29🐠

213 14 2
                                    


Berkinden...


Biz koca akvaryuma sığamayan vahşi balıklardık. Akvaryumda ki tek amacımız bir birimizi yutmaktı. Bende o koca balığı akvaryumdan atarım sanmıştım. Atamadım.

O vahşi balıklardan biri sadece akvaryumda yer edinmeyi değil , ruhumda da yer edinmeyi hedeflemişti. 

Eğer onu görmezden gelir , varlığını kabul etmezsem ruhumda yaşayamaz diye düşündüm. O zamanlar bunun en doğru karar olduğunu sanmıştım. Fakat şimdi anlıyorum ki ,onu değil ,kendimi görmezden gelmişim bunca zaman. 

Akvaryumda suyu bulandıran o değilmiş ,benmişim. 

Doğa'yı öptüğüm gün kimsenin yüzüne bakamadan evden ayrılmıştım. Utandığım kişi ne Doğaydı ,ne Ferit'ti ne de Barış. 

En çok kendimden utanmıştım.

En çok kendi yüzüme bakamamıştım. 

Haftalarca Doğa hariç hiç kimseyle konuşmamış ve yine eski halime dönmüştüm. Biliyordum yaptığım çok saçmaydı. Hem kimse de suç bulamıyor hem de sayısız hata görüyordum. Ne yapacağımı bir türlü kestirememiştim. 

Ferit'in mesajlarına cevap vermemin bir sebebi de yoktu. Uzak kalmak ve kendimi bulmak istedim. Fakat hala arama aşamasındayım.

Barış mı ? Barış dışardan bakıldığında hala aynı adamdı. Derslerinde başarılı , okulun gözde öğrencisi ,öğretmenlerine saygılı... Tek fark arada bir yakaladığım bakışlarıydı. 

Önce ki gibi korkutucu veya nefret dolu değildi. Daha...Daha samimi gibiydi bakışları.  Ne söylesem bilemedim. 

Sanki anlatmak istediği bir çok şey varmış ve kelimelerle değil gözleriyle anlatmak istiyormuş gibi. Fakat onu anlamamaya yemin etmiş gibiydi beynim. 

Zaman öyle hızlı akıyordu ki bugün karneler dağıtılacak ve biz son sınıfa geçecektik. Bundan tam bir yıl sonra ise belki de bir birimizi bir daha hiç görmeyecektik. 

Üzerimde ki kot şortum ve beyaz gömleğimi bir kez daha düzelttim aynada. Her zamankinden daha özenli taradığım saçlarıma çıktı bakışlarım. İstemsizce kaşlarımı çatmıştım. Hızla elimi kaldırıp saçlarımı dağıttım. 

Kapıya gidip beyaz spor ayakkabılarımı da ayağıma geçirdiğimde tamamdım. Kapıyı açıp ikişer ikişer merdivenleri indiğim de uzun zamandır görmediğim kişi ile göz göze geldim.

"Analar neler doğuruyor böyle, vay anam vay" dedikten hemen sonra kısa bir ıslık çaldı Ferit. Hızla etrafıma bakındığım da kimsenin olmayışı ile  derin bir nefes aldım. 

"Ne işin var burada Ferit ?"

"Seni almaya geldim. Eh bir zahmet binersin artık arabaya Berkinciğim. O kadar yol geldim sonuçta. Bu arada babam insafa gelmiş olmalı ki bugünlük arabamı geri verdi ,bende...."

"Tamam Ferit"

Ferit hala konuşmaya devam edecekti ki duraksayıp hızla gülümsedi ve oturmam için arabanın kapısını açtı. Son zamanlarda ben bir şeyi kabul edene kadar susmamayı öğrenmişti.

Aynı Barış gibi ondan da neden kaçtığımın çok sonraları farkına varmıştım. Ferit benden hoşlanıyordu ve bunu belli etmekten asla çekinmiyordu. 

Kabul etmek ,benim için kaybetmekti. Doğayı öperken anladım ki ,öpmek istediğim asıl kişi o değildi. Bunu kendime itiraf etmem haftalarımı almıştı. Bu yüzden kaçmıştım hem Ferit'ten hem de Barıştan. 

Arabaya bindiğimizde Ferit hemen anahtarı çevirmiş ve arabayı çalıştırmıştı. Açık pencereye yüzümü döndüğümde Haziran ayının sıcaklığı kendisini hemen hatırlatmıştı. 

"El Dorado'nun Gölü hikayesini daha önce hiç duydun mu ?"

Ferit'in sorusu ile bakışlarım ondan tarafa döndü. "Duymadım"

"Uzun zaman önce, Kolombiya'da bir prens, sevdiği nişanlısıyla evlenmeye hazırlanıyordu. Ancak bu mutlu gün öncesinde korkunç bir olay yaşandı: Prensin nişanlısı,  bir düşman kabilesi tarafından kaçırılır ve uzaklardaki Guatavita Gölü'nün derinliklerinde boğulur.

Genç prens, nişanlısının kaybıyla derin bir üzüntüye kapılır ve her dolunay günü göle giderek onun ruhuyla buluşmak için dua eder.

Prens, sevdiğine kavuşmak ve ruhunun huzur bulması için göle her gün altın ve değerli taşlar vermeye başlar. Bu efsanevi hikayeye göre, genç prens, her ay dolunay gecesi altınlarla dolu bir salın üzerinde gölün ortasında kürek çeker ve kendini nişanlısına olan aşkına adar. Halkı da ona destek olmak için göle altın ve değerli taşlar atar. Bu sayede göl, altınla dolup taşar ve "El Dorado" yani "Altın Adam" efsanesi doğar.

Halk, prensin nişanlısının ruhuyla bir gün gölde buluşacağına ve aşklarının sonsuzluğuna kavuşacağına inanır. Bu adanmışlık sayesinde, göl efsanevi bir aşkın ve umut dolu bir beklemenin simgesi haline gelir..."

En büyük hayalim bir gün o göle gitmek. O sandala binmek ve...."

Yolda ki bakışlarını bana çevirdiğinde devam etti cümlesine. 

"...dolunayın altında o ruhun sahibiyle kavuşmak"

Haziranın sıcaklığı mıydı avuçlarımı terletip nabzımı hızlandıran , yoksa bu saçma hikayenin bir köşesinde olduğumu bilmek mi ?



(ÇOOOK UZUN SÜRE SONRA PARMAKLARIM KLAVYEYLE BULUŞTU. BİR ŞEYLER YAZMAYA CESARET EDEBİLDİM. İÇİMDE BİR ŞEYLER KAYBOLMUŞ , EKSİLMİŞ GİBİ HİSSEDİYORUM. YAZMAYI HEP ERTELİYORUM. SANKİ BİR ŞEYLER KAÇMAK İSTER GİBİ. NEDENİNİ İSE İNANIN BİLMİYORUM. AMA BU HİKAYEYİ BİTİRMEDEN BURAYI TERK ETMEYECEĞİMİ BİLİYORUM )

AKVARYUM   BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin