20 (ikinci kısım)

2.8K 336 211
                                    

aynı gün

"kumrular! gelin de beraber biraz keşif yapalım!"

esin'in sesiyle oturduğum yerden dönüp ona baktım. pis pis sırıtıyordu. "geliyoruz," dedim ayağa kalkarken. bora da kalktı ve çadırları bıraktığımız yere doğru ilerledik. 

gölün içinde ayaklarımız buruşana kadar yürümüştük. sonra bora biraz taşlıkların üzerinde oturmayı teklif etmişti. bir saate yakındır burada oturmuş ve havadan sudan sohbet etmiştik.

"ne yapıyordunuz siz orada?" esin hala bizi gözetliyordu demek ki.

"göl canavarı arıyoruz hayatım," dedim sinir bozucu bir sevimlilikle. bana uzaktan dil çıkarıp arkasını döndü. bora söylediğime gülmüştü. 

"aranızdaki ilişki çok tuhaf," dedi büyük bir taşın üzerinden atlayacağım sırada kolumu tutarken. bu hareketi kalbimi eritti ama çaktırmadım. 

"tuhaf olduğu için uzun süredir dostuz ve hiç kavga etmiyoruz," deyip güldüm. esin ve olcay'ın yanına geldiğimizde kendi çadırlarını çoktan kurduklarını gördük. erkenden çadırları açmak mantıklıydı.

esin ve olcay tek çadırda kalacaklardı. onların çadırları epey büyüktü tabii. bora ve ben de onların çadırlarının dibine kendi çadırlarımızı kurduk. içine şişme yastıkları ve yatağı da yerleştirince işimiz bitmişti. 

sonrasında hep beraber ormanın içine girip etrafı incelemeye başladık. büyük bir kaplumbağa ve bir sincap gördük. bora beğendiği şeylerin fotoğrafını çekiyordu. adını bilmediğim bodur bir ağacın yanında poz vermemi isteyince güldüm. bu anları hem zihninde hem de fotoğraflarda ölümsüzleştirdiğini söylüyordu. 

birkaç saat etrafta dolanıp kamp yerine geri döndük. ben ellerimde dört çam kozalağı, kurumuş büyük yapraklar ve kalbe benzeyen bir taşla geri dönmüştüm. bu tarz şeyler çok hoşuma gidiyordu. dekor olarak kullanmak bana zevk veriyordu.

bora halime gülmüştü ama onun da dönerken cebine çaktırmadan bir taş attığını görmüştüm. aklınca benimle uğraşmaya çalışıyordu ama onun da hoşuna gittiği belliydi.

hava kararmaya başlamadan önce bora ve olcay yanımızda getirdiğimiz bir kangal sucuğu ve iki kilo tavuk kanadını mangalda pişirdiler. kusana kadar yedik. ve bora'nın tavuklu olan her yemeği çok sevdiğini öğrendim. ayrıca bana bir yemek tarifini anlatmıştı yemeğimizi yerken. kesinlikle deneyecektim.

hava karardığında çoktan ateşi yakmıştık. ateşin etrafında daire oluşturup sohbet etmeye başladık. bora daha önce gittiği başka bir gölden bahsetti. olcay her kampta olan şu saçma korku hikayelerinden anlattı ve esin korkup onu susturdu. ben bir şarkı söyledim. şarkıyı söylerken bora'ya bir kez olsun bakamadım çünkü şarkı aşk şarkısıydı. 

gözümden hislerimi görür diye ödüm kopuyordu ama artık bu kadar tedirgin olmamı gerektiren bir şey yoktu. bazı taşlar çoktan yerine oturmuştu. artık flörtten daha ileri bir boyuttaydık ama sevgili miydik, bilmiyordum. bu konuyu da en kısa zamanda açmak istiyordum ama eminim ki akışına bırakmak en iyisi olacaktı.

saatler birbirini kovaladı ve hepimizi uyumak için çadırlarımıza geçtik. aslına bakılırsa gram uykum yoktu. aklım fikrim bora'da ve öğlen vakti konuştuklarımızdaydı. 

pijamalarımı giyip yatağın fermuarını açtım ve içine girdim. yaklaşık yarım saat bir sağa bir sola döndüm ama uyumak şu an yapacağım en son eylem bile değil gibi görünüyordu. 

tam dışarı çıkmaya niyetlenecektim ki dışarıdan duyduğum çıtırtı vücudumu kaskatı kesti. nefesimi tuttum. ayı mıydı? belki de kurttu? böyle düşününce kendime kızdım. dağın eteğindeydik. ayılar ve kurtlar bu kadar engine inmezdi. inmezdi, değil mi? 

lütfen beni tut boraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin