu tramvalara sürükleyecek o tekerlemeyi söylüyor olmalıydı. Fakat öyle değildi. Ayaklarımın üzerine basıyordum. Pembe botlar vardı, masumluğumun zarurisi olarak. Yürüyordum beyaz külotlu çoraplarımın sardığı bacaklarım yardımıyla. Öylece küçük adımlar atıyordum o küçük oğlan çocuğunun yanına doğru. Hayır bir dakika, öyle değildi. Ben Verda'ydım. O kız çocuğu değildim. Büyüktüm, simsiyah giyinmiştim. Yorgundum ama yine de yürüyordum işte. O çocuğa doğru, yalnızca ve yalnızca ona doğru...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYL (ELZEM)
Romans"Terk edilmiş bir şehir..." Kaşları çatıldı. Kafamı tekrar salladım. İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Kafamın içinde terk edilmiş bir şehir var." Gözleri gözlerimde merakla dolandı. Kurcalamak istiyordu. Dediklerimden hiçbir şey anlamamıştı ve öy...