medyayı açmayı unutmayınız. birkaç kez tekrar açmak zorunda kalabilirsiniz.
son güne bir ay on sekiz gün kala
araba her sarsıldığında aynı anda esin'le beraber olcay'a sitem ediyorduk. dağa çıkmak sandığımızdan daha zordu. üstelik bu henüz kolay kısmıydı. araba durduğunda bir süre yürümemiz gerekecekti.
arka koltukta bora'yla beraber oturuyorduk. iki arabayla gitmek çok saçma olacağı için olcay'ın arabasına doluşmuştuk. yol boyunca kahvaltılık patlıcanlı mezeden açtığımız konuyu, geçenlerde yapılan yüzme yarışmalarına kadar getirmiştik. birde bora'nın çok güzel kahkaha attığını bir kez daha görmüştüm...
araba durduğunda hepimiz sırt çantalarımızı bagajdan aldık. olcay ve bora geri kalan iki poşeti ve mangalı aldı. esin ve ben önden yürümeye başladık. buraya daha önce okuldan başka arkadaşlarla gelmiştik. inanılmaz güzel bir yerdi. cennetten bir parça gibiydi.
yüz metre kadar yürüdükten sonra kamp kuracağımız alana gelmiştik. geniş bir çimenlikti burası, aynı zamanda dört bir yanımız uzun çamlarla çevriliydi. sağ taraftan gelen nehrin sesi ve kuşların cıvıldaması birbirine karışıyordu. sola bakıldığında ise yirmi metre kadar uzağımızda olan gölün bir kısmını görebiliyorduk. "cennette miyim?" bora'nın sorusuna hep bir ağızdan güldük. gerçekten sorduğu kadar vardı.
çadırları kurmak için henüz çok erkendi, saat bire geliyordu. çam ağaçları güneşi engelliyordu ve burası biraz serindi. çantamdan atıştırmalıkları çıkardığım sırada iki metre uzağımda bora çantasının başına oturmuş kamerasını çıkarıyordu. ayakta öylece durup onu izledim. kaşlarının ortasındaki çizgi beni gülümsetti. bir şeylerle uğraşırken çok güzel görünüyordu. aslına bakılırsa, o her zaman güzeldi. her haliyle.
kameranın ayarlarını tamamlayınca tek gözünü kapadı ve kameranın ardından etrafa bakmaya başladı. kameranın objektifi bana döndüğünde öylece kaldı. kamerayı yavaşça indirip bana baktı. başımı omzuma yatırıp gülümsemeye devam ettim. sonra kamerayı yeniden kaldırdı ve bir fotoğrafımı çekti. poz vermeme bile zaman bırakmamıştı.
"doğal olmanı seviyorum," dedi yüzünde mimik oynamadan. nasıl bakıyordu bana, çözemiyordum. ama gözlerinde karnımı gıdıklayan bir şeyler vardı.
hiçbir şey söyleyemedim. ona doğru yürüdüm ve sol elimi uzattım. "kalk hadi. göle gidelim." kaşları çatıldı, elimi tuttu. "göle mi gireceğiz?"
alt dudağımı ısırdım. "hayır ama... belki ayaklarımızı sokarız?"
bu teklifim onu gülümsetti. kamerayı çantanın üzerine bırakıp beni takip etmeye başladı. ellerimiz hala bir aradaydı. ama ikimizin de parmakları gevşekti. utanıyordum. ona dokunmak kalbimi hızlandırıyordu.
biz göle doğru giderken esin ve olcay çimlere uzanmış, bir şeye gülüyorlardı. inanılmaz tatlı bir çift olduklarını inkar edemezdim. belki bir gün bora ve ben de-
"yüzülecek kadar derin mi?" bora'nın sorusu zihnime meteor gibi düşünce ona omzumun üzerinden baktım. "evet. suyu da temizdir."
bir adım daha atınca güneş bizi kucakladı. güneş ışığı gözlerine vurduğunda gözlerini kıstı. ama o kahverengilerinin ortasındaki sarı hareler hala parlıyordu. bora da gülümsüyordu.
elimi yavaşça elinden çektim ve göle döndüm. güneş ışığı sanki gölün üzerini cilalıyordu. parıl parıldı.
"vay canına."
"harika, değil mi?" dedim yüzüne bakıp. gözlerindeki ifade tıpkı gölün yüzeyi gibi parıl parıldı. bakışları hala göldeydi. etrafına baktı ve otuz iki düş güldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lütfen beni tut bora
Chick-Lit"ben yüzme bilmem." gülümsedi. "bir şey olmaz. su sığ. gel hadi." önüme düşen saçımı geriye ittim. çekingen gözlerle yüzüne bakıyordum. "şey, o zaman... lütfen beni tut bora." xxx İthaf: İleride aşık olacağım adama. xxx 280719 - 220919