14| Bu kadar zor mu beni sevmek?

3K 422 400
                                    

Sabahın ilk ışıkları aralık perdelerin arasından odaya ulaşmış, Jungkook'un uyumadığı halde kapalı gözlerinin üstünde artık kalkmasını ister gibi direkt olarak batıyorlardı. Jungkook gece boyu uyuyamamıştı zaten, şu an da en azından birkaç saat uyuyabilmek için gözlerini kapalı tutmaya çalışıyordu ama nafile bir çabaydı. Gözlerine uyku girmiyordu.

Oflayarak üstündeki yorganı ittirdi ve camın önüne geçip perdeleri tekrar kapatmak için iki yanlarından tuttu. Perdeleri kapatmadan önce gözlerini birkaç gündür düzenli olarak yaptığı gibi dışarıda gezdirdi. Kimse yoktu. Daha doğrusu o tek bir kişiyi görmek istiyordu, tüm Moskova balkonunun altında olsa bir anlam ifade etmeyecekti bu sebeple.

"Neden bakıyorum ki?" Kendi kendine homurdanarak perdeleri hırsla kapattı. Dönüşümün üzerinden bir hafta geçmişti, ve bu bir hafta boyunca Jimin'i şehirde bile görmemişti Jungkook. Artık çekip gittiğine ikna olmaya başlamıştı, gitmemesi için bir sebep yoktu zaten. Onu bu şehire bağlayan ne vardı da gitmeyecekti.

Bazen kardeşleri Seulgi ve Chanyeol'a sormayı düşünüyordu, ama onlardan öyle çok çekiniyordu ki bu fikiri asla uygulayamayacaktı muhtemelen. Hizmetçilere çaktırmadan sormuştu, herhangi bir dedikodu var mı diye ama yoktu. Bu da Jimin'in şehirde olduğunu , sadece artık ona görünmediğini gösteriyordu ki Jungkook buna inanmak istemiyordu.

Park Jimin, sahte idealler üzerine kurulu hayatına bir anda girip küçüklüğünden itibaren ona konulan kuralları kolayca hiçe sayabilen ve ondan çok büyük olan gizemli bir adamdı önce. Ama bir süre sonra fark etmişti ki Jimin onun kaçışı olmuştu, kendini dış dünyadan kısa bir süreliğine olsa da soyutluyordu onun yanındayken. Ve onu gördüğünde homurdanıp dursa da yokluğunda tekrar görüşmeyi iple çekiyordu aslında, Jimin'in ona yaklaştığı zamanlarda göğüs kafesi dar geliyordu kalbine, nabzını kulaklarında duyuyordu. Bütün bunları, bir hafta önce veda edemeden kaybetmişti.

Böylesi daha iyi diye hatırlattı kendi kendine. Jimin'e daha fazla kapılsa nasıl yaşayacaktı, bir başkasıyla evlenecekti ama aklı her zaman onda olacaktı. Meclisi, sürüsünü yüz üstü bırakıp onunla da şehri terk edemezdi. Jeon Jungkook hayatında hiç bencil olmamıştı ki.

Odada kaldıkça kafayı yiyeceğini hissetti, duvarlar her geçen saniye daha da üstüne geliyor ve kasvet basıyordu adeta. Saat de erkendi, biraz yürüyüp gelse kahvaltıya yetişebilirdi. Bu yüzden hızlıca dolabından kalın bir şeyler çıkarıp üstüne giyindi ve penceresini açtı. Pencereden ses çıkarmamaya özen göstererek atlayıp peşinden kolay bir büyüyle kepenkleri kapattı. Eh, en azından bunu yapabiliyordu.

Büyü kullandığında, aklına Jimin'in onda büyü gücü olduğuna dair inancı geldi. Jungkook dahi buna inanmazken Jimin onun çok güçlü olduğunu iddia etmişti hep.

Burukça gülümsedi Jungkook.

"Beni gözünüzde çok büyütmüş olmalısınız Lord Park." diye mırıldandı yere bakarak ağır adımlarla yürürken. Şehire iniyordu, ve yürüyerek çok uzun sürecek olsa da cadıların büyülü geçitleri vardı. Jungkook şehire inen geçitin yerini bir ara annesinden öğrenmişti, malikanenin dibindeki ormanın içindeydi. Bir gölet vardı ve göletin tam üstündeydi.

Jungkook çok sık kullandığı için artık yerini ezbere bildiği geçitin önünde durdu, anlaşılması için çok dikkatli bakılması gerekiyordu olduğu yerde serap gibi hafif görüntü dalgalanmaları vardı. Suyun üstünde olduğu için sadece bilenler atlardı çünkü suya düşmeyeceklerin bilirlerdi.

Jungkook birkaç adım geriye gitti önce, ardından hızını iyi alarak göletin tam üstündeki görünmez geçite doğru atladığında bir anlık gözleri kararmış ardından kendini şehir meydanındaki bir ara sokakta bulmuştu. Dengesini sağlayıp hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladı, zaten sokaklar da bomboştu.

fireonwater°jikook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin