14

2.9K 343 94
                                    

son güne üç ay üç gün kala

elimdeki poşetlerle beraber durağa oturdum, o da soluma yerleşti. on tane kadar kitap almıştım. o daha az kitap almıştı ama aldığı her kitap ansiklopedi gibiydi. 

inanılmaz mutlu hissediyordum. her standı beraber gezip her kitabı beraber incelemiştik. bu kadar çok zevk alacağımı asla tahmin etmemiştim.

yağmur yağıyordu, durağa saklanmıştık. arabası biraz uzaktaydı o yüzden ıslanmak yerine durakta vakit geçirmeye karar vermiştik. 

"duracak gibi görünmüyor," dedi sıkıntılı bir şekilde. gökyüzüne doğru bakıyordu. yan profiline baktım birkaç saniye. sonra onu dikizlediğim için utanıp ben de gökyüzüne baktım. "yağmuru sevmez misin?"

"severim. ama bazen can sıkıcı olabiliyor."

"bence dinlenmek için güzel bir an," deyip gözlerimi kapattım. ellerimi iki yanımdan durağa yaslamış başımı havaya kaldırmıştım. gözlerimi açıp ona döndüğümde bana bakıyor olduğunu gördüm. kalbim. "neden öyle baktın?" deyip gülümsedim. hislerimi saklamak konusunda uzman olduğum bir gerçekti. 

omzunu silkip tekrar göğe baktı. "farklı biri olduğunu düşünüyordum."

kaşlarım çatıldı. "iyi anlamda bir farklılık mı?"

başını bu sefer benden tarafa çevirdi ama bana bakmak yerine yoldan geçen arabalara baktı. "tanıdığım herhangi bir kadına benzemiyorsun. ilgi alanların geniş. mütevazısın. alımlısın ama ışığını saklıyorsun. çok sık gülmüyorsun ama gülünce çok sıcaksın. kitap okumaya aşıksın. yetenekli ve çalışkansın." gözleri bana döndü. "sence kötü anlamda bir farklılık mı bu?"

bakakaldım. dudaklarım aralandı ama hiçbir şey söyleyemedim. sonra başımı sağıma çevirdim ve dudaklarımı dişledim.

"belçim? yanlış bir şey mi söyledim?"

gözlerimi yumdum. geri açtığımda ona dönmüştüm. "hayır. ben... teşekkür ederim. yalnızca biraz şaşırdım." gözlerine bir türlü bakamıyordum. nefes aldım. bir kez daha. yağmur yavaşlıyordu. 

telefonu çalmaya başladığında nefesimi rahatlıkla üfledim. utançtan ya da şaşkınlıktan ölebilirdim. görünen o ki hislerimi saklamakta o kadar da becerikli değildim. 

"efendim? neden? sanmıyorum. sevim, lütfen. hayır demiştim. nerede? yalnızca yarım saat, lütfen uzatma. tamam. görüşürüz."

sevim mi? 

bana döndü. yüzünde rahatsız bir ifade vardı. dudaklarımı birbirine bastırdım. "gitsek mi?"

başımı olumlu anlamda sallayıp poşetleri aldım. "yarısını bana ver istersen." elime uzandığında geri çekildim. "ben hallederim."

"ver hadi," deyip ısrarcı gözlerle bana baktığında pes ettim. poşetlerimin yarısını aldı ve iyice yavaşlayan yağmurun altında yan yana yürümeye başladık. 

sevim'in yanına gidecekti. gitmesini istemiyordum. ama bunu ona asla söyleyemezdim. söylersem hislerimi anlardı.

"sevim miydi?" diye sordum kendimi tutamayarak. bana baktı. ardından önüne geri döndü ve başını olumlu anlamda salladı.

"özel olmayacaksa eğer... neden ayrıldığınızı sorabilir miyim?"

dişlerinin arasından sıkıntılı bir nefes çekti. "biz... anlaşamadık. yanlış tanımışız birbirimizi. ben de bitmesi gerektiğine karar verdim. daha doğrusu ortak bir karardı."

"anlıyorum."

"onun aldattığıyla ilgili birkaç dedikoduyu duymuşsundur. öyle bir şey olmadı. sadece yanlış anlaşılmış. sevim samimi ve içten biridir, başka erkeklerle beraberken yanlış anlaşılan bir durum doğmuş."

"ah... böyle... böyle erdemli olman çok güzel." anlamayan gözlerle yüzüme bakınca açıkladım. "yani... bazı insanlar eski sevgilileri hakkında çirkin sözlerde bulunur. eskiye ya da o insana saygıları yoktur. ama sen... gerçekten çok iyisin."

başını iki yana salladı. "yalnızca olması gerekeni yapıyorum. böyle olmak gerekir, değil mi?"

gülümsedim. "evet."

arabasına geldik. yolcu koltuğuna yerleştim. "seni evine bırakayım."

"hiç gerek yok aslında. okulda da inebilirim."

"ne demek gerek yok? araba altımızda. hava yağmurlu. sence seni okula bırakıp kendi başına gitmene razı olur muyum?" allah'ım. bu adam neden böylesine iyiydi?

"çok naziksin. teşekkür ederim." 

evimi tarif ettim. radyoyu açtı ve bir kanalda durdu. nietzsche'nin böyle buyurdu zerdüşt'ünden bir okunma yapılıyordu. 

"bu kanala bayılırım," dedi. "geçenlerde freud'un psikanalize giriş dersleri'nden birkaç alıntı okunmuştu. sen bilirsin," deyip bana göz kırptı.

"sen cidden her anlamda inanılmaz bilgili ve etkin birisin," dedim sesimdeki hayranlığı gizlemeden. o utangaç gülümseme yine yüzüne yayıldı. "yalnızca bilgi edinmeyi seviyorum."

"harikasın."

"estağfurullah."

"hayır, öylesine söylemiyorum. tecessüs zor bulunan bir özelliktir. hele ki 21. yüzyılda. bu özelliğini seviyorum."

"teşekkür ederim belçim hanım."

"rica ederim beyefendi."

evimin önünde durduk. ona döndüm. "teşekkür ederim. güzel bir gündü. gerçekten zevk aldım."

gülümsedi. "bunu duyduğuma sevindim. haftaya yüzme yarışıma geliyorsun değil mi?"

sırıttım. "elbette. kaçırır mıyım? tekrar teşekkür ederim."

"ne demek. rica ederim. hoşça kal."

arabanın kapısını açtım. "belçim." omzumun üzerinden yüzüne baktım. "efendim?"

"sevim'e geri dönmeyeceğim."

duraksadım. "bunu... bana neden-"

"kafanda soru kalsın istemedim."

gözlerimi kırpıştırdım. farkındaydı. elbette farkında olacaktı! o zeki bir adamdı. bakışımdan bile ondan hoşlandığımı anlamış olmalıydı. 

başımı olumlu anlamda salladım. "görüşür müyüz?"

göz kırptı. "görüşeceğiz."

xxx

lütfen beni tut boraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin